- 2375 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BÜYÜK DÜŞÜNEN KÜÇÜK İNSANLAR
Yaşadığımız modern asrın temel ve esaslı vasıflarından en önde geleni ,hiç şüphe yok ki,insanların,mesleklerin ve olayların büyük bir hızla artışı. Savaşalar,katliamlar ve toplumsal facialar her geçen gün artıyor. Dünyada yaşananlar teknoloji vasıtasıyla her eve girebiliyor ve girdiği her evi dünyanın küçüklüğüne tanık ediyor. İnsanların arttığı,nüfus patlamalarının olduğu bir dünya da her yer insanlarla dolu.
Şehirler,sokaklar,bankalar,Alışveriş merkezleri,hastaneler,Cezaevleri,ibadet yerleri insanlarla kaynıyor. Ürkütücü,Tedirgin edici ve korku veren bir manzara ile karşı karşıyayız. Bu insan yığınları,bu kalabalıklar karşısında hayrete düşmemek elde değil. Hayretimizin asıl nedeni geçmişe nazaran çağımız insanın “ yığınlaşma ve niteliksizleşme” sürecini daha yoğun ve daha hızlı bir şekilde yaşıyor olması.Yaşanan bu sürüleşme ve herkesleşme sonunda insanlar aynileşiyor,anlayışlar ve davranışlar benzeşiyor.
Ve daha da önemlisi bir bilinç savrulması yaşayan ve kendini herkes gibi hisseden yığınlar bunun bir sorun olduğunun farkında bile değiller. Her tarafta bir yüzeysellik,bir nemelazımcılık,bir bayağılık ve bir seviyesizlik var. Entellektüel seviyeleri yüksek olan okumuşlar bile bu saydığımız özellikleri gerek davranış boyutunda gerekse hissiyat boyutunda yaşıyorlar. Çok iyi okuyabilen,çok iyi yazabilen ve çok iyi konuşabilen insanlar hayatı yüksek kalitede ve seviyede yaşama hususunda sınıfta kalıyorlar.
İşte Modern zamanlar bahsettiğimiz bu tezatların ve karmaşaların önceki zaman dilimlerine nazaran daha yoğun ve daha fazla yaşandığı bir çoklu zaman dilimi. Her tarafımızı çoklu süreçler ve anlayışlar kaplamış. Herkesin ve her şeyin çok olduğu bir asrın çocuklarıyız. Çoklu kültür,çoklu yaşam biçimi,çoklu sanat alanları,çoklu dinsel yaşam...Tüm bu çokluklar içinde modern insan kendi tekliğini ve biricikliğini unuttu. Bu tasvir ettiğimiz ortamda yaşayan bireyler kendilerine sunulan tek bir hayatı yaşarken bir çok şeyi görebiliyor olmanın aldatıcılığı ile rehavete kapılıyor ve bunun sonucunda da sahte bir bilinç kazanıyorlar ve sahte bir hayatı yaşıyorlar.
Yaşanan hayat bir tanedir. O hayatta Batının modern zamanlarda bize sunduğu dünya hayatını tek veri kabul eden dünyevi hayattır.Bu hayatın bir çok vechesi ve şekli vardır. Ve fakat dünya hayatının tekliği tüm alanlara ve ortamlara farklı şekillerde sirayet etmiştir. Birden fazla din olabilir, birden fazla felsefi ve edebi akımlar olabilir,çok fazla fikir ve yorum olabilir,ekonomik ve siyasi teoriler dünya ülkelerini farklı boyutlardan yorumlayabilirler. Ama Yaşanan bir gerçeklik var O da batı medeniyetinin inşa ettiği öte dünyası ve buna bağlı bir yaşamı olmayan Batılı Yaşam Biçimidir. Ve insanoğluna kabul ettirilmiş sahte bilinçten dolayı bu fark edilemese de böyle bir gerçeklik var.
