- 1464 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Şair Suskunluktan Doğar
Söz her zaman günahsız ve her zaman doğrudur. Söz dilin altından çıkış anında, doğanın bağrından fışkıran bir kaynak kadar arı ve doğaldır.
Şimdi sözün sevabına inanarak dilin günahını çekmek zamanı gelmişti.
Suskunluktan bir şair doğuyordu...
Konuşuyordu.
Herşey dilinin üstündeydi. Söyleyebileceği sözleri söyleyemediği suskunluk günleri geride kalmıştı. Şimdi dilbağı çözülmüştü.
Dilini bir söz ırmağından sıçratıp, süzüp, arındırarak, berrak edebi bir deryada, bir kuğunun zarif boynu gibi kaldırarak ve ılık ama akıcı bir rüzgarda seyir eden bir yelkenlinin aya dokunan silueti gibi uzatıyordu.
Duyumsuyordu.
Dimağında yığdığı sözcük dağlarının üstündeki deyimsizlik karlarının bir tınının titreşimiyle harekete geçerek koskoca anlamsızlıkları dev bir çığ gibi sürükleyişini, yıkışını duyumsuyordu.
Uygun iklimde ve toprakta basitçe açan çiçekler gibi, yalın kelimelerin, düzenli kurulan cümleler içinde kök salarak büyüdüğünü ve rengarenk açtığını görüyordu.
Sesini, seslerin kokusunu soluyordu...
Kulağına adının söylendiği günden beri içinde anahtarı olmayan bir kapı gibi kapalı duran ana lisanının kilidinin yüreğinden sökülerek açılışını duyuyordu.
Suyun ve güneşin dillendirdiği toprak kadar bile konuşamayan atalarının az ama öz söylediklerini duyuyordu.
Mirası olan sükút altınlarının şıngırdak seslerinin mezarları seslendirdiğini duyuyordu.
Biliyordu, şimdi sözün sevabına inanarak dilin günahını çekmek zamanı gelmişti.
Suskunluktan doğuyordu...
Bu derin ve sonsuz lengüistik okyanusta, ormanda, toprakta, atlasta, ne bir dilbalığı, ne bir dil avcısı, dilkurdu, dil kayması olmak istemiyordu.
Diline masalları dolayıp, sözü bir yerden alıp başka bir yere götüren bir söz taşıyan olmak istemiyordu.
Güncel sözleri yanyana dizerek ve öbekleyerek, her gerektiği ve gerekmediği yerde herkese karşı kullanarak, bir söz atan olmak istemiyordu.
Sözünü kırmak, dolamak, düşürmek, bilmemek, uzatmak, azaltmak, saklamak, yanıltmak istemiyordu.
Suskunluğun pelteleştirdiği dilinin ihtiyacı olan ilk sözleri ağzına aldığında, herbirinin tadına bir başka varıyordu ama dikkat etmesi gerekiyordu.
İnsan ağzının aynı zamanda cennete ve cehenneme açılan bir kapı olduğunu unutmamalıydı.
Sözlerini ruhsuz kılmamalıydı.
Hatırlıyordu , bir tren yolculuğunda, hayatta herşeyi söylemenin doğruluk olup olmadığını düşündüğü bir anda, trenin içinde yeralan bir reklam panosunda ufak ve sade yazılmış bir yazı okumuştu.
Her zaman her bildiğini söyleme ama her zaman ne söylediğini bil.
Bilge insanların genelde suskunluklarının bir nedeni bu olmalı.
Bildiklerini söylerken, ne söylediklerini bilememekten korkuyor olmalılar. Sözlerin zamanının ve yerinin belirlenmesi hiç te kolay değil.
Bu zorluk aşıldıktan sonra bile, yeri ve zamanı olduğu halde söylenmemesi gereken sözler de var, bu sözleri saptamak başlıbaşına bir olay.
Toplumsal, töresel, dinsel ve ahláki değerlerin hergün yeniden yeniden değiştirip belirlediği bilinmez bir sayğ zincirini deşifre etmeye benzer bir şey.
Değer yargılarının değişimi sözlerin karakterlerini belirliyor. Söyledikleriniz ağırlık kazanıyor veya hafif kalıyor. Dil altından çıkış anında, insan gırtlağından bir hırıltı çıkarmanın doğanın en kolay işi olmasına rağmen bu hırıltıyı şekillendirmesinin aynı zamanda dünyanın en zor işi olduğunu anlıyordu.
O kararlıydı, sözün sevabından ötürü dilin günahını çekecekti.
Düşüncenin ifadesizliği mi yoksa ifadelerin düşüncesizliği mi daha çekilmezdi, bu sorunun cevabını verecekti. Söylenmemiş düşünce cesetlerinin içinde kokuşup kendisini de çürütüp, kokuşturmasını hiç istemiyordu. Ölü bir dil olan latince bile bütün dillerin içinde bir nefes yaşıyordu.
Ölüler yalan söylemez isimli bir kitap okumuştu, faili meçhul cinayetlerin, cesetler üzerinde yapılan otopsiler sonrasında elde edilen bilgilerle aydınlanışlarını anlatıyordu. Evet ölüler yalan söylemiyorlardı ama ölüler bizim konuştuğumuz dili konuşmuyorlardı. Onları sadece tıbbın dilinden anlayanlar duyup anlıyordu. Konuştukları falan da yoktu. Olayların izleri okunabilir kılınıyordu sadece. Düşüncelerimin yoğunlaştığı nokta şu oluyor; yalan, sözün marifeti değil, sözler hiç bir zaman yalan degil, insan yalanı sözün içine sokuyor, saklıyor ve sözlerle olmuşları veya olmamışları açıyor ya da örtüyordu. Nasıl işine geliyorsa.
Dil üstündeki ince ırmaklardan akan berrak öz söz suyunun dudaklar
arasındaki kurnadan zehirli akmasının günahı, o dudakları kıpırdatan aklın vebáli.
Söz her zaman günahsız ve her zaman dogrudur.
Söz dilin altından çıkış anında, doğanın bağrından fışkıran bir kaynak kadar arı ve doğaldır. O söz. güneş kadar sıcak ve aydınlıktır.
Sözü dil altından çıkarıp sese akıtmanın zamanı gelmişti.
Kendi adına aşkı kutsayıp, sözlerin ruhu önünde diz çökerek, diline hakkı alıp doğuyordu, suskunluğa inat bir şair olarak doğuyordu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.