- 1450 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇIŞ (SON)
Herkes önündeki taşı dökmüş sıra Meltem’e gelmişti. Yalnız onun taşları eteğinde değildi. Biri, tam yutkunduğu yerdeydi; ne zaman ki yüreği yanar işte o zaman yumruk gibi dayanırdı nefes borusunun üzerine. Diğeri ise yüreğinin orta yerindeydi. Deniz kıyısındaki kayalara benzerdi. Boyundan büyük dalgalara maruz kaldıkça soğumuştu kalbi. Erhan’la birlikte yürek suyu aşık olunabilir seviyede ısınmıştı ama mevsim o kadar çabuk kışa dönüşmüştü ki; her şey alt üst olmuştu. Duyguları da çalkalanıyordu tıpkı hayatı gibi. Şimdi taş değil sadece gözyaşı döküyordu Meltem.
Komiser Selami, elleri ceplerinde bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Gözlerinin hapsine aldığı Hüseyin, Erhan ve Sinan’dan sonra keskin bakışlarını Meltem’e doğru çevirdi.
“Neden kaçırdılar seni? Bu adamları daha önce gördün mü? Yollarınız neden aynı yerde kesişti? Ne biliyorsan anlat çabuk!“
“İçlerinden sadece Erhan’ı tanıyorum!“ dedi Meltem ve yine gözyaşlarına boğuldu. Sonra burnunu çekti ve derin bir nefes aldıktan sonra sağ elinin baş parmağı ve işaret parmağını gözünün üstüne götürüp bir süre ovuşturdu.
“İçlerinden sadece Erhan’ı tanıyorum ama diğerleri kadar uzakmış bana. Oysa onu çok sevmiştim. Deli gibi sevmek delilikmiş belki de. Bilmiyorum kafam karmakarışık“
“Sorumu tekrarlıyorum! Adam gibi cevap ver: Kısa, anlaşılır ve net! Edebiyat yapma bana! Neden kaçırıldığını biliyor musun? Kim bu adamlar sen ondan haber ver. Aşk meşk hikâyenden banane!“
Meltem’in yanakları üzerindeki bluzun rengini almıştı. Çenesi titreye titreye olanları anlattı. Konuşmasını noktaladığında omuzları aşağı düşmüş, başı iyice öne eğilmişti. Sonra yavaş yavaş başını kaldırdı ve gözlerini Selami’nin gözlerine dikti.
“Baskın yapmasaydınız, o depodan beni kurtarmasaydınız bugün başım, kollarım, bacaklarım gövdemde olmayacaktı. Bunu düşündükçe tüylerim ürperiyor. Canımı borçluyum size“ dedi ve birkaç damla yaş daha süzüldü yanaklarından aşağı doğru.
Herkesin ifadesini alan Komiser Selami, ekibiyle yaptığı durum değerlendirmesi sonrası Meltem’i serbest bıraktı.
Meltem, karakoldan ayrılırken Erhan’la göz göze geldi. Erhan’ın gözleri öyle buğuluydu ki yağdı yağacak gibiydi yüreğinde birikenler. Dudakları kıpırdar gibi oldu. Meltem, gözleriyle “Ne olur konuş! Bir şeyler söyle!” diye yalvardı adeta. Erhan, kan çanağına dönen gözlerini kaçırdı ve arkasını döndü. Meltem, birkaç daha adım attı. Erhan’ın nefesini yüzünde hissedebiliyordu.
Meltem “Keşke böyle olmasıydı Erhan. Seni sevmiştim“ derken yaralı bir kuş gibi titriyordu. Aslında, Erhan’ın da kendisine karşı aynı duygularda olduğunu hissedebiliyordu. Fakat Erhan’ın aklı, mantığı ve duyguları kötü bir kaza sonrasında kısmi felç olmuş gibiydi. Bazen akıl ve mantık tarafı bazen de duyguları tutmuyordu. Hep bir yerlerinden araz veriyordu.
Erhan, “İkimizin bir arada olabileceği bir yer vardı ama sen gelmek istemedin. Yaşayarak, gelecek avuçlarımızın arasında yok oldu bak!“ derken yüzünde küçük bir çocuğun ifadesi vardı.
