- 1653 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL-ROMA-VENEDİK HATTI
Milli zafer ilköğretim okulu olarak 2011–2012 öğretim yılında finansmanını Avrupa birliğinin karşıladığı, Comenius projesinde sağlıklı yaşam isminde bir programa katıldı. Bizimle beraber Bulgaristan Polonya, Lituanya, Letonya, Estonya, İtalya ve Avusturya bu projeye dâhil oldular. Projemiz tema olarak ve içerik olarak ilköğretim seviyesinde hazırlanmış. Ekimde Lituanya’ya gidildi ve projenin kritiği yapıldı projede gidilecek ülkelerin özelliklerine göre planlar yapıldı. Dönüşünde her ülke kendine düşeni yapmak üzere ülkelerine döndüler.
Bizim görevimizde belliydi. Üç ay kadar bir hazırlık evresi geçirilecek ve her ödevi hassasiyetle yapılacaktı. Nihayetinde projede görev alan okulumuz öğretmenlerinden Aylin Hanım ve Ali Bey ön hazırlıklarını yaptılar. Afişlerimizi bastırdılar. Okulumuzun şanslı öğrencilerini seçtiler. Onlarla ilgili çeşitli seminerler, bilgilendirici toplantılar düzenlendi. Sportif etkinlikler tertip edildi. Bütün bu çalışmalarımız kayıt altına alındı. CD leri DVD leri hazırlandı. Bunları yaparken de okulun ve ülkemizin kültür değerlerinin yansıtılması için gereken hassasiyet gözetildi. Okul ile ilgili hazırlıklar tamam. Gideceklerin şahsi hazırlıkları hususunda ön konuşmalardan anlaşıldığına göre onlarda tamam.17 Ocak 2012 günü akşamı yakınlarıyla helalleştiler. Otogarın yolunu tuttular. Nihayet Türkiye- İtalya serüveni başladı İlk durak yerimiz Esenler otobüs garajı oldu. Herkeste tereddütlü bir bakış var. Buda bence normal. Bilmediğimiz bir Avrupa ülkesine gidiyorduk. Ne yerler, ne içerlerler, bizimkilerle nasıldır. Benzeyen benzemeyen yönleri, nasıl karşılanacağımız hep tereddüt sebebiydi. Otobüsten iner inmez servis ile Yeşilköy hava limanının yolunu tuttuk. Daha henüz otobüs garajından çıkmamıştık ki Aylin hanımın bir sözü kendimi kontrol etmeme sebep oldu. El çantamın arabada kaldığını ve pasaportumun da o çantada olduğunu söyledim. Servis aracının şoförü hemen otobüsü arayarak çanta kaldığını alınması gerektiği hususunda telefon etti. Tevafuk ki arabada bize doğru geliyormuş. İlk şoku böylece hasarsız atlatmış olduk.
Gezi yazılarında yer isimlerinin önemli olduğunu ve mutlaka belirtilmesi gerektiğini biliyorum. Zira yazılı belge bırakmak Gelecek için en güzel mirastır. Yeşilköy Hava limanına yarım saatlik bir yolculuktan sonra ulaşmayı başardık. Başardık diyorum zira İstanbul trafiğinde hareket edebilmek, istediğin yere varmak öyle kolay olmasa gerek. Hava alanında dört saat kadar beklemek zorunda olduğumuzu biliyorduk. Bizim gibi beklemek zorunda olanlar da vardı. Kimisi banklara yatmışlar, kimisi bir şeyler yapmanın telaşındalar. Bir kısım kişilerde ne yapacağını bilmeden dolaşıp duruyorlardı. Ama o kadar güzeldi ki bekleme koridoru mağazalar, Cafeler alış veriş merkezleri, turizm için gelenlerin valizleri tam bir renk cümbüşü oluşturmuş.
