- 1607 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sana Ait Yarım Tarafım Sancılı İdi...
Ne zaman sana doğru koşmaya çalışsam neden hep tökezlenirim sevgili...
Bazen gün ışığında, bazen de dolu fırtınalarında, bazen de karanlıkların kâbuslarında düşlenen sevgili olmak...
Yarınlarda ertelediğimiz düşler mi vardı yoksa unutmak istediklerimizi mi yarınlara atıyorduk...
Oysa tüm yaşananlar sevmeye dahildi, tüm yaşananlar sevilmeye dahildi...
Sadece yaşamak çoğul sıkıntılarla, umutla, hırsla, boşvemişlikle, kinle ve de gözyaşları ile hep vardı içimizde bir yerlerde tüketilemeyesiye...
Acımıyor sana ait yarım tarafım, hırstan mı yoksa çaresizlikten mi pişman bile olamıyorum, kayboluşlarının hesabını sorarken bana, sadece hırstan sana ait yarım tarafım sancılı idi... Nerdesin demek için yürek gerekti, oysa parçalanmış varlığımın ardında kalan yarım yürek çok dar bana can...
Oysa belki de sığınağımdı sunaklarının oldukları yerler, perdelenmiş yaşamımın ardındaki karanlıklarımdan çıkışımdın oysa sunağından bir nebze nefesle, bir nebze suyla...
.
Bazen şair ağlar ama bilinmez ağladığı, bazen de, ağlıyor sanılır...
Bazen ruh kahkaha atmak ister bir ses için ama hep ağlıyor sanılır...
Bazen mavilidir bakışları ama ateşe bakıyor sanılır,
Bazen gülmek ister ama
ağlıyor sanılır...
Bir bakarsın şair derken hayat çıkar ortaya ki herkes yaşıyor sanır...
Oysa şair ölmek ister güler sanılırken,
tuz parçacıkları oluşur gözyaşlarından,
gülüyor sanılır...
Ve uzar gider yaşamla, yaşanır gibi sanılırken...
Ve
bakar Mavi, yan seğirterek bakışlarını
kendine yazılır sanır...
0ysa yazan kalem çoktan beri güler kalır...
Ebrulidir gülüşler...
Olmak istediğimiz kişiliğimizle, olabildiğimiz kişilik arasındaki fark ise hedefimizdi...
Olabildiğimiz kişilik olmak istediğimizin önüne geçmişti, hedefimiz olan fark kadar artmasını istediğimiz, ardına yıllarımızı serdiğimiz hedeflerimizdi...
Neresindeyiz bu hedeflerin, eksik kalan kısımları ile?
Güven ve özgüven duyguları ile donandığımız nereye kadar direnmişti?
Sahte sevgilerle unutulmuş ne kadar isteklerimiz olmuşsa işte bir anda sahteciliğini anladığımız, sevgim dediğimizle önümüze çıkıp avuçlarımıza, yüreğimize ve tüm beyin zorlamalarımıza hükmetmişti farkındasızlığımızla...
Biz kimdik, bu sahte sevgililikteki yedek sevgi miydik veya yedek sevgili miydik?
Her kaybedişimde senin hep kazanmanın veya güçlenmenin, meydan okuyuşlarının sebebi neydi?
Dursun bir kenarda ben kendi hayatımı mı kurayım teorisi aldatmaca cümlelerin ardında kalan...
Yedek sevgili olmak, karartılara camlardan bakmak mıydı?
Belki de bunların çoğu kişilik savaşımlarında öne çıkıp zafer edası ile haykırmak mıydı hayata?
Tercih ettiklerimizle, tercih edilmişliklerimiz vardı belki de bu acı süzgecinin üstünde kalan...
Çoğu zaman kişilik çatışmalarında her şeyden vazgeçerek sindik mi hayatın pervaz arkalarına?
Her anın kuralsızlığını yamarken bana, aşkın, sevmenin kuraldışı yaşanamayacağını mı göstermek istiyordun benle bana...
Kaldırımlara diz çökmüş, var gücüyle ellerinin yumrukları ile kaldırım taşlarını döverken, önünden ağır ağır giden aracın plakasını ezberlemeye çalışıyordu adam...
Az önce canım, soncanım dediğinin o araca binerken görmüştü, veda bakışının uzunluğu yıllara uzayarak serpilmişti...
Sadece iki göz birbirine birkaç saniye kilitlenmişti... Yıllara ve de yıllar yıllara uzayan bir bakışın hafızadaki yerinin silinmez bir hali canlanıyordu gözlerinde...
Son defa bir veda cümlesinin bile olamayacağı bir bakış haykırışının ardından sevdim dediğinin ismi, iki defa art arda uzayarak bir biri peşi sıra çıkmıştı dudaklarının arasından...
Ve tekrar haykırdı...
