- 620 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TOPAL SEVDA
Meltem sokak numara on dokuzun kırık paslı kapısından giren Hayri etrafına öylesine bakmaktan çok etraftaki kuşlara bakınmaya başlamıştı.. Görmek istedikleri vardı penceresini her gün sabah saatlerinde önce ağaçlara sonrasında ağaçlardaki küçük serçelerle göz ucuyla bakarken sehere karışan meltem önce ağacın ince dallarına sonrada odanın penceresinin pervazlarına çarpardı her seferinde.
Hayri yüzünde yeni terlemiş ince telli siyahımsı sakalı, kömür karası gözleri, uzun kirpikleri kıvırcık sık saçları ve hiç düşürmediği tebessümü olan, çalıştığı fabrikanın hem en kalender ve en çok çalışan yeni yetme işçileri arasındaydı. Çalıştığı fabrikanın en genç neferiydi Hayri.
Son zamanlar fazladan mesailerle genç bedeninin yorgunluğundan çok o al yazmalı nişanlısı Zeliha’yı düşünürdü hep. Sabahın ilk ışıklarında, uykunun yorgunluğa karıştığı mahmurlukla fabrikanın kara dumanlarından sıyrılıp çıkardı.
İnce dar yapılı sokakların koynunda bitkin adımlarla ilerlerken güneşin ilk ışıklarına karışmış serce seslerini dinleyerek ilerlerdi.Ayaları kaldırımdaki akşamdan kalma yağmur birikintileri sıçratmadan dağıtarak yürüyordu.
Kerpiç evler taş duvarlı apartmanlardan uzak olsa da Hayri evine yaklaşmanın sevincine uyuyabilme sevincini kafasından karıştırırken. Bir pencerenin önü vardı ki onun uykularını dağıtan onu bu sokaktan başka bir ülkeye götürürdü.
Kalın kerpiç evin koyu renk solgun tahta penceresi beyazımsı bir perdeyle örtülü olsa da düş pembesi gözleriyle öylesine dalardı bu evin perdeli penceresine. Daha geçen ay kıyılmıştı nişanları.
Öncesi olan bir sevgiyi iki yüzükle sağlamlaştırmış alenileştirmişlerdi. Yine her seferinde edepten yüzleri kızarırdı iki genç güzel yüreğin. Özlemleri bu dar sokaklara sığmasa da bunu bir o, bir de o pencerenin gerisinde uyuyan perçemi yüzüne dökülen gül kurusu kokulu Zeliha bilirdi.
Her fabrika çıkışı o perdeleri çekili pencere Hayri’yi bambaşka bir dünyaya sürüklerdi, ayağı ritmini yitirirken, adımları yavaşlar göğüs kafesindeki yüreği hızlanır kafası da bir o kadar durgunlaşırdı. O dinginlikte kafasında düşünceleri ile iki sokak ötedeki eve girer girmez yatağına gömülürdü.
Ta ki o vardiya saati gelinceye kadar uyumaya çalışırdı. Bir köşesinde Zelih’ a bir köşesinde bir ay sonrası gelecek olan askerlik sülüsü.
Yastığının altıda dururdu hep düğün masraflarını tuttuğu hesap defterleri birde al yazmalı perçemi yüzüne düşmüş sevdiğine yazdığı şiir defteri. Vardiya dönüşü tüm uykusuzluğunu kenara atıp sevdiğine şiirler karalar sonrasında toplamalı çıkarmalı hesaplar yapardı.
Hesapları hep eksik çıksa da kalan eksiklerini hayallerle tamamlardı.Askerlik sonrasıydı yapacağı düğün ama düğünler parayla oluyordu bunu o da biliyordu. Düğün masrafları içindi fazladan mesaiye kalmaları uykusuzlukları birde o gül kurusu kokulu sevdiğineydi kavuşma beklentileri.
İşe giderken önce bakkal Mustafa’nın oğlu küçük Nazım ı görürdü. Pul parası gönül hatırı çikolata parası verirdi bir de Zelihasına yazdığı mektubu. Vardiya çıkışı gibi değildi işe giderken ki bu sokak.
Komşunun kızları küçük Emine ile Fadik okuldan yürüttükleri beyaz tebeşirle yere çizdikleri yuvarlakların üzerine seksek oynarken. Ortaokul yetmesi çocuklar kaldırımlardan söktükleri taşlardan kale direği yapmış.
Plastik toplarının peşine deli gibi düşerken bir Neziha Teyzenin büyük oğlu düşer dizlerini ovarak kalkar bir Nazmi Amcanın ortanca oğlu düşerdi ağlamadan yerden kalkar ellerini ovar umursamadan yine o mavi plastik topun peşine deli gibi düşerlerdi.