Nihayet saat geldi bavullarımızı verdik. .Elimizde sıkı sıkı tuttuğumuz bavullarımızı döner bantlar üzerine bıraktık.Nere gideceğini bilmediğimiz ve yürüyen bantın nere götürdüğünü bilmeden arkalarından baka kaldık
Evet, bu telaş kolay atlatıldı. Şimdi sıra gelmişti kendimizi gişelerden karşı tarafa geçirmeye. Ben de yeşil pasaport vardı. Diğerlerininkinden farklı ama hepimizde kolayca geçtik karşı tarafa. Uzunca bir koridordan ve yürüyen bantlardan sonra bineceğimiz uçağın yanaştığı körüğün bağlı olduğu salona vardık Çanta, kemer bozuk para, demir aksamından bir şeyler varsa hepsini de bir pakete koyduk Aylin hanımın botlarını çıkarması gülünç ve zor olsa da yapmak zorundaydı. Herkesin elinde kemeri botları ya da diğer eşyaları karşıya geçtik tabii zor olmadı dersek yalan olur. Bir yarım saat kadar bekledikten sonra bir koridordan uçağımıza gittik ve herkes yerine oturdu. Kemerler bağlanmak zorundaydı. Uçaktaki erkek görevliler herhangi bir tehlikede kullanacağı araç gereci tanıttılar ve uçak uzunca bir yolun başına geldi. Daha sonra çok sesli bir gürlemeden sonra tarif edilemeyecek bir hızla tekerler üzerinde yürürken birden bünyem sarsıldı.
Hiç anlamadığım bir şekilde o koca gövde havaya fırladı. Gittikçe de yükseldi.800 fit -10 bin fit derken bulutların üzerine çıktık artık Türkiye’nin üzerine beyaz bir örtü örtülmüştü o beyaz örtüye dikkatle bakılırsa insanı hayrete düşürecek ne anlamlar ve ne şekiller görmek mümkün bir bilseniz. Çok zevkli bir şey en azından benim için hani gelecek kaygısı olmasa ya da geleceğe geçmişini belirtme kaygısı olmasa bunları yazmanın bir anlamı olmaz belki ama en azından benim için çok önemli. Uçak çıkması gereken en yüksek yere çıkmıştı sanki çok yavaş gider gibiydi. Beni ise iki saat sonra neyle karşılaşacağımız düşüncesi sarmıştı. Uçakta herkes uyudu benim yolculuklarda uyuma gibi bir alışkanlığım olmadığı için hep uyanıktım tekerli araba ile çay dağıtan hosteslerde neskafe aldım ve yudumlayarak gittim. Uçağımızın geçtiği yerlerde bazen bulutlar kalkıyor işte o anı görmek gerekir on bin metreden ne kadarda düzenli görünüyor yerleşim alanları adeta aydan dünyayı izliyorsunuz. Romanın üzerinde bir tur attıktan sonra iki saat kadar uçtuk.
Uçağımızın inişe geçeceği uyarısı ve kemerlerin bağlanması gerektiği anons edildi. Biz harfiyen söylenenleri yaptık. Büyük bir gürültü ve sarsıntı ile uçağın ayakları yere bastı. Epeyce bir yürüdükten sonra durabildi. İçimden çok şükür yarabbi beni bu koca kuştan sağ selim yere indirdin sanki zümrüt’ü Anka mübarek İndik biz bavullarımızı almadan iç hatlar bölümüne geçtik oradan epeyce bir beklemeden sonra yine aynı terennüm yine aynı kontroller. Yine aynı telâşe geçtik İtalyan yolcu uçağına batıdan kuzey doğu İtalya’nın en kuzeyine yolculuğa çıktık.
Işık cümbüşü görmek isteyen uçağa binsin tarif edilemez bir ışık cümbüşü bizim çocukların Fotoğraf makineleri hiç durmada çalıştılar o güzel görüntüleri belgeselleştirdiler. Nihayet Venedik hava limanına vardık inişte ben epeyce korksam da kimseye belli etmemeye çalıştım. Sağsalım indik bavullarımızı dönen bantlar üzerinden bakarak bulup aldık Formatör öğretmenin bavulu sanki açılmış gibiydi. Öyle de konuşuldu ama neyse ki bir hasar oluşmamıştı. Çıktık. Hava limanından. Bizi beklemesi gereken İtalyan proje yönetmeni Mirko epeyce bir gecikmeden sonra bizi almaya geldi. Bu defada Bulgaristan ekibini bekledik. Beklerken hava limanındaki bir kafeye oturduk. Orada anlamıştık bizi çok farklı lezzetlerin beklediğini. Yanımıza bir İtalyan kız geldi bize kafedeki servisten memnun kalıp kalmadığımızı sordu. Ve bizlere tatlı ikram ettiler. Dillerini bilmediğimizden çat pat anlaşabiliyorduk. Yediğimiz yiyeceklerin parasını ödeyip çıktık. Venedik Marco Polo havalimanı dünyada en fazla yolcu sürkilasyonunun olduğu hava limanlarından biriymiş. Bu yüzden fiyatlar alabildiğince pahalıydı.
