Lunapark...
LUNAPARK
Çocukluktan beri hiç ayrılmamışlar. Yan yana evlerde açmışlar gözlerini dünyaya. Bir ne gördüyse diğeri onu görmüş. İlkokulu köyün tek haneli evinde okumuşlar. Okul yokmuş, muhtar iyi kötü bir ev ayarlamış devlet de öğretmen. Beş sınıf birlikte okunmuş. Öğretmen aynı sıraya oturtmuş onları. O gün bugündür ayrılmazlar. Aynı zamanda emmioğulları. Babaları da kardeş anneleri de.
Okul bitip de okumaya yüz görmeyince babaları düşünmüş, şehre işe göndermişler ikisini de. Şehirde bir ev müsveddesi. Köyden alışıklar, bakıyorlar kendilerine.
Haftanın altı günü çalışıyorlar. Pazar günü dinlenme. Dinlenme ama evde durdukları yok hiç. Bir şehir merakı bürümüş içlerini. Ha babam geziyorlar. Bir vesaite falan da binme yok öyle. Yayan yapıldak.
Düşünmüş karar vermişler. Bu hafta dinlenme günü lunaparka gidecekler. Lunapark adını da öğretmenlerinden duymuşlar. Nedir ne değildir pek de fikirleri yok. Yalnız ders kitaplarından gördükleri kadar.
Bütün gün ufak bedenlerinin çektiği onca iş, yorgunluk ama tatilin, tatilde gezecek olmanın o enfes duygusu uyutmamış sabaha kadar.
O gün erkenden uyanıp giyindiler. Birer ekmek arası domates biber ellerine aldılar, yiye yiye çıktılar evden. İş yerinde bir güzel tarifini aldılar büyük çocuklardan. Şimdi ver elini lunapark.
Şehrin meydanı kaldıkları eve iki saat yürüyerek. Yürüyerek ama onlara ağır gelir mi? Her adımda bir büyük hayret. Köy yerinde ayıp sayılan bir çok şey burada olağan. Karşıdan el ele oğlanla kız geliyor. Bizimkilerin yüzü kızarıyor. Önlerine bakarak geçiyorlar. Geçtikten sonra merak ediyorlar ve fakat arkalarına dönüp bakamıyorlar. Yaşı geçkince bir kadın köpek gezdiriyor şehrin kaldırımlarında. Köye dönüp davar köpeğinin boynuna ip takıp gezdirmek hevesi düşüyor içlerine birden. Köyün diline düşeceklerini bildikleri için vazgeçiyorlar.
Adımları birbirine dolanıyor meydana yaklaştıkça heyecanları katlanıyor.
Öğretmenleri nasıl da ballandıra ballandıra anlatmıştı. Kitaptaki resimde dönme dolaba binen çocuğu az kıskanmamışlardı. Balerinin eteği nasıl da uçuşuyordu.
Bütün bir hafta bunun planını yaptılar. Hayalini kurdular. İşe gireli ne olmuştu ki ustaları birer cep harçlığı vermişti ama lunaparka yeter mi yetmez mi bilmiyorlardı.
Nihayet kalplerini yerinen oynatan, hayallerinin gökyüzünü süsleyen, o bir kitap karesine sıkışmış kalmış lunaparkın kendisi tüm ihtişamıyla şehrin meydanında görünüveriyor. Var güçleriyle koşuyorlar. Bir adım geride bıraktıkları yol kararıyor bir adım ilerisi aydınlanıyor. Onlar adım attıkça ayakları yerden kesiliyor. Gökyüzünün nurdan merdivenlerine atıyorlar adımlarını. Unutuyorlar ne bıraktılarsa geride.
Ve lunaparkın kapısı önlerinde. Bir adım daha atsalar içerideler. El ele tutuşmuş yıllardır ayrılmayan arkadaşların gözleri yuvalarından çıkacak. Bir an duraklıyor ve hızla geçiyorlar kapıdan . içerisi bambaşka bir dünya. Çığlık çığlığa… babalarının ellerinden tutan çocuklar. Bir köşede dondurmacı:
- Maraaaaa…ş dondurmaaaa
Diğer köşede mısırcı:
- süüüüü…t mısıııııır
Uçan balonlar rengarenk. Hayretler içinde havada süzülen balonlarda kalıyor gözleri.
Diğer taraftan pamuk şekerler geliyor. Allı, morlu…
Çocuğun biri babasının yardımıyla omzuna dayadığı boncuk tüfeğiyle balonları hedef alıyor.
Bir o köşe bir bu köşe … dolaşıp duruyorlar. Köye gitseler de anlatsalar bıkmadan, usanmadan.
Heyecandan akıllarına bu devasa oyuncaklara binmek gelmiyor. Birden ikisi de ellerini ceplerine atıyorlar. Çıkan avuçlarda şıngır şıngır paralar. Birinde iki buçuk, diğerinde iki buçuk. Topluyorlar beş lira. Gözleri hızla bir gişe arıyor. İlkin bir dönme dolaba binecekler. Koşa koşa varıyorlar gişenin önüne. Gişenin kapısında kocaman yazıyla bir kişi beş lira.
Kalıyorlar orada öylece. Tüm lunaparkın ışıkları kararıyor. Eğlence boğazlarında düğüm oluyor. Köyün ağaç bitmez boz dağları geliyor gözlerinin önüne.
Birbirlerine bakıyorlar. Kim binecek.
Hangisi o hayal perdesini aralayacak. Adımını içeri atıp kurtulacak bu hayatın keşmekeşinden. .Hangisi, birkaç dakikalığına da olsa unutacak zorlukları, binecek ak küheylanın sırtına, sürecek mor dağların zirvelerine. Bir başına zirvelere değip gelecek.
Hala göz gözeler.
Önce Ali teklif ediyor:
- hadi bin sen , ben seyretsem de olur.
Karşı çıkıyor Veli buna:
- Anca beraber ganca beraber emmoğlu.
Fatih Zeyrek
03/10/2011
PAZARTESİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.