- 1386 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR CUMHUR İLE ŞEHİTLİKTE
BİR CUMHUR İLE ŞEHİTLİKTE
Bu ne sıcak gavur şeyi gibi yananbir 20 Temmuz sabahı böyle. Akdeniz’in ortasında Beşparmak Dağları’nın zirvesinde kayalardan yansıyarak sabahın 8:30’unda ortalığı cehenneme çeviren güneş, bize biraz müsaade edemez misin?
İki yıl önce de böyle sıcak bir sabahta, güzel bir plajda yatıp kumlara, buzlu karpuz tabağını çatallayarak güzel kızları seyretmek, denize girip çıkarak serinlemek yerine gencecik göğsünden yakan bir kurşunun sızısıyla her şeyi bırakıp göçüp gitmek ve şehit olabilmek, ne yüce yaklaşımdır tanrıya.
Sayın Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı ,Beşparmak Dağları’ndaki şehitlikte bekliyoruz. Ben, Girne Merkez Komutanlığı’nda İnzibat Üsteğmeniyim. Görevim, burada törenin protokolünü sağlamak ve Cumhurbaşkanına, Karaoğlanoğlu Şehitliği’ne kadar da eskortluk etmek. Şehitlikte birkaç albay ve birkaç Kıbrıs milletvekili de bizimle birlikte beklemekte.
Bir çocuk sesi bozuyor sessizliği. Bu, beklediğimiz yere yakın olan şehit mezarında oynayan iki yaşlarına yakın bir kız çocuğunun ağlaması. Mezarın yanında dört yaşlarında bir oğlan çocuğuyla genç bir kadın daha var. Genç kadın, kocasının mezarını elindeki şişe suyuyla adeta pırıl pırıl yapmış, toprağını kınalı elleriyle elemiş durumda. Kara bakışlı oğlan çocuğu pek vakur duruyor. Anasına yardım için uslu koşuşturmalar içinde. Ama güzel gözlü, uzun basma etekli, kırmızı pabuçlu, çift örgülü saçlarıyla afacan kıza söz geçirmeye imkan yok. Belli ki, anası onu babacığına götüreceği için yeni giysilerini giydirerek getirmiş. Ama o mezarın üzerindeki çiçekleri atıyor, ağlıyor, hatta sulanarak ıslanmış toprakları avuçlayarak, üstünü başını çamur içinde bırakıyor.
Yanlarına yaklaştım. Küçük kızı kucağıma alıp öptüm. Yeni şapkamı başımdan alıp yere fırlattı yaramaz şey. İsmi de Seher’miş, bu biblonun. Oğlan ise pek sert bakıyordu.
‘’Bu benim Babam. Onun mezarına geldik biz annemle.’’
Nereden geldiğini sordum.
‘’Eskişehir’den, dedemlerden ‘’ diye cevap verdi. Oğlanın gözü harici elbiseme takılı çift marpuçlu Merkez Komutanlığı Brovesin deydi. ‘’Beğendin mi? ‘’ diye sordum. Başını öne doğru salladı. Göğsümden çıkarıp, onun t-shirt‘üne taktım. Sallanan marpuçlarla öyle mutlu koşup gitti ki...
‘’ Bacım nasılsın? Bir ihtiyacın var mı ?’’ diye sordum.
‘’Yoktur ağabey. Çocuklar babalarını sorarlar, biraz zorlanırım. Başka hiç ihtiyacımız yoktur. Sağ ol ağabey ‘’. Allah kahretsin, bana ne oluyordu böyle. Erlerime böyle ağlamamak için dişlerimi kırarcasına sıkan, çocuk gibi burnu akmaya başlamış elleri titreyen halimle mi kumanda edecektim. Kendine gel oğlum, kadın gibi duygusal olmanın zamanı değil. Sen bir komando subayısın, metin olacaksın. Yoksa o küçük kızdan ne farkın kalır.
Kadın en fazla yirmi dört yaşlarındaydı. Acaba şehit aslanım bu küçük, bıcır kızı görmüş müydü? Soramazdım ki. Onlara yanımda getirdiğim poğaçalarımdan ve termostaki sıcak çayımdan ikram ettim.
