- 627 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
GÖÇÜK
Siyah renkli, Mercedes marka aracını iş merkezinin otoparkına park etti ve içeriye girdi. Dükkanların kapısında karşılaştığı esnafla selamlaştıktan sonra bürosundaydı. Özenerek dizayn etmişti büroyu. Şark kültürünü temsil eden eşyalar çoğunluktaydı. Sekreteri Selma, masasındaki bilgisayara öyle odaklanmıştı ki ; nice sonra fark edebildi patronu Cemal’ i. Hemen toparlandı ve ayağa kalktı.
- Hoş geldiniz Cemal Bey
- Günaydın Selma Hanım. Bana bol şekerli bir kahve
Dedikten sonra odasına geçti. Ceylan derisi koltuğuna gömüldü. Masasının üzerinde duran evrakları karıştırdıktan sonra yerine bıraktı.
Gözleri boşlukta bir süre kafasını koltuğuna yaslayarak oturdu. Az sonra Selma Hanım, elindeki kahveyle odaya girdi. Bıraktı ve çıktı.
Bir taraftan kahvesini yudumlarken, ileriki haftalarda açılacak olan ihaleyi düşünüyordu. Epey bilgi toplamasına rağmen endişeliydi. İhaleye katılacak şirketler güçlüydü. Daha önce yaptığı işlerde karşısına çok güçlü firmalar çıkmamıştı. Fakat bu kez…
Endişeli bir şekilde yüzünü ekşitti. Politikacılarla ilişkilerini bozmamaya özen gösterirdi. Özellikle de iktidar partisiyle iyi ilişkiler, her zaman kazandırıyordu. Muhalefeti de küstürmemeye, onlarla çelişmemeye çalışırdı. Yoksa, inşaat ustalığından patronluğa ulaşması imkansızdı.
Telefonu eline aldı ve numarayı tuşladı.
- Hayırlı günler Sayın Müdürüm….
Görüşmenin sonunda, istediğini elde etmenin mutluluğunu yansıtan bir gülümsemeyle telefonu masaya bıraktı. Her şey istediği şekilde gelişiyordu. Yılların verdiği tecrübeyle bu işi de tereyağından kıl çeker gibi halledecekti… Yeterli olan bir sürü meziyet mevcuttu Cemal Bey’ de. Politik davranmayı öğrenmişti. Çoğu insan politik davranışa itibar ediyordu. Üstelik iş yaşamında, dürüstlük çoğu zaman kaybettiriyordu. Hediye vermenin bile yöntemi vardı. Bunları da zamanla öğrenmişti. “ Bal tutan parmak yalarmış “ deyimi doğru kullanılıyordu zira…
Odanın içinde dolaştı. Camdan caddeye baktı. Öğleye daha çok vardı. İnşaata gitmeyeli neredeyse hafta olmuştu. Arabasının anahtarlarını, cep telefonunu alarak odadan çıktı. Sekreter, bilgisayarda yazı yazmakla meşguldü.
- Selma Hanım, kimseye randevu verme. Ben inşaata gidiyorum.
- Tamam Cemal Bey.
Arabasına bindi ve yola çıktı. Yaz mevsiminin sona ermesine az bir zaman kalmıştı. En azından açılan temelin kış başına kadar birinci kata çıkmasında fayda vardı. Amele milletini başıboş bırakmaya gelmezdi. Bunu çok iyi biliyordu. Geçmişte, kendisi de onların şimdiki durumundaydı.
İnşaat alanına geldiğinde, şantiyenin önündeki kalabalığı görünce saatine baktı. Daha öğle paydosu saati gelmemişti. Arabayı kenara park ettikten sonra hızla yanlarına gitti.kalabalığın içindeki işçilerden biri onu görmüş ve arkadaşlarını uayrmıştı bile. Kalabalık, bir anda dağıldı ve işlerinin başına döndüler.
