- 1298 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AYI'NIN GAZABI
Çok soğuk bir kış günüydü. Sarıkamış-Kars otoyolunda kar nedeniyle araçlar çalışmıyor, yolda kalanlar ise yoğun bir sis ve kar fırtınası olduğu için bir türlü kurtarılamıyordu. Aradan 48 saat geçmiş ancak yolda kalanlara bir türlü ulaşılamamıştı. En azından battaniye ve kumanya ile hayatta kalmaları sağlanmalıydı.
Yola çıkarılan kurtarma timi komandolardan oluşturulmuştu. Erler sırt çantalarında kazak, battaniye, su ısıtmak için c 4 tahrip kalıbı, ilaç, çorap gibi kurtarma malzemeleri taşıyorlardı.
1979 yılının kara kışının, son yüzyılın Türkiye’deki en soğuk kışı olduğu söylenir. Öyle ki, bu yıl Erzurum’da ısı -47’ye düşerek, en soğuk il olan Ağrı’yı bile geride bırakmıştır. Şehirde otomobil motorlarının onca antifirize rağmen patladığı, kaloriferlerin hiç çalışmadığı hafızalara kazınmış kötü anılar olarak hatırlanır.
Kurtarma ekibi kar araçlarının bile giremediği bir noktadan sonra kayakları ve hedikleri ile yola devam ediyor, ancak tipi ve soğuk nedeniyle 2,5 metrelik oturak ipleriyle birbirlerine bağlı olarak ve çok yavaş ilerliyordu. Yola çıkalı 4 saat olmuş, 2 kez mola vermişler, ama hedefe ulaşamamışlardı.
Ekibin başında tecrübeli, kış şartlarında çok iyi yetişmiş bir yüzbaşı vardı. Yardımcısı da yaşlı, kurt bir astsubaydı. Yüzbaşı pusula ile yolu bulmaya çalışıyor, astsubay erlerin arasında ileri geri dolaşarak hem grubun emniyeti hem de erlerin kazasız gidip gelmeleri için uğraşıyordu.
Kurt ulumaları, sanki onlara saldıracak sürü yanlarındaymış gibi korkutucu ve gürültülü bir hal almıştı. Askerler bazen de yanlarından geçen tilkilerle karşılaşıyorlar, onların koca kuyruklarını sallayarak koşmalarına gülüyorlardı. Çok acıkmış ve yorulmuşlardı. Yolun 1 km kadar içlerinde bir köy vardı. Yüzbaşı rotayı oraya çevirdi.
Erler bu sefer hediklerini takmış, hızlı yürüyüşe geçmişlerdi. Köpek ulumaları köyün onlara yakınlığını belli ediyordu. Sonunda köyün kahvesini buldular. İçeride oluşan buhar camları gölgelemiş, kahvehaneye kasvetli bir hava vermişti. Kahvehane tıklım tıklım doluydu. Oturanlar içeri giren 32 kişilik kurtarma timine hemen yerlerini verdiler.
Ortada büyük bir soba vardı. Gürül gürül çam odunu ile yanan sobadan yayılan reçine kokuları, mistik bir ortam oluşturuyordu. Erler, hemen eldivenlerini çıkartıp ellerini sobaya uzatmak istediler. Yüzbaşı, biraz kızarak onları sobadan uzaklaştırdı. Çünkü donmaya açık ten, ateşle asla direkt temas etmemelidir. Dokunun bozulmaması onu yavaş yavaş ısıtmakla mümkün olur. Bu yüzden önce eldivenlerini çıkarttırdı, sonra oda sıcaklığında 10 dakika zaman geçirtti.
Üzerlerindeki içi müflonlu uzun Amerikan parkalarını dış tarafları sobaya dönük olacak şekilde istif ettirdi. Kayak ve dağ eğitiminde giydikleri botları da çıkartınca ıslak çorap ve ayak kokusu kahvehaneye yayılmıştı. Köylüler yerlerini askerlere vermiş, onların çayı iki elleriyle kavrayıp yavaş yavaş yudumlamalarını seyre dalmışlardı.