Büyük bir yorgunluğun ve soğuğun verdiği titreme vardı. Kimseye hissettirmemeye çalıştım. Allah’tan kimsede bunun farkına varmadı.’’Öğretmenin diline düşeceğine, yabanın diline düş’’derler. Otobüs hareket etti. Hava limanı Venedik’ten epeyce aralıydı. Kuzeye doğru çıktık Ragogna diye bir bölgeye gitmek için. Bu arada stop. Ben uyumuşum iki saat içinde ne oldu ne bitti bilmiyorum, ama yaklaştığımızda beni uyandırdılar. Otel bahçesine vardık. Otel tenha sessiz tarla başına yapılmış. Bir aile işletiyor. Bu arada çocuklarımızı ailelere verdik ve onlar kalacakları ailelerin yanlarına gittiler. Biz otelimizde yattık. Sabah kahvaltısı saati otelin salonuna indik. Bizimle beraber. Lituanya, Estonya ve Bulgaristan’da aynı oteldeydi. Ben yanımda zeytin ve peynir götürmüştüm. Onları açtım. Oradaki herkese ikişer üçer verdim. Herkes iştahla yediler. Kahvaltı kültürleri bizimki gibi değil. Biz çay içeriz kızartma yaparız zeytin peynir tereyağı olmadan kahvaltıya kahvaltı demeyiz ama otelde sadece cafe, meyve, peynir ve çikolata vardı. Çay istedim ama gelen sadece sıcak su. Sallama çay yapmak için geldi, Oldum olası sevmedim sallama çayı. Şekerli ekmek. Benim yiyemediğim türden değil bu tür yiyecekler.
Kimisi bonjur diyor, kimisi gutmorning diyor, bende özellikle Raza’ya günaydını öğrettim. Buradaki kahvaltı doyurucu oldu. Her nede olsa zeytin ve peynirim vardı. İlk gün beldenin belediye başkanı bizi karşıladı ve konferans salonuna aldı. Hoş geldiniz karşılaması oldu kendi dillerince. Projeye destek verdiğini ve projenin hayati öneme haiz bir proje olduğunu anlattı.
Diyeceksiniz ki sen İtalyanca bilmiyorsun nerden anladın Bir defa vücut dili diye bir şey var. Hemide Aylin Hanım İngilizce biliyor. Başkanın konuşmalarını Türkçeleştiriyor. Bu arada bazı anlam ve cümleler çeviri kurbanı oluyor. Oradan Terasa’nın okuluna geçtik. Teresa proje ortaklarımızdan. İtalya’nın küçük bir ilçesinin okulu. Teresa’da orada öğretmen. Bizi karşıladılar. Öğrencilerle beraber koridoru kullanarak folklörlerinden örnekler sundular. Okul müdürünün konuşması oldu ve yemek yendi. Yine orada da domuz eti var mı? Yok mu? Gidip kontrol ettim. Yemeğimizi yedikten sonra okulun yakınındaki müzeye geçtik. Müze müdürü bizi gezdirdi.
Tarihi şeyler dedikleri birkaç mermi birkaç demir kırıkları tarihleri yok ki neyin eserini koysunlar askeri botlar saban parçaları Ama tarihlerini koruma adına her birinin özel gayretleri olsa gerek En azından Avrupa özentisi olanların örnek alacağı bir şey. Kendi tarihlerini çarçur edip görmemezlikten gelenlerin özentisini celbe der hiç olmazsa İmrenerek bakarlar o birkaç küflü demir parçasına. Kendi içindeki canlı tarihi hor görse de. Bu böyledir. Bizim gözümüzde Avrupa dendiğinde büyük bir kültür büyük bir medeniyet akla gelir. Hâlbuki güzelim geçmişimizi şöyle bir irdelesek ne kadar örnek alacağımız konular, çeşitler çıkar karşımıza Ertesi gün yine müzeye gittik ve müzeden okula geçmek kolay oldu O gün öğrencilerimize yoldan trafik anında nasıl karşıya geçileceğini canlı ve uygulamalı trafik polisi eşliğinde öğrettiler
Yol uygulamasından sonra bisiklet parkına gidildi. O kulvarda da çeşitli trafik işaretleri vardı. Uygulamalı geçiş yaptırdılar. Ertesi günü okulda toplandık. Aileler çocukları da getirdiler Okuldan bizlerin ve çocukların ellerine birer bezden yapılmış içinde ne olduğunu bilmediğimiz yiyeceklerimiz vardı bizde çocuklar gibi o torbaları elimizde taşımak zorundaydık. Ve boşalıncaya kadar böyle olacaktı. Terasa’ nın sınıfı da beraber bir otobüs Venedik şehrine doğru yola çıktık. Yolda giderken herkes kafasına göre takıldı.2-2,5 saat gittikten sonra Venedik şehrine ulaştık İtalyan sorumlusu Mirko bizi raylı sistem ile şehrin merkezine doğru götürdü. İnişte öğrencilerle Şehrin sokaklarında sıralı bir şekilde yürümeye başladık Kaybolma korkusu vardı ama düşündüm ki bizim gibi mavi torbalı başka kimse yoktu. Kaybolsam bile mavi torbadan bizimkileri tanıyabilirdim. Gondollar ve kanallar arasında dolaştık binalar hep su içine; daha doğru bir tabirle denize yapılmış. Koyu yeşile çalan suyla dolu kanallar. Zaman zaman o koyu yeşil suyun kokusu beni rahatsız etti.
