TÜRKİYEDE ÖĞRETMENDEN NE BEKLİYORUZ! MEMURLUK MU, LİDERLİK Mİ ? /Ali TÜRER
Daha önceki yazımda Milli Eğitim bakanlığının 2012 Şubat başında yaptığı atamalardan yola çıkarak, Türkiye’de öğretmen yetiştirme serüvenini paylaşmıştım sizlerle. Aslında öğretmen yetiştirme alanında zengin bir tarihsel birikime sahibiz. Ancak bu zengin birikimden gerektiği gibi yaralanamadığımız da ortada. Davul YÖK’e bağlı Eğitim Fakültelerinin boynunda, tokmak Milli Eğitim Bakanlığının elinde bir garip durum söz konusu. Arada senkronik bir ilişki olmayınca da kabak öğretmen adaylarının başında patlıyor.
Belki öncelikle soruna müdahale de buradan başlamalı. Yani belki hiç değilse ilköğretim alanında istihdam edilecek öğretmenleri yetiştirecek okullar; Milli Eğitim Bakanlığı ile YÖK’ arasında bir protokolle meslek okulları şeklinde yeniden düzenlemeli. Bu iki başlılık ortadan kalkmalı.
Ama önce öğretmen yetiştirme boyutunda Türkiye’nin vizyonu ne? Buna bakmak lazım. Örneğin önce şu soruya yanıt aramalı: Demokratik, çağdaş bir Türkiye için; mesleki kişilik sahibi üreten, sorgulayan, taşın altına elini koyan, kendi gelişim sorumluluğunu üstlenmiş, düşünen yapıcı yaratıcı yeni tip insanı yetiştirecek öğretmen nasıl olmalı, Böyle bir öğretmen nasıl yetiştirilmeli?
Bilgiyi depolayıp aktaran öğretmen tipi çok gerilerde kaldı. Bugünün öğretmeni esas olarak öğrencisine bilgiye nasıl ulaşacağını, bilgiyi nasıl kullanacağını öğretmeli. Yani öğretmen asıl işinin bilgi aktarmak değil yöntem öğretmek, düşünmeyi öğretmek, araçları kullanmayı öğretmek olduğunu bilmeli.
Peki klasik devlet memuru olacak biçiminde yetiştirilen bir öğretmenden böyle bir inisiyatif kullanması beklenebilir mi? İşte Türkiye’de öğretmen yetiştirme boyutunda temel sorun burada yatıyor.
Devlet memuru gücünü atanmış olmaktan alır. Bir kere atandı mı; bütün işi ona bağışlanan konumu korumak, kendisini atayana şirin görünmek, ona yaranmaktır. Kendisine söyleneni yapar, kendi altındakinden de ona söylediği gibi yapmasını ister. Ortamda alışılmışın dışında bir yenilik önerisini, konumunu sarsacak tehdit olarak görür. Devlet memuru tutucudur. Risk almaz. Kendini geliştirmekle değil tekrar etmekle ilgilenir. Tabi burada bir zihniyetten bahsediyoruz. Yoksa sonuçta herkes devlet memuru.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul müdürlerine bir bakın. Yüz de doksan dokuzunun temel karakteristik özelliği budur. Bu geleneksel çizgiye aykırı düşenler zaten sistem içinde barınamaz. Sistem onu bir şekilde halleder.
Üniversiteden başlayarak, temel eğitim ile hizmet içi eğitim ile Türkiye’de üretilen öğretmen tipi de budur. Çünkü bu sistemi üreten eğitim felsefesi önce Türk Etnik Kültürü etrafında, daha sonra “Atatürk Milliyetçiliği” ve “Atatürk ilke ve inkılâpları” temelinde, şimdilerde de “dini, muhafazakâr” temelde kolektif bilinç içinde bireysel kimliğini eritecek tek tip insanı yetiştirmek üzere yola çıkmıştır. Tek tip insanı yetiştirecek öğretmen de yukarıdan belirlenmiş kurallar ve ilkeler doğrultusunda hareket etmesi beklenen devlet memurudur.