Yerime döndüğümde, merasim bölüğü toparlanıyor, hizalar kontrol ediliyordu. Küçük kız yine ağlıyor, 20 Temmuz sabahına bir hüzün daha katıyordu. Koyu güneş gözlüklerimi takarak sulu gözlerimi gizlemeye çalışıyordum ki ; bed bir sesin bana saldırması ile irkildim. Bu, hiç unutmadığım genç bir Kıbrıs milletvekilinin eliyle beni göstererek, yüksek perdeden bağırmasıydı.
‘’Görevli yok mu? Uzaklaştırın bu kadını . Burası oyun parkı mı? Bu nasıl bir merasim töreni?’’
Birden delirip ‘’ Senin ananı, avradını s…..m ‘’ diye bağırarak cevap verdim. Ağzımı bir binbaşı kapatarak beni kenara çekti.
“Ne yaptığının farkında mısın sen? Bu olayı komutana söyleyeceğim.” Ne yaptığımın farkında değildim. Tek düşündüğüm o babasız yavrular ve kocasız, çaresiz Anadolu kadınıydı. Sonra kendimi ‘’Dikkatt!.. ‘’ komutuyla birlikte esas duruşta selam vermiş olarak buldum. Gelirken kargaşayı görmüş olan Denktaş, herkesin elini sıktıktan sonra en genç subay olan benim önümde durdu.
“Derdin nedir, neden kızarsın? Çıkart bakayım, şu gözlüklerini. Arkadaşların, erlerin vardır, şehitlikte?”
Gözlüklerimi çıkartırken .‘’Evet, Cumhurbaşkanım. Sınıf arkadaşım Teğmen Gürkan Işık ve hocam Albay İbrahim Karaoğlanoğlu var” diyebildim.
Küçük Seher, yeniden ciyak ciyak ağlamaya başlamıştı. Rauf Denktaş , kolumdan tutup beni o mezara doğru götürürken,
“Eskişehir’den gelmişler.” diyebildim. O babacan tavrıyla elini öpen şehit karısının alnını öptü. Gözleri oğlanın göğsündeki inzibat brovesi’ne takılmıştı. Yan gözle benim göğsümde takılı olmadığını kontrol etti.
Onu gören kız hemen sustu. Cumhurbaşkanı’nın kucağında sessizce oturuyordu. Tombiş kucağı küçük kıza rahatlık vermiş, elini onun çıplak başına götürmüştü. Telaşlanıp, rahatsız ettiğini düşündüğü küçük kızı kucağından almak isteyen genç kadına, elimle sakin olması için işaret ettim.
“O, başka bir Cumhur. O, Atatürk gibi sevecen, düşünür ve hoş görülü. O, senin baban,ötekisinin ağabeyi, ulusunun lideri. Bir başka insan. Sakin ol kızım, sakin ol. Ondan çekinme!” demek istedim. Emir subayına bu aileyle ilgilenin, diyerek protokola geri döndü.
“Hadi, rahmetli hocana gidelim.”
Birlikte Albay Karaoğlanoğlu’nun , en değerli öğretmenimin mezarı karşısında dua edip saygı duruşunda bulunduk.
Şimdi ,sene 2012. O da o şehitlerle birlikte cennettedir diyorum. Milletvekili’ne söven cahil genç bir subayı duymazlıktan gelerek vekilinin ve subayın vukuatını örtebilen, şehit ailesini en yukarıda tutan gerçek lider. Şehit aileleri bize, yani devletimizin imkanlarına, korumasına, şefkatine emanettir. O gaziler otobüse binerken sakallı şoförler,
“Sen, ne gazisisin?.Hani, kolun, bacağın kopmamış” gibi hesap sorarlarsa, pek çoğu onuruna yedirip kart göstermek yerine, bilet alıp geçmezler. Aldığı azıcık maaşla, göstermelik iftar yemekleriyle, ramazan paketleriyle onları avutacağınıza, o insanın gazi olmasaydı, diğer insanlarla eşit şartlarda hayatını kazanacak olduğunu unutmadan, onları, çocuklarını ve eşlerini, çok iyi, evet, çok çok iyi şartlarda yaşatmamız gerekir. Devletin büyüklüğünün, zenginlerin bizlerden esirgenen kredilerle diktiği gökdelenlerle değil, vefayla, sahiplenmeyle, kollama ile belli olması gerekir. Vaatlerle kandırılıp, günlük oyalamalarla onlar mutlu değil.