Köyün iki genç öğretmeni yüzbaşı ile koyu bir sohbete koyulmuşlar, ama yüzbaşının bakışları salonun en dibinde oturan sakat bir adama takılı kalmıştı. Adamın elleri sanki tersine dönmüş gibiydi. Ağzı sürekli açık ve sol tarafına doğru çarpıktı. Gözleri ise yuvalarından fırlamışçasına açık ve yine sola kaymış gibiydi. Ayak uçları birbirine değiyor, beli doğrulmayıp öne yıkılmış gibi duruyordu. Ona acıyarak bakan yüzbaşıyı genç öğretmenlerden biri uyardı: “Bu ceza, ona az bile, komutanım. Ne yaptığını bilsen, ona hiç acımazdın.’’
Masaya oturmuş çaylarını yudumlamaya başlamışlardı. Yüzbaşının meraklandığı yüzünden belli oluyordu. Genç öğretmen güzel anlatımıyla konuyu yaşamış gibi anlatmaya başlamıştı: “Bu adamın adı Kasım’dır. Ona arı yetiştirdiği için Arıcı Kasım derler. Üç çocuk babası Kasım’la köylünün arası pek iyi değildir. Kovanlarını istediği yere koyar, şekerli su ile bala hile katar ve cüssesine güvenerek komşularıyla hep hır çıkartırdı.
Geçen sene ballarını çalan iki yavru ayıyı yakalayıp, sopa ile döverek öldürmesi, onları uzak bir yere bırakmayı teklif eden öğretmene hakaret etmesi köylüyü de muhtarı da pek kızdırmıştı. Ayı deyince yüzbaşının gözleri büyük ayı postuna takılmıştı. Bu postun bahsedilen ayı yavruları ile bağlantısı olamaz, diye düşündü.
İki yavrunun da boyları 60 cm’yi geçmiyordu. Yine de onların derilerini yüzüp cesetlerini köy dışına atmış, anne ayının günlerce homurdayarak ağlayışını köye dinletmişti. Kadınların açıkça ah ettikleri kulağına gidiyor, ama o hala gülerek hayvanlara acımamak gerektiğini söylüyordu. Allah’ın böyle yaratıkları insanların arasında yaşatması ne kadar acı!
Bir gün hava soğumaya başlamış, ama kar henüz inmemişken Kasım, Kars’tan kışlık erzak almış, köye dönüyordu. Köyün hemen yanında sarp bir dağ silsilesi uzanırdı. Dağın bir yamacı çam ormanları, diğer tarafı ise uçurum ve kayalıktı. Bu kayalığın ortasında 60 cm’lik, tek insanın yürüyebileceği bir geçit vardı.
Kasım buradan geçerse yolun çok kısalacağını düşündü. Sırtındaki erzak çuvalı ona epey ağırlık veriyordu. Çocukluğunda bu geçitten çok geçmiş, arkadaşlarıyla dolaşırken geçidin 50 m altında akan dereye çok gelmişti. Bu yükle uzun uzun yürümektense geçidi kullanmaya karar verdi. Geçit yaklaşık 80 m kadar vardı. Sis görüşü epey kısaltmış, kayaları kaygan hale getirmişti. Dikkatlice geçide girdi, kıvrımlarla giden geçitte 10 m ötesi görünmüyordu. Bir tarafı dimdik kayalar, öbür yanı derin bir uçurum, böyle bir geçitte çok dikkatli olmalıydı. Torbayı sırtına güzelce bağladı, aşağı bakmamaya çalışarak geçitte yürümeye başladı. Geçit kıvrımlar yaparak, dağın bu uçurumlu yamacında uzanıp duruyordu. “İyi ki geçide girdim, yoksa çok dolanırdım’’ diye düşündü.
İkinci kıvrıma kadar bazen düz yürüdü bazen de elleriyle yamacı sararak sırtı açığa dönük ilerledi. Kıvrımı dönmüştü ki, birden karşısına çok iri bir ayı çıktı. İkisi de donup kalmışlardı. Aralarındaki mesafe 6 metreyi geçmiyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Geri dönmek, koşarak kaçmak belki onu ayının elinden kurtarabilirdi. Ayı önce onu şöyle bir süzdü, adamın çok korktuğunu anlamıştı.