Arada mahalleliye gol seslerini duyururken, arada da kırılan camlardaki sesle hepsi kaybolsa da yinede cam parası ödemeden o dar sokakta top oynarlardı. Büyüklerde oyundan geri durmazdı bakkal Mustafa emekli müşterileriyle tavla oynardı bakkalın önünde arada zarları kaldırımlara düşse de yenilgiye haz etmez, yendiğinde de keyfine kimse diyemez.
Nermin Teyze oda çamaşırlarla oynardı is tutmuş balkonuna çekilmiş iplerine asarken çamaşırları üstüne mandalını koymayı da unutmazdı. Pencereden bakan Uzun dilli Cemile Meraklı Şükriye her zamanki lak lak sohbetleriyle oyuna daldığı günün akşamıydı. Her zaman ki akşam güneşi batmaya yakın ki zamandı işte. Hayri’nin işe gidiş vaktiydi.
Hep bu saatleri bekler gibi otuz saniyelik o pencere önündeki geçişleri ve günün tüm saatlerine sığdırırdı hep o perçemli yüzün penceresindeki bakışlarını. Gülüşünü yakasına takmış gibi inerdi yokuştan aşağı fabrikadan içeri.
Kafasında Zeliha’nın bakışlarındaki hayal birde fabrikanın koca dişlilerinden kulağına giren gıcırtılı seslere karışırdı her seferindeki o hayal. Bu geceki vardiya karaydı hayalleri dişlilerinin dişleri arasına alacak kadar kara.
Bir haykırış çıkar Hayri’nin ağzından fabrikanın içine yayılan birde kopan bacaktan çıkan kan. Haykırışları bile yutardı bu dişli, sesleri. Olan olduktan sonra bulmuştu Usta başı Necip Usta baygın Hayri’yi ve kopan bacağı. Bu gecenin gelişi ile Mahalleye akşam üstü garip bir sis çökmüştü herkesten habersiz.
Hayri baygın serum bağlı kolu, dikilemeyen bacağından habersiz. İlk gözünü açtığında hatırlayamadı olanları.İlişirken gözü ,beyaz nevresimin altındaki çöküklüğe işte o an hatırladı eksikliğin kaynağını.
Şimdi tek ayağı bir yanında babası bir yanında anası vardı.Dolu dolu olan gözler birde serum şişeleri vardı odada birde eksilen hayaller.
Avuntu dolu sözlerdi kelebek gibi hastane odasının duvarlarını yalayan Hayri’yi yaralayan. Zelihası gelmedi hastaneye ne görüş saatinde ne de görüş saati dışında. Ağız ucuyla titrek sesle Anasına hep sorar oldu.
Anası boynunu büker mahalledeki diğerlerini anlatırdı.Ne kadar zaman geçtiği bilinmez. İki ayakla çıktığı baba evine üç ayak girmişti.İki kol değneği bir olan ayakla üç ayak olurken avluya girerken ayakları titredi bir de kolunun arasındaki koltuk değnekleri.
Üç gün sonraydı Zeliha’nın zalim babası kızına resti çekmiş bu sevdanın bir ayağını da o koparırken ilk orda adı çıkmıştı Topal Hayri diye.
Üstüne üstlük kısa bacağına rağmen Aslan Hayri dediği civan delikanlı Elin Topal Hayri’ si olmuştu. Zeliha artık işe gidiş saatini beklemeyen ama başka kısmetler bekler olmuştu. Hayri’nin adı da Topal Hayri diye kesik bacağına inat uzamıştı.
İşte o günden sonra artık Hayri hep pencere kenarında oturur olmuş bir avludaki kiraz ağacına konan kuşlara birde mahallede oyunlara dalan çocuklara dalarken susardı hep. İçinde kilerini bir o küçük serçelerle paylaşırdı.
Bir gidemeyeceği yarım kalmış sülüsteki askerliğini birde Topal kalmış sevdasını. En çokta Zelihasını anlatırdı kuşlara. Zeliha’nın şehirden biriyle evlendiği günden sonra daha çok kuşlarla konuşur olmuştu.
Topal Hayri’nin Topal sevdasını kuşlardan başkasını kimse bilmezdi. Hayri hala konuşur masum uçan serçelerle…
.
( bunu başka bir bilgisayarda yazım. en azından harf hatalarım az. kurgum için mekan iyi değildi cümle kopuklukları ve yüklemlerdeki zamanlamalr için şimdiden özür hatalarımla okuyanlara affola...)