- 963 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YOKSULLUK EDEBİYATI
Eskiden yoksulluk vardı. Edebiyatı da vardı. Yoksulluk arttı ama edebiyatı kalmadı. Yoksulluk edebiyatı kavramı ise, hayatımızın içindeki yerini çoktan aldı ve hayatımızda yerini alan çok şey gibi tarihe karıştı. Zaman zaman iktidar sahiplerinden, yönetenlerden ve yetkili ağızlardan ’ Yoksulluk edebiyatı yapma ’ uyarısı ve azarını işitsek de, doğrusu yoksulluk edebiyatı yapan çatlak seslerde hayli azaldı.
Evet, yoksulların bir edebiyatı yok artık.En son Latife Tekin’ in dokunaklı romanlarıyla yoksulların dili, yoksulların edebiyatı gündeme geldiyse de, bu çıkışlar havada asılı kaldı. Biz her şeyin yanından geçip gitmeyi, aldırış etmemeyi, umursamazlığı bir yaşama biçimi, yaşama sanatı olarak gören bir toplum olduk.Yoksulların feryadı, çığlığı zaman zaman arabesk şarkıcıların şahsında bütünleşip şarkılarındaki sözlerde dil bulsa da, biz o şarkıcıları zenginleştirip yüceltip yoksulları aşağılamayı seçtiğimiz için bu kalkışma da yoksulların faydasına olamadı.
Yoksulluk sözcüğünü yalnızca sendikacıların açıklamalarında görebiliyoruz artık: ’ Ayda şu kadar Türk lirası geliri olmayanlar yoksuldur ’ Şu kadarı yoksul bile değildir, uçurumun kıyısındadır ’ tarzındaki açıklamalar kime ne kadar dokunuyor bilemem. Bunlardan bana ne diyemem. Çünkü yoksulluk bulaşıcıdır ve hepimiz yoksuluz.
Kendimi hiç bu kadar yoksul hissetmemiştim diyorsam, bu kendimi hem yalnız hem de çok kalabalık hissettiğimdendir. Çünkü, yoksulluk hızla yayılıyor ve hepimizi içine alıyor. Onlar yoksulsa bende yoksulum demektir bu. Bu hızla giderse yoksullardan başka kimse kalmayacak demektir. Hala görmezden geliyoruz. Hala tanımıyor muşuz gibi yapıyoruz onları. Gözlerimizi gözlerinden kaçırıyoruz. Ama ne yapsak kurtulamıyoruz yoksulluktan.
Hayır, içimizdeki yoksulluk gibi pek içli kelimeler kullanmayacağım. Yalnızca artık yokla ruh arasında kalmış, yani hiçbir şeyimizin, söyleyecek hiçbir sözümüzün kalmayacağını söyleyeceğim. Galiba yoksulluk edebiyatı’ da Orhan Kemal’ le birlikte öldü. İşsizlik de, göç de, büyük şehirlerde tutunamayan insanların dramı da bir daha o huzurlu edebiyat kentine giremedi.Şimdi hepimiz huzurluyuz. Okuyucu bulamasak da her akşam güzel güzel şiirler yazıyoruz. Güzel güzel eğleniyoruz. Güzel güzel şiirleri, güzel güzel radyolara okuyoruz. Hepimiz huzurluyuz.
Orhan Kemal’ in bir hikayesini hatırlıyorum: Lokantanın camında nar gibi kızarmış piliçler güzel güzel dönmektedir. Adam girer, cam kenarına oturup bir piliç ısmarlar, yemeğe başlar. Tam o anda yüzü cama yapışmış yoksul bir çocuğa ilişir gözü. Rahatsız olur, eliyle git der, çocuk gitmez. Lokantanın garsonları da çocuğu kovalamaya çalışırlar. Fakat çocuk gitmez. Adam git der gitmez, gel der gelmez çocuk. Sonunda adam pilici yiyemez. Çıkar çocuğu döver.
Yoksulluk rahatsız edicidir. Tıpkı bu hikayedeki gibi rahatsız edicidir. Döverek, söverek yoksullardan kurtulamayız. Edebiyat yaparak da çözüm bulamayız elbette. Fakat bu ne huzur. Hiç kimse rahatsız değilmiş gibi, sanki yoksulluk çoğunlukta değilmiş gibi yaşıyoruz. Yoksulluk bize de kendi yoksulluğumuzu hatırlatmalı, acıtmalı, rahatsız etmeli. Yoksa sosyoloji bile yoksullukla ilgilenmeyecek.
YORUMLAR
Yazınız bana gerçekten çok dokundu.Çevremde çok yoksullar gördüm. Kimi yıllarda ben de yoksuldum.
Yetinmeyi ve şükrü bilen bir kişi olduğumdan mı nedir yoksulluğumu anlamadım. Yoksulluktan daha başka sorunlarla da boğuştuğumdan olaca,k yoksulluk yıpratamadı beni..
Orhan Kemal gibi yazan olmalı derken, neden bunu yazan ben veya bir başkası olmasın dedim..
Tebrikler,
selâm ve saygılar..