- 782 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BENİM BABAM KATİL
‘’Baban , bir at satın aldı sizler için ‘’dediğinde, aylardır evimizde dolaşan , alındı alınacak,bugün yarın laflarının bittiğini de, müjdeliyordu Annem.Geniş bir ovaya kuş bakışı bakan , büyük bir evde kız kardeşim ,ben , annem, babam ve babaannem birlikte yaşıyorduk. Babaannemin, Annem üzerinde kurmaya kalktığı, baskı seansları olmasa ,muhtemelen daha mutlu bir yaşamımız olabilirdi.
O yıl ben, Mimarsinan’ daki ilk okula, henüz başlayacaktım. Bulunduğumuz yer okula beş dakika kadar uzaktaydı. Kasası kapalı, at arabası, okul servisi olarak etrafımızdaki yirmi kadar çiftlik ve köy evinin çocuklarını toplayarak, okula götürür ve kardeşimle ikimiz, bu neş’ e içinde arabaya binen , şarkılar söyleyen, hatta arabanın tepesinden,arabacının bir türlü indirip de , arabanın içine oturtamadığı, oğlan çocuklarına ,gıpta ile bakardık. Sene 1956 yılıydı. Az insan, çok bereket , çok mutluluk.
Nejla ,benden iki yaş daha küçüktü. İkimiz de ,doğa ve hayvanların tamamına aşıktık. Öyle ki, evimizin yakınlarındaki araziden bulduğumuz, yumurtaları toplayıp , mutfakta saklayacak ve bir hafta sonra yumurtalardan çıkan , yılan yavrularının mutfağa dağılıp, Annemi korkudan delirecek hale getirinceye kadar,bir doğa aşkı. Tabi Babaannem ‘ Gelin, Gelin.Sen ,bu kızlara bu kadar yüz verirsen…Bizim zamanımızda…’’ diye azarlamasına da ve Annemin cevap vermeyip kaçışan yılan yavruların bakarak çaresiz bize sarılarak ağlamasını da hafızamın derinliklerinden atamadım. ‘’Üzülme Anne, biz Babannesi olmayan adamlarla evleneceğiz.’’ diyince, zavallı kadın ikimize sarılarak, daha bir gülerek ağlamıştı.
Atın alınması, Babamı ve bizi çok mutlu etmişti. Komşu çiftlikteki Tavla’ya yerleştirilen, kahve – kızıl renkli kısrak , üstelik hamileydi. Motorize kuruluşa geçen Askeriye, zaman zaman , elindeki bu cins atları satıyordu. Babam, arkadaşı olan Albay’ın da yardımıyla ,en güzel kısrağı alabilmişti. Çiftlikte çalışan, Hüseyin Efendi, atı her akşam yürüyüşünde evimizin önüne getirir, bizi bindirir, ve atın gem’inden tutarak bizi dolaştırırdı.Bazen de Babam beni, Mimarsinan’ a terki’sinde, Nejla’dan gizli olarak götürürdü. Kahveci çırağı on üç- on dört yaşlarındaki, aptal suratlı bir çocuğun ‘’ Aaa, kıza bakın ,pantolon giymiş’’ diye alay etmesi , sinirlerimi bozardı. Babam da, inadına o kahvede bahçeye oturup , bana bir Camlıca Gazozu ısmarlayarak ,arkadaşları ile çay içmekten vaz geçmezdi. Neyse ki atın doğumu yaklaştıkça, aptal çocuğun kahvesine , pek gelmez olmuştuk.
Kış çok soğuk geçiyor, kısrak’ımızı , artık Tavla’nın içinde ve elbiseli olarak görebiliyorduk. Karnı çok şişmiş, Babam da, ona bu haliyle binemez olmuştu. Atın yemine , vitamin ve ilaçlar alındıkça, Babaannem, yine dır dır ını, Anneme yapıyordu. ‘’Bir at eksikti. Bak, benim ayağımda eski ayakkabılarım, sırtımda eski mantomla, neler çekiyorum da , kimsenin umurunda değil.’’ Bu laflar Annemi incitiyor , ‘’Anneciğim , Hayri’ nin ne içkisi,ne kumarı var. Adamın tek zevki bu at. Bekle şu doğum olsun , sana her istediğini alır ‘’ diyebiliyordu.
Trakya’nın bir türlü gelmeyen baharını ve doğacak yavruyu ,dört gözle bekliyorduk. Nihayet bir gece yarısı, kapımız çok şiddetle çalınarak uyandık. Köpekler havlamadığına göre , dost biri olmalıydı. Yine de ‘’Kim O , kim O ?’’ diyerek , Babam kapıyı açtı. Gelen Hüseyin Efendi idi.Babam ,telaşla ve koşarak evden çıktı. Ben uyuyamıyor, tavla’ya gitmek istiyordum.’’ Atımı , görmek istiyorum. Ya doğururken ölürse ‘’diye ağlıyordum.’’Ah Nezihe ah… Bu kızları böyle çıt kırıldım yapan sensin. ‘’ diye söylenen Babaannemi duymak bile istemiyordum . ‘’Keşke oğlan olsaydım. O zaman size gösterirdim’’ diye bağırmama cevap yine Babaannemden geliyordu. ‘’Keşke, keşke’’
.