Yığınların her şeylerinin aynileştiği ve benzeştiği bir duruma geldiği bu modern ortamda zevkler,giyimler,korkular,nefretler,inançlar ve daha bir çok şey aynı olmaya başladı. Ülkelerin sınırlarının bir şey ifade etmediği bir dünyada farklı olan ve değişik görünen her türlü unsur ya baskı altına alınıp ehlileştirilmeye çalışılıyor ya da bir şekilde yok ediliyor. Bu aynileşme ve benzeşme süreci ne yazık ki Batının istediği ve arzuladığı noktadan gerçekleşiyor. Sinemasıyla,kitaplarıyla,ekonomi,siyaset ve sanatıyla önümüze bir düşünce ve yaşam biçimi koyuyor. Bizler Bu düşünce ve yaşam biçimiyle bizim olan değerlerimize,düşüncelerimize ve yorumlarımıza uzak kalıyor,yabancılaşıyor ve hatta daha da kötüsü düşman oluyoruz. Ve kendimizi onların gözüyle görmeye ve onların gözüyle anlamaya çalışıyoruz. İşte bu nokta da Batının hayat tarzıyla,aklıyla,kalbiyle beslenmiş bir insan ve toplum artık kendi aklını ve kalbini tanıyamaz,anlayamaz ve sonunda da yabancılaşır bir hale geliyor. Bu anlamda Genelde İslam Ülkeleri ve özelde Türkiye Halkı,Aydınları,siyasetçileri ve sanatçılarıyla bu yabancılaşma sürecini yaşıyorlar.
Batının doğurduğu modern insan tüm insanlığın protipi,modeli ve örneği olarak önümüze konulmuştur. Zahirimizle,batınımızla,evimizle,sokağımızla bu bir tek modeli yaşama gayreti içinde çırpınıyoruz. Çünkü bu imkanı tek imkan ve tek doğru olarak görüyoruz.
Diğer insan modelleri yok ve yabancı sayıldığı için onlara ne saygı duyuluyor,ne önem veriliyor. Hatta çağdışı ve geri olarak görülüyorlar.
Büyülü Batı Yaşam Biçimi kendi nefsaniliğimize yakın geldiği için kabul edilmesi,yaşanması ve içselleştirilmesi kolay geliyor.
Batının kurduğu bu sofradan insanlık yaklaşık 200 yıldır besleniyor. Aldığımız gıdalar nicelik ve nitelik değişse de aynı. Başka sofralardan beslenenlerin reddedildiği bu sofrada “Yabancılara” yer yok. Kurulan bu sofra,dünya sofrası ve içindeki gıdalar yunan felsefesi,Roma hukuku,hristiyan kültürü,Yahudi dünyeviliği,hümanizm ve modernleşme.
İnsanoğlunun içinde bulunduğu bu durum bize sunulan “maddi hayat imkanlarının” artışıyla atbaşı giden bir durum. Refah seviyesi yüksek,huzurlu ve mutlu bir hale ancak maddi sıkıntıları çözerek ve ekonomik anlamda kalkınmış olarak vara biliriz teziyle insanlığın sofrasını donatmış olan batı bunu bir marifet ve hakikat bilip tüm insanlığı bu sofranın başına çağırıp başköşeye de kendisi oturmuştur.
Ve fakat şunu çok iyi bir şekilde kavramak gerekir ki “insanoğlu kendini kendi hayatının sınırları içinde,değerleri ve anlamları içinde tamamlar ,olgunlaştırır. Dünyamızın sınırları kadar kendimize bir hayat oluşturabiliriz. Batının sunduğu hayatı yaşayarak kendi dünyamıza doğru yürüyüşü ve olgunlaşmayı sağlamamız mümkün değil.
Modern Dünyada yaşayan Müslüman insanlar olarak “insanlığımızın bütünü”, “Değer ve Yaşam Tarzımızın tamamını” bir anda ve hemen gerçekleştiremeyiz. Tasvir ettiğimiz Bu tablo içinde nerede ve nasıl durduğumuzu anlamaya çalışmalıyız. Kendi dünyamıza ancak yaşadığımız hayatı sorgulayarak ve anlamaya çalışarak ulaşabiliriz. Yaşanan dünyadan kendi dünyamıza ancak farkına vararak ve doğru düşünerek yol bulabiliriz. Yaşadığımız hayat varoluşumuzun hangi yönlerine sokulmuşsa bu yönler hayatlaşır. Böylece dünya ve insanlarla ilişkilerimiz bu yönler vasıtasıyla gerçekleşir. Bu anlamda kendi dünyamıza varlığımızın hangi yönlerinin işgal edildiğini tespit ederek başlayabiliriz.
