- 521 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gülümsetebilseydim
Tartışmanın hangi noktasında anlamıştı o kayanın varlığını? İlk bakışta belli olmayan, derinlere gizlenmiş… Çarpışma olduğunda bu yüzden şaşmış kalmıştı bu kadar. Bu kadarını da beklemiyordu. İlerleyebileceğini sanmıştı oysa. Bu bağırış çağırış arasında bir şeylerin ortaya çıkması daha kolaylaşabilirdi belki. Daha örtüsüz, daha kendine benzer, daha sahici insanlar olarak çıkarlardı birbirlerinin karşısına. Suskunlukla, nazik kelimelerle bölmezlerdi sohbetlerini.
Ama o noktada anladı, bunun ötesi yok… Bağırmakla, ruhunu ortaya dökmekle bu çatışma çözülmeyecek.
“Peki…” dedi. “Öyle olsun. Sen bildiğin gibi davran. Oraya git, kendini yenile. Derin bir nefes alıp seni nefessiz bırakan, kendinden çıkarıp bir yabancıya dönüştüren o yere geri dön sonra… Yani buraya…”
“Sen tüm dediklerimden bunu mu anladın şimdi?” dedi kadın. “Ben ağlayan bir çocuktan söz ediyorum. Sense mızmızlık yapan bir çocuktan… Sözlerimi çarpıtmaktan vazgeç ve beni gerçekten dinle lütfen. Ben senin anladığın şekilde, hayatında değer verdiği her şeye bir anda sırtını dönüp yeni dünyalara yelken açan maceraperestin teki değilim. Bu kadar toz pembe bir tablo sunmuyor bana hayat maalesef. Aksine karanlık bir dünya sözkonusu… Ve onun içinde yolunu kaybeden, çaresiz ve zavallı bir kadın…”
Flört döneminde iki sevgilinin tartışması olsaydı bu, gayet doğal karşılanabilirdi bu yakınmalar. Çekip gidebilirdi nefesi daralan insanlar… Okyanuslar ne güne duruyordu? Hem ciğerlerine hem ruhuna bol bol oksijen depolar, birkaç yıllık stokunu tamamladığını anladığın an döner gelirdin ardında bıraktığın dünyaya. Tartıştığın sevgilin hala orada olmasa da ne fark ederdi ki zaten, olup olmaması? Buraları bırakmana neden olan o iç daralmasının en odağındaki kişi o değil miydi? Diyelim odağında değil de daha kıyıda köşede bir yerde… O da ayrı bir meseleydi. Demek ki öyle ya da böyle yaşamının tam merkezinde esaslı bir sorun vardı. Yanlış bir kişi yerleşmişti oraya ve tüm havayı tüketmişti… Ya da ondan da beteri: Kimse yoktu.
“Meltem bana annen nerde dedi dün. Herkesin annesi geliyor okula, seninki bir kez bile gelmedi dedi.”
Geçmişteki o tartışma sırasında bir mucize olsaydı da gelecekteki bir an’ı yaşamaları mümkün olsaydı ve o an da bu olsaydı, yani tam da şimdi, kızının ona bu iki cümleyi söylediği an… karısı, yani o tartışma anında karısı olan, şimdiyse olmayan o kadın aynı cümleleri kurar mıydı yine? En azından kızını hatırlar mıydı?
Çünkü bu hafıza problemi nedeniyle yaşanmıştı aslında tüm bu karmaşa ve parçalara bölünme… O zaman bu küçük kız daha da küçük, minimini bir şeyken böyle sözcükler kullanamıyordu tabii. Beşiğine sığdırdığı minicik bir evrende anne kucağına çok benzer bir ılıklığı içinde duyarken “annesiz kalmak”, yıllar sonra şimdi geldiği noktada duyduğu o amansız kaygıya neden olamayacak kadar uzaktı ona. Bu yüzden onu o güvenli yerde bırakıp gitmek hiç de annesiz bırakmak gibi görünmemişti o kadına.
Ama zaman geçmiş, o bebek büyümüş, beşiklere sığmaz olmuştu. Parçalanma sürecini başlatan o tartışma çok gerilerde kalsa da gerçek etkileri yeni yeni meydana çıkıyordu ancak. Anne ılıklığı olmayan beşikler vardı artık… Yeni ortamlar, yeni koşullar… Gerçek bir annenin eksikliğini gün be gün daha da şiddetle hissettiren çok gerçek bir dünya…
“Meltem seni kıskanmış demek ki.” dedi karşısına dikilmiş ona hesap soran bu çok bilmiş kıza. “O yüzden de biraz canını yakmak istemiş anlaşılan. Sizin sınıfta annesi ve babası boşanmış kaç çocuk var, söyler misin bana? Hatta geçenlerde hesap etmiş, tam altı tane demiştin. Yani o Meltem Hanım’ın çok şaşırdığı bu durum aslında hiç de şaşılacak bir durum değil…”
O küçük bedendeki gevşemeyi, yüzündeki gölgeyi savuran o ani parıltıyı görerek biraz rahatlasa da annesiz ya da babasız kalan başka çocukların da var olmasından mutlu olmasını gerektiren böyle bir hayata bir kez daha lanet ederek “Keşke tek boşanan çift biz olsaydık!” diye geçirdi içinden. “Keşke küçük kızımı memnun etmek için onun mahrum olduğu şeylerden başka çocukların da mahrum olduğunu, tek bencillik edenin kendi annesi olmadığını öne sürmem gerekmeseydi böyle… Toplumsal bir durum olmayacak kadar tek tük rastlanan, parmakla gösterilen, çok garip bir durumun temsilcisi olabilseydik keşke boşanmış bir çift olarak… Ve tüm bunlara rağmen bu küçük periyi yine böyle gülümsetebilseydim keşke…”