Senin gibilerin yılların aşındırdığı yaşlı bedenleri belki yok olabilir. Ama bıraktıkları hatıralar, hoşgörüler, öngörüler asla yok edilemez. Sana arkandan ağlamak bize yakışmaz. Seni, verdiğin örnek liderlik vasıflarınla anmak ve sana minnet duymak yakışır bize.
Rahat uyu, mekânın cennet olsun Sayın Cumhurbaşkanım.
E.Yaşar Ovalı 12. 02.2012
YORUMLAR
evet, rahat uyusun ve mekan cennet olsun...ama uyuyamaz ki!...orada da uyku tutmaz adamı, biliyorum...nasıl tutsun? ülkesi ve anavatanı ihanet güruhunun elinde, Atatürk'ün Bursa mitiginde söylediklerini ve/veya gençliğe hitabesini yerine getirecek bir genç nesil de yetiştiremedik ki...GAZİLERİMİZİ İTİBARSIZLIĞI ÖYLE YAYGIN HALDE Kİ, İNSANIN İSYAN EDESİ GELİYOR; Bu halkın bilinçsizliğinden değil, bilinçli tavrından kaynaklanıyor; emin olunuz. Her şey bir cemaatçi/emperyalist projeye bağlı ne yazı ki...İran'da şehit ailesine ve gazilere, meslekten hiç ayrılmamış gibi maaşın ödenmeye devam edilidiğini biliyor musunuz? Elınize saglık, saygılarımla...
.
kemnur tarafından 2/12/2012 9:28:17 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
İnanıyorum ki, yorum yapmak, yazıyı yazmak kadar zordur. Elinize sağlık, gönlünüze sağlık, hiç üşenmeden , yazının temasını, her kes den çok daha iyi anlayarak, bu işte rakipsiz olduğunuzu kanıtlıyor sunuz.
Bir Çanakkale Zaferi, kutlaması için görevliydim .Gazilerimizi , köylerden toplayarak getirdiler. 49 Gazimiz vardı. Hepsinin kıyafetleri, bir dilenciden farksızdı. Onları, asker elbiseleri, oyuncak tabancalar,deri palaskalar ile ,av malzemesi satan dükkanlardan donattılar.Neyse ki, hepsinin kalpak ve çizmeleri mevcuttu. Derken, AVUSTURALYA Gemisi yaklaştı. İçinden tam 1000 Anzak Gazisi , yanlarında yumurta gibi hemşireleri , doktorları, hastabakıcıları ile indiler. Üzerlerinde, İngiliz kumaşından dikilmiş muhteşem takım elbiseleri , göğüslerinde zafer madalyaları ile, sanırsın ki , onlar galipler , bizimkiler mağluplar. Bir daha ,o günü anmak ,o zavallı gazilere reva görülen muameleyi görmek istemiyorum. Savaşırken, iki tarafın çocukları da , 20 yaşındaydı. oysa o gün , bizimkiler onların babaları gibiydiler. Malül olanlarına ,2400- 3700 US doları veriyorlarmış.Günah benim, gazime,şehitime, onların bıraktığı dullara, yavrulara.
Size, bu yazıyı yazarken , iş yerime gelen ve Türkiye'nin ,Dünyanın onuncu büyük devleti olduğunu savunan, inançlı bir vatandaşımla , bir saat konuşmama rağmen , onun Atatürk düşmanı fikirlerini alt edemedim. Jet Fadıl'ın müridi olmuş. ilk defa duyuyorum. Onun yerli araba yapma teşebbüsünü kırmasaymışız, şimdi dünyaya araba satıyor olacakmışız. Hem düşünebilmek ,hem yorum yapmak ,hem de içine atabilmek, yani yutmak, zor be Hocam. Şahsınızı ,yakınen tanımayı arzu ederim.
Teşekkürler, saygılar.