Kasım’ın aklından baharda öldürdüğü iki yavru geçiyordu. Çünkü ayı yavrularındaki sırtından başlayıp göğüslerine doğru inen beyaz akıtmanın aynısı bu ayıda da vardı. Bu erkek ayı muhtemelen o yavruların babasıydı. Acaba yavrularını döverek öldüren insanoğlunun bu adam olduğunu bilebilir miydi?
Ayı onun şaşkın bakışları altında, uçurum tarafına kendi vücudunu sarkıtıp geçidi kollarıyla tutarak ona yol veriyordu. Ama ya geçerken ayağımı pençeleriyle tutarsa, diye Kasım’ın aklından geçti. Fazla bekleyemezdi. Çevik bir hareketle ayının sarktığı yerden geçti. Birkaç adım ilerledi, sonra dönüp ayıya baktı. Ayı hala uçuruma sarkmış duruyordu. Çok iri bir hayvandı. Epey güzel bir postu vardı. “Aptallık etmemeliyim”, diye düşündü. İnsan kisvesi altında taşıdığı vahşi hayvanlığı harekete geçmişti bir kere.
Gözünün önünde sivri bir kaya parçası vardı. Birden kayayı kapıp ayının pençelerine vurmaya başladı. Sivri kaya, bıçak gibi pençeleri yarıyor, kan Kasım’ın üzerine kadar fışkırıyordu. Ayı uçuruma biraz daha kaymış, homurtuları yalvarmaya dönüşmüştü. İnsanoğlunun yaptığına inanamıyor gibiydi. Kasım öbür pençeye olanca gücüyle vuruyor, ayının kendisini yukarıya çekemeyeceğine inandığı için kafasına da tekme atıyordu.
Ayının çığlıkları vadide yankılanıyor, korkunç bir hal alıyordu. Koca kaya ile vurduğu pençelerin parmak kemikleri çıtır çıtır kırılıyor, ayı artık kendini tutamıyordu. Hayvan son kez yalvaran gözlerle Kasım’a baktı sonra da kendini boşluğa bıraktı. Sis biraz dağılır gibi olmuştu. Yüzünde vahşi bir gülümseme vardı Kasım’ın. Geçidi süratle geçip, köye en yakın yamaçtan aşağı inerek dere yatağını buldu. Buraları iyi biliyordu.
Ayı uçurumdan düşünce hemen ölmemişti, ama kemiklerinin çoğu kırılmıştı. İnleyen sesler çıkartarak yardım bekliyordu. Kasım koşarak yaklaştı. Bu sefer büyük bir taşı havaya kaldırmış ve tam kafasına indirmişti. Yalvaran gözler, inlemeler Tanrı’nın yarattığı bu akıllı hayvanı öldürmesini engelleyemezdi. Onun tek gördüğü, kışa girmeden önce sıklaşmış, parlamış, güzel posttu.
O postu salonunun duvarına asmalı, herkese elleriyle koca ayıyı öldürüşünü övünerek anlatmalıydı. O ayıya can veren Allah’ı onun tabiatın bir parçası olduğunu, kendisine uçurumda yaptığı iyiliği, hep unutmuştu. Koca kafasını posta bağlı bırakıp uzun pençelerini de çıkartmazsa daha görkemli görünebilir diye düşünüyordu. Koca vücudu da leş yiyicilere iyi bir ziyafet olurdu. Birkaç vuruştan sonra ayı tamamen nefes almaz olmuştu.
Öldüğüne emin olduktan sonra zorlayarak ayıyı sırt üstü çevirdi. Boynundan başlayarak bütün vücudunu keskin bağ bıçağıyla yardı sonra kollarının iç tarafını da keserek postu yüzmeye hazır hale getirdi. Kafaya dokunmamıştı, onun etlerini boşaltarak post üzerinde bırakacak gözlerinin yerine boncuk koyarak canlı bir görünüş verecekti. Bir saat içinde post yüzülmüş, tuzlanmaya hazır hale gelmişti. Katlayarak sırtına aldı.