Babam , öğlene doğru geldi.Sevinçle etrafını sardık.Bizi götürmesi için , söylenip, mızıldanıp duruyorduk.O ise, önce yıkanması ve yemek yemesi gerektiğini söyleyerek beni ve kardeşimi delirtiyordu.Yemekte , ben ekmeği ,Nejla suyu , ağzına tıkıyorduk.Nihayet ağzını silerek, yemeği noktaladı. ‘’ Haydi kızlar, Nezihe sen de gel. Anneciğim, yerler hep çamur , sen kal istersen. ‘’ diyerek Annemle bizi , komşu çiftlikteki tavlaya götürdü. Tertemiz bir geniş Baks ‘da, Kısrak ve simsiyah Tay’ı duruyordu. Tay ,çığlıklarımızdan ürkmüş ,Baks’ın uzak köşesine sinmişti. Yeni ayağa kalkan Kısrak, yanımıza yaklaşınca , elimizdeki akide şekerlerini ona verdik. Annem, beni kucaklayıp kaldırdığında, atın başına ulaşmış , onu gözlerinden öperek kutlamıştım. Sıra ,simsiyah Tay ile nasıl tanışacağımıza gelmişti. Biz ‘’ Baba, Babacığım, bu Tay neden siyah ‘’diye durmadan soruyorduk. ‘’ Kızım onun babası siyah da ondan’’ ‘’Ama sen ,babasını tanıyor musun?’’ ‘’Kızlar, kızlar. Bırakın şimdi babasını falan. Şu Tay’a bir isim koyalım hep birlikte’’ ‘’Bu siyah babanın ismi neydi Hayri ?’’ ‘’Sanırım Yıldırım’’ ‘’Öyleyse kızlar , bu Tay’ın adı Şimşek olsun mu ? Ne dersiniz ? ‘’ ‘’Olsun , olsun . Şimşek, Şimşek, Şimşek ‘’ ‘’Ama bize bakmıyor. Baba aaa , niye bakmıyor? ‘’ ‘’Kızım daha ismine alışmadı da ondan . Hadi Nezihe , gidelim artık . Bakın Tay uyuyacak artık ‘’ ‘’Gitmeyelim , nolur gitmeyelim Babacığım ‘’
Hüseyin Efendi, Tayı , yanımıza getirdiğinde, ona sadece ufalanmış çay şekeri verebiliyorduk.Ve biz ,o Tavla’ya her gelişimizde’’Şimşek .Şimşek ‘’diye uzaktan bağırarak, onun kişnemesiyle karşılık vermesini bekler, ona sarılıp öper ,kısa koşuşmalarına, koşarken çifte atmalarına, yanımıza gelip şekerini aldığında kafasını bize sürmesine , çığlıklar atarak sevinirdik.
Tay, büyüyünce , annesi ile birlikte, diğer atların da salındığı ,düz ovaya bırakıldı. Akşam olunca Hüseyin Efendi, onları önüne katarak getirirdi. Tavla’ya yakın bir yerde ‘’Yerinize’’ diye bağırarak serbest bırakırdı. Her at ,koşarak kendi Baks’ına girer, Hüseyin Efendinin onlara, teker teker su vermesini , arpa getirmesini beklerdi.
Kara, Kapkara haber , bir Ağustos sıcağında geldi. Kardeşimle evcilik oynarken, atını dört nala koşturan bi r atlının bahçemize girerek ‘’ Hayri Bey , Hayri Bey ‘’diye olanca gücü ile bağırması, hepimizi telaşlandırmıştı. Babam evde yoktu.O zamanlar, telefon da olmadığı için , ulaşamıyorduk. Annem, çılgın gibiydi . Hem ağlıyor ,hem de komşunun oğluna Babamı Mimarsinan ‘daki kahveden çağırması için yalvarıyordu. Haberi getiren ortada yoktu. Komşunun oğlu ise ‘’Teyze ben nasıl gideyim? Atım mı var ,yoksa arabam mı ? ‘’diye direniyordu. Yine de sonunda yürüyerek ve koşarak gitmeyi kabul etti. Ne olduğunu söylemiyorlardı. Sadece, Kısrak hastalanmış diyorlardı.
İki saat kadar sonra , bir at arabasının arkasında yatırılmış olarak Kısrak’ı getirdiler. Yüzündeki acı ile kişniyor, arabadan kalkamıyordu. Sağ arka bacağının dirsek üzerinde ,az bir kan vardı. Veteriner ,arabanın sürücü bölümüne oturmuş,Babamın gelip gelmediğini soruyordu. Kısrak , çayırın ortasından geçen üç metre enindeki küçük dereyi her zaman koşarak atlar , sevinçle kişnerdi. Ama bu sefer, ıslak bir taş ,her şeyin sonu olmuştu.