Meltem “Hoşça kal“ dedi ve hızla uzaklaştı oradan. İnsan trafiği her zamanki yoğun akışındaydı. Meltem’de aralarına karışıverdi. Hıçkıra hıçkıra ağlarken etrafındaki bakışlar umurunda bile değildi. “Önüne baksana kızım! Gözlüğümü düşürdün. Kör müsün?“ diyen yaşlı amcanın sesini işittiğinde yerde çerçevesinden ayrılmış bir cam vardı. Diğer cam ise çerçevesinin içinde çatlamış görünüyordu. Yere eğildi ve elleri titreyerek gözlüğü adama uzattı. “Çok üzgünüm! Özür dilerim!“diyerek ara sokaklardan birine girdi ve bir parkın soğuk bankına kendini bırakıverdi.
Elindeki gazetenin manşet haberini yanındakine hararetli hareretli okuyan adamın yüzüne çevirdi bakışlarını.
“Eylem gerçekleşseydi eğer bugün bu gazete elimde değil üzerimde olurdu. Biliyorsun o kurultayın yapılacağı binanın hemen yanında benim dükkân! Şükür yakalanmışlar! Millet iyice şaşırdı! Allah böyle niyetleri olana fırsat vermesin! Sokakta yürümeye korkar olduk yahu! Herkes bir davanın peşinde! Benim davam da evime ekmek parası götürmek! Gerçi adamların davası hepimizi ilgilendiriyor. Sahi sen ne düşünüyorsun bu baz istasyonları hakkında?“
“Vallahi ne yalan söyleyeyim ben de korkuyorum ama başımızdakiler düşünüyorlardır herhalde. Ben oraya kadar okumadım. Cahil adamın tekiyim! “
Meltem bir anda ayağa kalktı. Adamın son söylediği cümle beynine çivi gibi çakılmıştı. “Ben de çok cahilim! Bir kitap bile okumuyorum. Oysa Erhan ne kadar da ısrar ederdi okumam için! Memlekette ne oluyor ne bitiyor haberim bile yok!“ dedi kendi kendine.
Birden Erhan’ın üzerleri kaplı kitapları gözünün önünde canlandı. Bir gün bile merak edip kapaklarını açmamıştı. “Belki yol yakından Erhan’dan ayrılabilir belki de onun davasında yanında olup kendi bilgimle, kültürümle farklı bir bakış açısı ve yöntem geliştirebilirdim. Erhan’ı canlı bomba olma fikrinden caydırabilirdim“ diyerek hayıflandı ve kızdı kendine.
Usulca kalktı banktan. Gözlerinde bir ışık belirdi. Adımları onu yaklaşık yüz metre ilerideki halk kütüphanesine götürdü. Hayatında ilk kez ödünç kitap isteyecekti. Kalbi kıpır kıpırdı. Görevliye doğru yaklaştı ve “Çevre, nükleer santraller, baz istasyonları ile ilgili kitaplar nerede?“ diye sordu. Daha sonra “Bir de önerebileceğiniz bir hikâye kitabı var mı? dedi heyecan içinde. Kütüphane görevlisi “Çevreyle ilgili dokümanlar için hemen sağınızdaki raflara bakabilirsiniz. Numarası 320’den başlıyor. Hikâye kitabı içinse benim şu anda okumakta olduğum bir kitap var Murathan Mungan’ın “Kibrit Çöpler“. İnanılmaz güzel. Tavsiye edebilirim“ dedi.
Meltem üç kitap aldı ve teşekkür ederek çıktı kütüphaneden. Adımları onu otobüs firmasına götürdü. Görevliye “Eskişehir için bir bayan yanı lütfen“ dedi. Biletini çantasına koyduktan sonra saatine baktı. Tamıtamına bir saati vardı. Boş bir koltuğa usulca oturdu. Sabahat öldükten sonra kapısını hiç açmadığı evine gidecekti. Biliyordu zor olacağını ama başka çaresi yoktu ki. Aklına Erhan’ın akrabası Gülcan geldi. Ona uğrayıp iş konusunu tüm detayınla konuşmalıydı. Ayrıldığı işyerine Gülcan’ın vasıtasıyla girmişti. Belki Gülcan tekrar patronuyla görüşüp onu işe aldırabilirdi. Olmazsa başka bir iş bulurdu. İçindeki umutların bir bir yeşerdiğini hissetti.