Bir gün sen de benim seni özlediğim gibi çok özleyeceksin sen de beni ve bu özleyişle hiç bitmeyecek acılar yaşayacaksın dedi adam...
Sağ elinin ayasından akan kanı hatırlayarak, o acıyı yüreğinde bin defa katlayarak,
sen de özleyince çok ama pek çok acı çekeceksin dedi.
Tıpkı bir tufan anındaki şimşek çakmaları, gök gürlemeleri gibi sarsılacak için...
Acılarının tarifini yaparken, sende ateşlere atlayacaksın, sen de yanamayacaksın ateşin korlarında acı çektiğin kadar...
Hayallerinin ardına gizlenen gerçekler miydi, yoksa gerçeklerin saklandığı hayaller miydi tüm bu acıları tetikleyen?
Bir birine bağlanmış hayatları zaman süzgecinde erirken belki tek taraflı, belki de çift taraflı çekilen acıların gizli, gözden uzak, içe kapanık, sadece kendi içlerinde parçalanan acılardı ki bir birlerine belli etmemek için gizemli cümlelerin içine saklıyorlardı birbirlerini ne kadar çok özlediklerini...
Belki de hayatlarının tüm ağlarını bu özlem cümlelerini içlerinde saklayarak geçirdiler bu güne değin...
Bir birlerine ta ki adsız, isimsiz, rumuzsuz ve adressiz mektuplar yazıncaya kadar...
Birbirlerinde aşkların ve de öz sevginin unutulamayacağını anlatırken tüm zıtlıklara meydan
okurken tercihlerinde yaşıyorlardı ve tercih ettikleri hayat tarzıydı belki de bir birlerine zıt gelen...
Yaşamın bir tercih olduğu gerçekti ama diğerine haksızlık olan bir tercih de zorlu bir acı çıkmazına atardı diğerini...
Yaşamın bir tercih dramı olduğunu anladıklarında ise özlemlerini artık tarif bile edemediler...
Ve tek cümleye bağlanarak yıllar sonra bir cümlede el ele oldular...
Ne zaman aklıma düşsen hep seni çok özlediğimi anladım...
Ama artık bu cümlenin de dipsiz kuyuya atılmış mektuplar olduğunu anlıyorlardı yavaş yavaş ve
sevgi en çok bunaldıkları anda yeniden yakalarından tutup sarsıyordu onları...
Ve biri diğerine ben en çok seni sevdim derken, diğeri de ben en çok sende acıyı tanıdım diyordu...
Aralarında çözümü bunaltıcı bir bağ vardı sanki çözülmeyerek ayrılamamazlığı anlatıyordu onlara...
Hayatın kopmaz bağları özlemle sonsuza kadar düğümlü kalırdı...
Biz yalnızlığı tercih ettik belki de tüm karşıtları boş vererek, hoyratça kullandık belki de tüm beraber geçen zamanları, belki de seçtiğimiz bir sondu bu, bir gün tek başımıza kalacağımızı hesap ederken... Senli ve benli gölgelerin biteceğini bilerek sınadık kendimizi ve uzun kırık dökük yolları seçerken de aslında korkuyorduk belki de, değerini bilmediğimiz sonsun düşüncelere, hayatın sonsuz olmadığını da asla düşünemedik asla...
Şimdilerde yalnızlığımız mıydı pişmanlığımız, yoksa değerini bilemediğimiz birbirimizin avuçlarının içine birbirimiz için ağladığımız zamanlar mıydı pişmanlıklarımız?
Oysa deli olurcasına birbirimizi arayacağımızı, başımızı birbirimizin omuzlarına koyacağımız zamanların varlığının da yok olacağını, belki de hiç hesap etmedik... Belki de korktuğumuz için düşünmedik bu ayrılık zamanlarını... Sadece anları yaşıyorduk belki ama hiç hesap etmedik belki de bir gün bu şehir üzerimize yıkılacak, bu şehir artık bizi saklamayacak ve bu şehirdeki ekmek, su, hava bizde kıtlık olurcasına zorlu nefeslerle bu şehri terk edeceğimizi, belki de kuytularına tek başımıza gizleneceğimizi hiç düşünmedik...
Daha yüzlerce boşluk var içimde, bukağı takılmış boşluğun var olduğu obruk çukurlarının diplerinde...
Bana boşluğu tarif et, karanlık sessizlik, yalnızlık, kuytuluk deme, sadece sesinin tınısı bozulmuş bir kuytuluktan bahset...
Hoyrat zamanların hırçın çaresizlikleriydi belki de aslolan...