Babam ,nihayet gelebildi. Koşarak Kısrak’ın yanına gitti. Önce onu öptü ,sonra arka bacağına dokundu. Arka bacak, menteşesi bozulmuş , pencere pervazı gibi dışa açılıyordu. O azıcık kan dediğim ise , deriden fırlayan kırık kemiklerdi. Sonra Veteriner ile konuştu. İki elini ,başının iki yanına , sonra da dizlerine vurarak ,onda hiç görmediğimiz hareketler yapıyordu. Onu ,böyle görmek bizi de ağlatıyordu . Şimşek ,süt emmek için arabanın yanından ayrılmıyordu. Sonra Babaannem, beni ve kardeşimi eve soktu.
Babamın eve gelerek , bizimle hiç konuşmadan dolabın üzerinde duran tabancasını aldığını gördük. Kısrak çok acı kişnemelerle, ortalığı yırtıyordu. Annem içeri gelerek ikimize de, sım sıkı sarıldı.Babaannem ,perdeleri de çekmiş , dışarıyı bize tamamen kapatmıştı. Birden ,tek bir silah sesi geldi. Ben , Annemin kollarından, onu ısırarak kurtulup, dışarı fırladım. Babamın, yüzü gözü kan içindeydi. Kısrak’a sarılmış ağlıyordu. Arkadan yetişen Annem, beni kucaklayarak içeri aldı. Ben ‘’ Katil Baba , katil Baba, senden nefret ediyorum. Atımı öldürdün katilllll ‘’ diye bağırıyordum.
Ondan yıllarca nefret ettim. Şimşek’i de , o komşu çiftliğe vermişti . Bazen gidip görürdük. Sonra İstanbul’a taşındık. Yıllar akıp gidiyordu , koca kızlar olmuştuk. Babamla aramızda, benden kaynaklanan bir soğukluk günler içinde büyüyordu . Aynı evdeydik, ama biz hep odamızda ,o hep salondaki koltuğunda olarak.
O , Hocanın dersi gelmişti yine. Uygulamalı ama benim biraz zayıf olduğum bir dersti. ‘’ Yeşim, Yeşim neredesin ? diye otoriter sesiyle beni arıyordu. ‘’ Bu gün , en zor görevi sen yapacaksın. İçeride bir yarış atı var . Arka bacağı kırılmış ve onu bu acıdan kurtarma görevi senin. Kendine güveniyorsun değil mi?’’
Evet, yerde yatan ve başında sekiz-on kişinin ağlaştığı , bizim Kısrak’a çok benzeyen arka bacağı kırık, çaresiz ata ürkerek yaklaştım. Bir genç delikanlı ,kolumu tutarak ‘’Başka yolu yok mu? Siz, ne biçim doktor sunuz? ‘’ diye bana bağırıyordu. Enjektörü saklamaya çalışarak ‘’ İnan ki kardeşim ,başka yolu yok. Atların dizden aşağısına fazla kan gitmez. Bu yüzden iyileşemez ve ızdırap çekerek ölürler. Bunu ben de yaşadım . Gel istersen, ona birlikte veda edelim.’’Delikanlı ile birlikte ,içeri girip ,o atı severken ben Raspun iğnesiyle damara girmiştim bile. Biraz sonra, uyuyan ata, Lystanon yaparak onun hayatına son verecektim. Kalktım, önce o gence, sonra da bütün her kese baş sağlığı diledim . Gözlerimi kaldırdığımda Hocam ile göz göze geldim. ‘’Sana güvenebileceğimi biliyordum Yeşim ‘’ İçimde bir mutluluk vardı .Ben de katil oldum . Evet Babam gibi ben de katil oldum. Onu şimdi anlıyordum.Canım Babam benim.
Veteriner Fakültesinin son sınıfında, öğrenci olarak pek çok can kurtarmış ama bu görevi de üzülerek yapmıştım. Bazen ölmek kurtuluştur,yaşamak ise ölümdür. Bunu yıllarca anlamamış olmanın ezikliği ile , o akşam, elimde bir buket çiçek, bir büyük rakı , Erzincan tulumu , kavun ve pastırma ile eve gittim. Babam , yine o bıraktığım yerde , altı yaşımın yanında,iki eliyle beni kucaklayıp havalara kaldıran , Hayri Baba olarak duruyordu. Nejla ,eve erkek arkadaşını , Babamla tanıştırmak için getirmişti.Elimdekileri yere bırakıp mutlulukla bana bakan Babamın kucağına atladım. Onu yılların hasretiyle , öp tüm , ısırdım ,yaladım yaladım .
O ders ten geçtim mi ? Nasıl geçmem. Aynı fakültede Hocayız, karı koca.Nazar değmesin.
E. Yaşar Ovalı 2.02.2012
YORUMLAR
kukurikuu
Yorumunuz için teşekkür eder, saygılar sunarım.
kukurikuu
Tarafınızdan eleştirilmek, benim için, büyük onurdur.Tecrübeleriniz, küçük kızın masum yüreğinin ,benimki olduğunu, hemen ortaya çıkartmış. Tabi son parağraf hariç.
Lütfedip, ilk eleştiriyi yaparak , bana ayrıca moral verdiniz.
Çok teşekkür eder saygılarımı sunarım.