Şehirlerin merkezindeki umumi wc lerin kokusu gibi kokuyordu. İşte Avrupa dedim. Hem de Avrupa’nın en meşhur şehri lağım kokuyor. Evet, tarihi yapı bozulmamış ama deniz ortasına kurulan bu şehrin kokması bence normal. Evler birbirine bitişik yapılmış fazla kat yok ben diyeyim beş sizde deyin altı kat. Ama hep tarihi bina, kapıları su kanallarına açılıyor. Her binanın kapısında kayıklar var. Evinden çıkan o kanallar vasıtasıyla çıkıyor sokağa. Gondol lardan başka bir şey görmek mümkün değil. Epeyce yürüdükten sonra dört katlı bir binaya girdik. Okul olduğu her halinden belli. Öğle olmuştu yemeklerimizi yiyecektik.
Okulun genişçe bir koridoru vardı. Sandalye az olduğu için Teresa’nın öğrencileri betona oturarak yemeklerini yediler. Hiç de bu çocukların yere oturmasından kimse rahatsız olmadı bizde böyle bir şey yapılsa düşünsenize medya aracılığı ile yer yerinden oynar. Kıyamet kopar ve okul müdürü kesinlikle görevden alınır. Eğitim adına bunun gerekli olduğunu düşündükleri için ne medya karışıyor ne mülki amir karışıyor ve kimsede rahatsız olmuyor. Çocuklar beton zemin üzerinde yattılar yuvarlandılar. Epeyce de neşeli görüntüleri vardı. Ekmek çıkınında içinde ne eti olduğu belli olmayan sandviç, bir muz, iki şişe su, mandalina vardı. Sandviç im peynirli olduğu için hiç düşünmeden yedim. Venedik merkezinde olmasına rağmen buradaki okulda da öyle ahım şahım bir durum gözleyemedim. Bizim okullarımız oradaki okullardan daha donanımlı. Okuldan sonra Venedik San Marko meydanına gittik. Gerçektende harika bir meydan. Baktığında barok usulü ile yapılmış. Tarihi yapıların ihtişamı insanı büyülüyor
Gezinirken bir şey dikkatimi çekti Müze haline getirilen kilisenin bir bölümünde Osmanlı giysili hangi padişaha benzediği belli olmayan bir tasvir var. Venedik’e gitti mi? gitmedi mi? bilmiyorum. Bu meydan Dünyanın en güzel meydanlarından birisi. Romantizm burada kendisini gösteriyor. Özellikle dört bir taraftan çalan klasik müzik orkestraları ayrı bir hava veriyor meydana. Rivayete göre hiç bir Avrupalı burayı görmeden ölmek istemezmiş. Zaten Venedik şehir itibariyle gezilebilecek tek şehri. Yazın çok kalabalık olduğu zamanlarda değil de kışın mümkünse sular basmadan ziyaret ederek kendiniz 2012 li yıllarda değil de; tarihten düşlediğiniz herhangi bir senede hissetmeniz gayet mümkündür. Mirko bu gün gazimizi burada sürdüreceğiz dedi ve saat 16 da bu meydanda toplanacağız diyerek ayrıldı bizden bizler çil yavrusu gibi dağıldık Meydana zira ihtişamı ile büyüleyiciydi. Bir şey daha dikkatimi çekti turistler abartısız yüzde 70 i Japon ya da Çinlidir. Çekik gözlü insanlardan geçilmiyor meydan. Bir Japon ya da Çinli birde meydanı parsellemiş olan güvercinler eline ayağına dolanıyor. Başına konuyor. Yem atanlardan iyice insanlara alışmışlar. Burada en çok dikkat çeken yapı San Marco Bazilikası.