İri hayvanın postu bile çok ağırdı, ama değerdi. Köye koca bir kafa ve postu ile gelen Kasım’ı köylüler şaşkınlıkla karşıladı. Herkes bu koca ayıyı nasıl öldürdüğünü soruyordu. O ise kana bulanmış ellerini ve bağ bıçağını göstererek “İşte bunlarla, işte bu bıçakla” diye cevap veriyor, zalimce gülüyordu. Postu kahvenin önünde yere serdiler. Köyün tecrübeli avcıları post üzerinde yorumlar yapıyordu. “Hele nereden soktun bıçağı, Kasım? Kalbine mi? Yoksa neresine Looo?’’
Kasım’ın hiç aklına gelmemişti bu sorular. “Gırtlağına sapladım, görmez misiniz nasıl kesmişim boynunu.” Avcılar tatmin olmamışlardı, ama fazlası onları ilgilendirmezdi.
O gece ev halkının yardımıyla tuzlanan post, salonun duvarına asıldı. Önce dik olarak asmayı denediler, çok büyük olduğu için yan çevirmek zorunda kaldılar. Başın içini boşaltmaları mümkün olmadı. Onu da sonraya bıraktılar. Kuzu postu gibi duran iki yavrunun postlarını da büyük postun iki yanına gerdiler. Omuzdan kollara doğru uzanan beyaz akıtma, kahverengi ayıların akraba veya baba ile yavruları olduğunu gösteriyordu.
Kasım şişinerek “Ben bu ayının zürriyetini kuruttum’’ diye gülüyor, çocukları da babalarına saldırdığına inandıkları bu koca ayının ölümünden mutlu olmuşa benziyorlardı. O gece komşular, akrabalar, hepsi oturmaya geldiler. Arıcı Kasım ‘ın ismini, Ayıcı Kasım yaptılar. Küçük bir çakıyla koca ayıyı öldüren bu kahramanı öve öve bitiremediler.
Bir tek karısı bu olaydan hoşnut olmamıştı. Ama zavallı hiçbir şey söyleyemiyordu. İçinde bir huzursuzluk vardı kadıncağızın. Kocasının bu kadar yürekli olduğuna inanası gelmiyordu. O aslında kof bir adamdı.
Gece yarısı Kasım, karısını dürterek uyandırdı: “Kalk kız, git bak, post yerinde duruyor mu?’’
Kadın, korku ile kalkarak solona baktı, evet duruyordu . “Neden uyuyamıyorsun?’’ diye sordu kocasına.
“Uyku tutmuyor. Hep ayının bana saldırdığını görüyorum. O iki küçük için de, onlar, benim yavrularımdı deyip duruyor.
“Üzülme Ağam, o ayı sana saldırmasaydı, sen neden onu öldürecektin ki?’’ diye kadın cevap verdi . Uyumaya çalıştılar, ama Kasım’ın uyuyamadığı, yatağında durmadan dönmesinden belli oluyordu.
Ezan okunurken kadın uyandı. Kasım donuk bir yüzle ona bakıyor, ama konuşmuyordu. Hiç uyumamış olduğu yüzünden belli oluyordu.
“Konuş adam! Sen yalan söylediğinde ben hep anlarım da, sesim çıkmaz. Bana doğruyu söyle. Bir ölü post seni neden korkutsun? Anlat kocam. Benden saklama.”
Kasım, ağlamaya başlamıştı. “Yalan dedim, her bir şeyi yalan dedim.” Sonra oturup gerçeği anlattı. Bu büyük yalanı, bu vicdansızlığı, karısından saklayamadı.
“Bu post canlı gibi üzerime gelir. Ben ne ettim? Nasıl bir nankörlük bu. Allah’ım beni affetsin.”
Kadın ılık bir süt getirdi, Kasım’a içirdi. “Hadi uyu artık, yarın herkese gerçeği anlatır, Tanrı’dan af dilersin.”
Kadın namazını kıldı, Allah’a kocasını affetmesi için yalvardı, sonra epey uykusuz kaldığı için yatağına döndü. Kocası kıpırdamadan, sırtını onun tarafına dönmüş, çengel gibi bükülmüş, uyuyordu. Bütün yorganı üzerine almıştı. Yorganı çekiştirdi, alamayınca zorladı. Kasım yorgana sarılmış gibiydi. Yüzünü çevirmiş konuşmuyor, cevap vermiyordu.