Meslek eğitiminde devlete egemen olan genel yaklaşım şudur: İster öğretmen ol, ister hemşire; bir kere sisteme girdin mi mesleğin inceliklerini; nasıl idare edileceğini zaman içinde nasıl olsa öğreneceksin. Asıl olan, sistem içinde “iyi bir devlet memuru” nasıl olunacağını; çarkın sıradan dişlilerinden biri haline nasıl gelineceğini öğrenebilmektir. İyi bir devlet memuru olabildiğin sürece emekliliğe kadar işin garanti.
Yönetme yetkisini cumhurbaşkanından alan rektörler, eğitim fakültelerinde yönetme yetkisini rektörden alan dekanlar ve ders verme yetkisini dekandan, bölüm başkanından alan hocalarla yetişen öğretmen adayının içinde yetiştiği kültür de gelenek de budur. Öğretmen adayı hiçbir siyasi parti çalışmasına, toplantıya, hak arama mücadelesine katılmadığı sürece er ya da geç programı bir biçimde tamamlar, eğitim fakültesinden mezun olur. Geriye KPSS engelini atlamak kalır. Lise yıllarından itibaren metalaşmayı çoktan içselleştirmiştir. Bölümündeki metalaşmış yardımcı doçent, doçent hocalarından dershanelerde aldığı kurslarda, çeldiricilerin kafa bulandırıcı etkisinden uzaklaşıp doğru yanıta nasıl kilitleneceğini arkadaşlarına göre daha iyi öğrenebildiği sürece KPSS engelini aşma şansı olacaktır.
KPSS engeli aşılıp eğitim sisteminde yerini aldıktan sonra artık, sıra sistemi oluşturan çarkın güvenilir bir dişlisi olmaya gelmiştir. Çalıştığı okul idaresinden ve rehber öğretmenden beklediği ilgiyi desteği de göremese de bu o kadar önemli değildir. Sonuçta altı ay sonra temel eğitim kursuna alınacak; sistem içinde nasıl davranılması gerektiğini kursu veren müfettişlerden hakkıyla öğrenecektir. Disiplin yönetmeliği, izin yönetmeliği, kıyafet yönetmeliği gibi kendisine bu konuda yardımcı olacak değerli mevzuatlarla tanışacaktır. Düne kadar aynı zamanda sicil amirleri olan müfettişler ve diğer sicil amiri olan müdürleri aracılığı ile kime nasıl itaat edeceklerini, temel sorumluluklarının ne olduğunu “usulünce” öğreneceklerdir. Sisteme uyum sağlama yeteneklerini geliştirebildikleri ölçüde emeklilik yıllarına kadar risksiz bir memuriyet hayatı onları beklemektedir.
Biraz karikatüre etmiş olsak da sistemde kullanılan öğretmen yetiştirme modeli kısaca budur.
2005-2006 öğretim yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığı ders programlarını APK tarafından geliştirilen “Öğrenci Merkezli Eğitim Modeli” çerçevesinde “yapılandırmacı” yaklaşım temelinde yeniden düzenledi. YÖK de 2005 yılından itibaren öğretmen yetiştirme programlarını yeniden düzenledi. M.E.B yeni ders programlarında öğrenci etkinliğini merkeze alan uygulamaları öne çıkarırken; YÖK yeniden düzenlediği öğretmen yetiştirme programında, uyulamaya dönük ders sayısını azalttı. İkinci dönemde verilen, öğretmen adaylarından okulda ve derslerde gözlem yapmasını isteyen “Okul Deneyimi” dersi kaldırıldı. Öğretmen etkinliğinin göz ardı edildiği, öğretmenin memurlaştırıldığı bir sistemde öğrenci etkinliğini merkeze alan programların başarı ile uygulanabilmesi mümkün mü, diye sormak gerekir.