Bizde; Venedik kent gezimize, buradan başladık. Yani: önce San Marco Meydanı ve yakın çevresini gezdik. Burası: avuç içi kadar bir yer. Yürüyerek rahatlıkla gezebileceksiniz. San Marco Meydanı ve Meydanın çevresini bir kaç kez turladık bu meydan daha önceleri suçluların cezalandırıldığı meydan olarak kullanılmış. İnsanlar sallarda işkence edilerek dolaştırılır. Yarı yakılarak bu meydana bırakılıp ölmesi beklenirmiş
Bizimkilerinin ağzının suyunu akıtarak anlattıkları medeniyeti bu cümlelerde bulabilirsiniz. Her şeye rağmen bu kadar çok turistin dolandığı yerlerde birkaç sigara izmaritinin dışında fazla kirlilik göremiyorsunuz. Bu kadar yoğunluğun olduğu yerde tarihi dokunun bozulmamamsıda ayrı bir önem arz ediyor.
San Marko Maydanı bu gün, ünlü Murano cam işleri, hediyelik eşyalar, pahalı mücevherler ve zarif danteller Satan mağazalarla dolu. Hangisine gireceğini şaşırıyorsun.Hepsinin al benisi var.Akşama doğru Vaperotta ile aracımızın bulunduğu hava alanı çevresine gittik.Aracımızla Ragogna’ya hareket ettik önümüzde ikibuçuk saatlik bir yol vardı. Uyumayı düşündüm ve öyle de yaptım. Yol boyunca uyumuşum. Bir yerde uyandırdılar. Yemek dediler. Yemek var denmesi artık bana zulüm vermeye başlamıştı. Yine aynı terennüm yine aynı korkular. En kötü yanı da sana seçme şansı vermemeleri. Türkiye’ye gelseler insan hürriyeti kısıtlanıyor derler herhalde. Halbuki kendilerinin yaptığı böyle bir mecburiyete bırakmak ne anlama geliyor siz düşünün.
Üzerine gitmeseniz hertürlü melaneti yedirecekler. Marul salatasıyla karnımı doyurdum ve otelimize gidip günün yorgunluğunu bir duşla atmayı yeğledim öylede yaptım Ertesi günü;Spor yürüyüşü yapılacaktı. Eşofmanımı, keten ayakkabılarımı giydim. Göl kenarına gittik. Ama kimse benim gibi giyinmemiş, kimse kurala uymamış. Yahudi toplama kampına gittik oradan domuz kesim hanesine ve nihayet akşam oldu.
Otelimize geldik. İyi yorulmuştum. Ertesi günü 1900 yılından buyana üretilen araçların ve otomobillerin sergilendiği tarihi müzeyi gezmeye gidecektik. Erken yattım yorucu bir gün olur diye .Gittik gerçektende müze harika .Söylenene göre on yıl önce çıkan yangından arabaları kurtarmaya çalışırken sabinin yanarak öldüğünü söylediler.Şu anda orada trilyonlar yatıyor.Son günümüzdü artık Ragogna’dan ayrılacaktık.Akşam velilerin düzenlediği baloya katıldık .Orada gelen ülkeler birbirlerine hediyelerini verdiler. Biz Türk bayraklı şapkalarımızı hediye ettik.Eğlendik ve birbirimizle vedalaşarak otelimize döndük. Ertesi günü Sabah Venedik merkezine gittik Dönerken alabileceğimiz hediyeleri almak için Venedik sokaklarını adımladık Sanki İstanbul’u gezer gibi. Nihayetinde hava alanına oradan Roma’ya oradan da istanbul’a uçtu.
Yere indiğimde toprağını öpesim geldi. Gerçekten çok farklı bir ülkemiz var. Biz Allah’a ne kadar şükretsek azdır Çünkü güzel bir ülkede yaratmış Yine ne kadar şükretsek azdır. Müslüman bir ana ve babadan halk etmiş. Yine ne kadar şükretsek azdır. Öğretmenlik mesleğini nasip etmiş.
Mehmet Talip BİLGİL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.