Temelin üzerinde çalışan işçilere baktı küçümseyerek…Üstleri başları toz toprak olmuş ameleler canla başla işlerini yapmaya başlamışlardı. Demircinin yanına yaklaştı. Demirci, kan ter içinde demiri kesmeye çalışıyordu. Demirler tam istediği gibiydi.
Onu gören ustabaşı İlyas, koşarak yanına geldi. Tedirgin bir hali vardı. Cemal Bey’i tanırdı. Yıllarca yanında çalışmıştı. Bakışından bile ne demek istediğini anlayabiliyordu.
- Hoş geldin beyim…
- Nasıl gidiyor İlyas.
- Çalışıyoruz beyim. Her şey yolunda gidiyor. Meraklanmayasın.
- İsterse gitmesin İlyas. Canınızı okurum. Kaytarmak yok!!! Kışa kadar birinci kata çıkacak ona göre.
- Tamam beyim. Emrin başımız üstüne.
- Haydi kolay gelsin. Dediklerimi unutma. Her şey benim istediğim gibi olacak.
Arkasına bile bakmadan arabasına bindi ve hareket etti. Amele milletine yüz vermeye gelmezdi.
Akşam olmak üzereydi. Güneş, minare boyunca alçalmış; ufuk kızıllaşmaya başlamıştı.İçinden geçtiği varoşlardaki mahallenin çocukları arkasından bir müddet kovaladılar arabayı. Sokakta çene çalan bir grup kadın arabaya baktı imrenerek…
Şehrin merkezine geldiğinde avare bir şekilde dolaştı sokaklarda… İçinde nedenini bilemediği bir sıkıntı vardı. Birden çok eskiyi özlediğini fark etti. Fakir ama huzurlu hissettiği günlerdi. Alın teriyle kazandığı parayla, kolunun altında taşıdığı ekmekle koşarak evine geldiği günlere… Her şey çok değişmişti.
“ En iyisi eve gidip uyumak “ diye geçirdi içinden. Evine geldiğinde saat 22.00’ e gelmek üzereydi. Yatak odasında loş bir ışık sızıyordu.
“ Benim karı ya uyumuştur, ya da konken partisindedir şimdi. Ara ki bulasın”
Arabasını park ettikten sonra içeriye girdi. Dubleks ev sessizliğe bürünmüştü. Salona geçti. Televizyonu açtı. Koltuğa uzandı. Az sonra da gözkapakları ağırlaşmaya başladı.
Büyük bir gürültüyle yerinden sıçradı. Ev, bir ileri bir geri gidip geliyordu. Telaşlandı. Yüzü bembeyaz oldu. Ne yapacağını bilmez bir halde dondu kaldı. Ev sanki secde eder gibi yere yatıp kalkıyordu. Her şey bittiğinde, kapaklandığı yerden korkarak ayağa kalktı. Eliyle vücudunu yokladı. Deprem başladığında, kızı ile karısı Sare’ nin seslerini duyuyor fakat onlara gidemiyordu. Koşarak üst kata çıktı. Kızı Mine, yerde baygın yatıyor, karısı da onun üzerine kendini siper etmiş bir haldeydi. Birden oğlu Abdullah aklına geldi. Boş gözlerle bakan karısını sarstı.
- Abdullah nerede ?
- Abdullah arkadaşına gitmişti.
- Kime, hangi arkadaşına?
- Sinan’ a gitmişti. Ara cemal Bey, oğlumu ara.
- Sinan mı ? Ben ne yaptım? Allah’ ım oğluma bir şey olmasın ne olur?
Günün ışıklarıyla acı bilanço ortaya çıkmaya başlamıştı. Yıkılan binaların çoğu kamuya ait binalardı. Cemal bey’ in yaptığı binaların neredeyse tamamı yıkılmıştı. Oğlu Abdullah ise kendi yaptığı binanın enkazından cansız olarak çıkarıldı. Acı bir çığlık yankılandı yıkıntıların arasında…
Nermin KAÇAR BOLU