Düşünceleri arasında yolculuk yaparken zaman öyle hızlı geçmişti ki “İstanbul’dan Eskişehir’e gidecek yolcular için otobüsümüzün kalkış saati gelmiştir“ anonsuyla fırladı yerinden.
Koltuğuna oturduktan sonra ilk işi kitaplarını çıkarmak oldu. Önce çevre ile ilgili kitaplara göz gezdirdi sonra Murathan Mungan’ın kitabının sayfalarını çevirmeye başladı.
Sayfaları yutar gibi okuyordu. (Mungan, İlk Basım: Şubat 2011,S.91) “Aile yaraları“ başlıklı hikâyeyi okurken kalbinin hızlı hızlı çarptığını hissetti. Sanki yazar, eserinde kendisini anlatıyordu.
“Dünyanın bütün hikâyeleri aile yaralarıdır. Orada başlar, orada gelişir, oraya dönerler. Birikmiş ev içi kinleri, mutsuzluk fazlası, kirli sırlar, açık ya da örtük şiddet, aşırı sevginin yaraladığı benlikler, istenmezlikler, yetmezlikler, erken kayıplar, öksüzlüğün, yetimliğin, üveyliğin saymakla köpüren, köpürdükçe birbirine benzeyen nedenleri… Mutlu ya da mutsuz bütün sonlar kaçınılmazdır. Bunu bilince daha rahat anlatır insan bir başkasına kendi hikâyesini.”
Daha sonra birkaç paragraf daha okudu ve yine kendinden bir cümle daha buldu.
Mungan “Yaranın çıplağına vurulmaz. Anlatmaya soyunanlar buna güvenir. Giyinik yaralarla yazanların, anlatanların hikâyelerindeyse bizi inandırmayan bir şeyler vardır. Sonra yara kilitleri. Kimilerinin ilk yarası kendinin kilidi olur; bir daha açılmaz. Yarasının farkında bile olmadan yaşayanlarınsa anlatmaya, dinlemeye değer hiçbir hikâyeleri yoktur, onların düzayak mutlulukları vardır; kolay sevinçleri.“ diyordu.
Kitabın kapağını kapattıktan sonra göğsünün üzerine sıkıca bastırdı ve “Benim asla düzayak mutsuzluklarım olmayacak. Bir gün mutluluğu yakalayacağım!“ dedi yüzünde hoş bir tebessümle.
SON
Aysel AKSÜMER
YORUMLAR
her gün okumasamda kaçırdığım bölümleri biriktirir okurum...okununca keyif veren emekçi...edebiyatı her an yaşayan.... nadide hanımefendi biri...sitenin vazgeçilmezlerindendir...bu aralar çocuklar üniversite hazırlığında olduğu için zamanı pek yok ama o yazmadan duramazki...yeni öykülere sevgili aksümer saygılarımla hikayen sana yakışandı
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Tebriklerimi bıraktım sayfana.
Güzel bir hikaye ile buluşturduğun için bizi.
Sevgiler,
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel hanım yazının finalı çok güzel oldu.
Şimdi yeni öykülere inşallah...Tebrik ediyorum, sevgilerimle...
Aysel AKSÜMER
Murathan Mungan'dan alıntılar, final bölümüyle bütünleşmiş.
Meltem'in okuma eksikliğini farkedip, kitaplarla barışması, hayatına düzgün bir yön vermeye niyetlenmesi, olumsuzluklardan yılmayıp, yoluna devam etmesi, hepsi birarada doyurucu bir final...
Tebrikler değerli arkadaşım, çok beğenerek okuduğum bir seriydi.Kaç gündür yayınlanmasını bekliyordum.
Selâm, sevgi başarılarının devamı dileklerimle.
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel Hanım, elinize sağlık...güzel bir öykü oldu..Duygular, umutlar, umutsuzluklar, kızgınlıklar hepsi bize yansıdı..Tebrik ederim.
Sevgilerimle