Oysa çağdaş eğitim de esas olan liderliktir. Ancak lider öğretmen, öğrencisine düşünmeyi öğretebilir, bilgiyi kullanma yollarını gösterebilir, öğrenciye kendini gerçekleştirmek üzere rehberlik edebilir. Daha üretken, daha demokratik düşünen ve davranan, mesleki kişilik sahibi bireyler yetiştirebilir.
Liderlik bütün zamanlar için bağışlanmış bir statü değildir. Lider, lider olmayı bizzat yaşamın içinde sürekli mücadele ile hak etmek durumundadır. Sistemin gelişi için anlamlı olan her fırsatı zamanında ve gerektiği gibi değerlendirmek, gerekirse risk almak durumundadır. Lider gücünü devlet memuru gibi kendisini atayandan değil bizzat liderlik yaptığı insanlardan alır. Lider misyonunu sürdürebilmek için kendini geliştirmek zorunda olduğunu bilir. Gücü paylaşmayı, iletişim kurmayı, eş güdümlemeyi bilir. Eğitimde esas olan devlet memuru değil, “liderlik” olmalıdır. Okulun başı müdür değil, lider olmalıdır. Öğretmen sınıfında lider özellikleri gösterebildiğinde gerçekten eğitimci olur.
O nedenle Eğitim Fakültelerinde öğretmen adayları sınıfının giderek okulunun lideri olacak şekilde yetiştirilmelidir. Ancak lider özellikleri gösterecek şekilde yetiştirilebildiği ölçüde öğretmen sorumluluklarını yerine getirebilir; bir rehber, bir yol gösterici olabilir. Oysa Eğitim Fakülteleri öğretmeni lider olarak yetiştirecek yapıya da programlara da sahip değiller.
İşte tam da bu noktada Köy Enstitüsü deneyiminin hatırlanmasında yarar var. Üstlendikleri rol gereği bu kurumlarda köydeki sosyal, ekonomik yaşantıyı geliştirmek üzere insanları harekete geçirebilecek özellikte, gerektiğinde risk alabilecek liderler yetiştirilirdi. Çevrenizde Köy Enstitülerinden mezun olmuş tanıdıklarınız varsa dikkat edin! Ellerinden her iş gelir. Hemen hepsi mutlaka bir müzik aleti çalar. Hepsinin sosyal ilişkileri çok güçlüdür. Çevrelerinde sevilen sayılan, örnek alınan insanlardır. Ne yazık Köy Enstitüleriyle birlikte bu deneyimi heba olup gitmiştir. Bence bu, eğitim sistemini yönetenlerin yüzünün karasıdır.
Eğitim sistemde esas olan devlet memurluğu olduğu için Toplam Kalite Yönetimi, Okul Geliştirme Ekipleri vb.. olumlu tasarımlar yalnızca laboratuar çalışmaları olarak kalmıştır. Tek tük uygulamalar da kırtasiyeciliğin ötesinde sistemi iyileştirecek kalıcı bir sonuç vermemiştir. “Çoklu Zeka”, “Yapılandırmacılık” gibi kuramların ruhunu anlamak; yeni program geliştirme çalışmalarından beklenen başarıyı yakalamak için oluşturulması gereken temel alt yapının nasıl olması gerektiği konusunda sistem yöneticilerinde henüz somut bir fikir oluşmuş değildir.
Tek tip insan yetiştirmeye dayalı eğitim anlayışı değişmedikçe, alt sistemlerde kontrol mekanizmalarının oluşmasına izin verecek biçimde, insanların taşın altına ellerini koymaları sağlayacak şekilde daha âdemi merkeziyetçi örgütlenme modelleri geliştirmek göze alınmadıkça; öğretmen yetiştirme alanında yapılacak tartışmalar geçmişte olduğu gibi havanda su dövmenin ötesinde bir sonuç vermeyecektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.