Gün ağarmıştı. Kocasının yüzüne baktı. Aman Allah’ım! Kasım çarpılmıştı. Gözleri yuvalarından fırlamış gibi bakıyordu. Elleri dışa dönük ve büküktü. Dizleri ise kıvrılmış, vücudu iki büklüm olmuştu. Kadın epey korkmuştu. Çığlıklar atmaya başladı. Ev halkı korkuyla odaya doluştu.
Kadın koşarak salona geçti. Postu yerinden sökerek köyün meydanına getirip attı. Kahvehaneci hemen postu sahiplendi. İmam ve öğretmenler bir koşu Kasım’ın evine geldiler. Olayı Tanrı’nın cezalandırması olarak gören imam hemen dualar okumaya başlamıştı. Kadın kocasından duyduğu gerçeği yüksek sesle anlatıyor, ayıya da, Kasım’a da lanetler okuyordu. Öğretmen daha önce iki yavrunun öldürülüşünde Kasım’a tepki göstermiş, “İki petek balın karşılığı, iki can olmaz.” demişti.
Hemen Kasım’ı bir minibüse bindirip Kars Devlet Hastanesi’ne gönderdiler. Böyle sıhhatli bir insanın çok kötü bir felç geçirmesine doktorların bile aklı ermemişti. Kasım’ın yanında hastaneye giden karısı, işin aslını etraflarında bulunan doktor ve hemşirelere ağlayarak anlatıyor, beddualar ediyordu. Muayeneden çıkan doktorlar böyle bir felç görmediklerini, ellerin ayrı, ayakların ayrı, yüzün apayrı çarpıldığını söylüyor, birbirlerine bakarak karısının olayı Allah’ın gadrine bağlamasına içlerinden hak veriyorlardı.
Birkaç ay evde yatan Kasım konuşamıyor, tuvalete gidemiyor, kendi kendine yemek yiyemiyordu. Her yeri çarpıktı, ama bilinci yerindeydi. Onu her sabah kahvehaneye getirip, duvarda asılı duran ayı postunun altına oturturlardı . Çişi geldiğinde, acıktığında, öyle bir ses çıkartırdı ki bilmeyen bu sesin bir insandan değil, vahşi bir dağ ayısından geldiğini sanırdı. Onun homurdanması kahvede oturanları eğlendirir, meydanda oynayan çocukları ise güldürürdü.
Hikâye bitip çaylar içildiğinde kahveyi saran sessizliği yüzbaşının gür komutu bozdu: “Toplannn!” Hikâyenin rehavetine dalarak sıcağın da etkisiyle gevşeyen erler birden silkelenerek Kasım hakkında yorum bile yapamadan, telaşla toparlandılar.
Kurtarma ekibi botlarını giydi, eldivenlerini taktı, çantalarını yüklendi, köylüye teşekkürler edip tipinin göbeğine doğru kahvehaneden ayrıldı.
Çıkarlarken en sonda kalan yüzbaşının Kasım’a dönerek “Seni Allah kurtarsın, Allah ıslah etsin.” demesine Kasım, başını sallayarak ve bir ayı gibi homurdanarak cevap verdi.
Haklısın der gibiydi...
E. Yaşar Ovalı
11.11.2011
YORUMLAR
yukardaki küçük ayıcık çokkk tatlı ama, ne yapıyor o? işini çok ciddiye alıyor belli...
esma_sultani tarafından 12/22/2012 6:13:56 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
İnsan kendisine zarar vermeyen bir canlıyı ,nasıl öldürür, nasıl zulüm eder?
İnsan inanamıyor.
Saygılarımla.
kukurikuu
Sayın Hocam,
Sabır ve sakınmasız yorumlarınıza hayranım. Güncel dertler bizleri okumak denilen, kutsal öğretiden alı koyuyor. Bu psikolojiden sıyrılabiliyor sunuz .
Tebrik ve teşekkürlerimle, saygılarımı sunarım.