Yaşanan günlerin tam ortasında Onlar[batı]var. Artık Kendimizi kendi hayatımızın tam ortasına bırakmanın zamanı geldi ve geçiyor. 200 Yıldır Onların dünyasına doğru başkalaşım ve değişim yaşarken bundan sonra mensubu olduğumuz İslam Dininin yüzlerce yıllık mirası ve birikimiyle,Asılları ve esaslarıyla bir başkalaşım ve değişim yaşayalım.
İnsan olarak yeryüzündeki yürüyüşümüzün, biricikliğimizin ve anlamımızın farkına varıp “Herkesin Yaşadığı hayatları” içimize süzmeyi bırakalım.Bunun içinde köklerimize ve asıllarımıza,kitaplarımıza ve eserlerimize,büyüklerimize,Alimlerimize ve evliyalarımıza tekrar sarılalım.
Faraziyeleri,uyduruk fikirleri,entelektüel gevezelikleri ve sanal gündemleri bırakıp hayatımızı vahiy bağlamında ele alıp uzun zamandır unuttuğumuz kendimize yani tarihimize ve keşfedilmeyi bekleyen değerli ve üstün mirasımıza dönelim. Kendi hakikatimizi Batıda veya herhangi başka bir medeniyetde aramayalım.
Batı İnsanlığa kendi biricikliğini ve hakikate ulaşma isteğini unutturdu. her şeyin tükendiği bir dünya kuran batılı uydurmaca hakikat öyküleriyle insanlığı hakikatle yüzyüze
Gelmekten uzaklaştırdı.Çünkü Yaşadığımız zaman dilimi insanın kendi hayatını yaşarken tüm insanların hayatlarını yaşadığı ve kendi ayrım noktasını kaybettiği ,unuttuğu bir sahne haline geldi. Televizyon,Bilgisayar,Basın yayın başka hayatları hayatımıza sokup bizi bizim olmayan başka hayatlara ortak ediyor. Böylece bizler kendi özel dünyamızı kaybederek yığınlaşıyoruz.
Hakikatimizi kaybettik modern zamanlar da. Kendi varlığımızın önüne bir sürü perdeler çektik. Zevk,Tembellik,Kolaycılık,Taklit,taassub gibi bir çok perdeyle önümüzü ve kendimizi göremez hale geldik.
Kovulmuş bir hayatı yaşıyor insanlığımız. Savrulmuş ve Sinsice yaşanan bir hayatın içinde yalnızlıklara sokulmuşuz. İnsanlık Kendinden,Evinden ve Yaratıcısından Çok uzaklara savruluyor.İnsanlığımız her geçen gün biraz daha küçülüyor. Pörsümüş ve köşeye sıkışmış bir insanlığın içinde çaresizce çırpınıyoruz. Sesimiz sessizliğimizin içinde mahfuz.
Devasa bir medeniyet ve teknoloji içinde yaşayan minicik hayatlı ve ahlaklı insanlar türüyor.Eni boyu belli insan müsveddeleri her tarafı sarmış bulunuyor.
Büyük insanlığımızın örtüsünü kaldırıp dünyalar ötesi varlığımızı hayatlaştırmanın zamanı gelmedi mi? Kısırlaşmış bir hayatın içinden ötelerin sesiyle çıkıp öteleri bu dünya ya aktarmanın zamanı gelmedi mi?
“ İncecik bir Rüzgar eser ötelerden,Şimdideki karışık varoluşumuza nur üflemek için...
Binlerce yılın içinden süzülen sonsuzluğun hakikatini hayata ve ruhumuza dokundurmanın zamanı çoktan geldi.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.