Harcanmış bir ömürle şaşkın bakarken bu sevdanın arkasından, sadece boşa geçmiş hayatın yılları kalmış geride...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
MUSTAFA BEY YAZINIZI OKURKEN AKLIMA OKUDUĞUM BİR KİTAP GELDİ"SİL BAŞTAN" DEDİMKİ EY RABBİM BİZLERE İKİNCİ BİR ŞANS VERSEN VE YENİDEN DÜNYAYA GELSEK. BELKİ O ZAMAN BU YANLIZLIKLAR, BU YAŞANMAMIŞLIKLAR VE VARLIĞINDA YOKLUĞUNU TATMALAR AZALIR... ETKİLEYİCİ VE HÜZÜNLÜ BİR YAZIYDI ELLERİNİZE SAĞLIK..
Mustafa YILMAZ
Puslu, sisli, gölgeli bir yaşamın gölgelerine saklandığımız zamanları mıydı hayata pes ettiğimiz, sonra da irkilerek toparlandığımız zamanlar... Hep bunalım, hep bunaltılı bir yaşamın kelepçeleriydi belki de beynimizi zonklandıran...
Sokul bana doğru hayat ve az yakın ol isteklerime...
Her şeyden vazgeçtiğim anlarda bile kendime ait hiçbir şey kalmıyordu yanımda...
Galiba hâlâ bu hayatı eski hayatım zannediyorum. Hani ufak tefek gülmelerim, umutlarımın var olduğu, gök kuşağının renklerini tanıdığım, her saniyede sen sevgili seni düşlediğim zamanlarda sanıyorum kendimi...
Ama dahası da var, yağmurlarda ıslanmamız, otobanın kavisli orta beyaz çizgisinden hızla geçmek, yıldız kümelerindeki o simetrisiz, kendine has kargaşa cümbüşünü görmek, bozacının, salepçinin kalın bardaklarından ağızları doldururcasına yudumlamak ve ve hayatın geniş nefesleriyle uçurtmaların kuyruk süzüşlerine dalmak, hayal kurmak, şarkılar türküler dinlemek, gözü kapalı, o Anadolu ezgilerinin yanık tınıları ile yüreği masumlaştırıp sığınmak bir birimize, oldu olacak daha daha sevmek bir birimizi ve yummak gözlerimizi güneşi avuçlayan ellerimize...
Mustafa Yılmaz
inci*
Mustafa YILMAZ
Kaybettiğim seni, kayıp kentlerimde aramak, çok uzak bir duruştu bana...
Her olgu bir gidişe dahildi, her kaybedişim seni, hep bir gidişin ardında kalan, uzak olmayan acılara dönüşürdü. Oysa yılların ardında kalan acılar hep uzağa uzadı durdu...
Artık seni kendime ne kadar yakın hissetsem, bir o kadar uzakta idin bana...
Seni arayacak kadar bedenimi ve ruhumu uzatsam sana doğru, artık sana ulaşmam imkânsıza atıyordu beni...
İşin kolayı belki de senden vazgeçmekti ama her senden vazgeçmeye uzansam, daha daha içime sokuluyordun...
Aşk uğruna ödediğimiz bedellerin altında kalarak ezilmişliğimizin sebepleriydi bu çaresiz kalışlarımız...
Durmak mı gerekliydi, yoksa duramayasıya uğraş vermekti bu savaşımın içinden çıkışımız...
Üst üste gelen acı tarif ve sebepleri hâlâ bitememişse sevginin büyüklüğünü mü tarif ediyorduk, yoksa ruhsal yenilgimizin altından kalkabilme gayretlerimiz miydi tükenmeyesiye cümlelerin içinden çıkamayışımız?
Her şeyi bir oldubittiye getirmemizdi aslında bu sevdanın içinden sıyrılabilmek...
Tek taraflı yazımlarla yenilgiyi kabullenemeyip, cümlelerin içinde mi kayboluyorduk...
Saygın sevginin kollarını yazarken aslında ruhumuzun dağınıklığına aldırmadan durmayasıya pervasızca yazarken aslında yürek dağılmalarının altında bir kez daha eziliyorduk...
Her cümlenin ardından yeni bir cümleye yüreğimizi atarken, dağınık ruhların peşi sıra koşmaktan belki de sevgide daha çok yoruluyorduk...
Ben seni çok sevdim cümlesinden vazgeçecek olsak, tüm cümleleri geçmişten geldiği gibi yalana atmak sevgideki yalancılığa koşmak değil miydi?
Daha mı kolay olacaktı bu cümleyi söyledikten sonraki hayatı yaşamamız, yoksa dar baskılarla bir kez daha mı ezilecektik?
:)))))) tekrar teşekkür ederim sayın yazar...
Mustafa yılmaz
inci*
Mustafa YILMAZ
hâlâ ölgün bedenimi ayakta tutan o görüntün, gözlerin...
Sessiz, suskun, titreyişten uzak, ağlamaklı ve çok sevmeyi tekrarlayan bakışlarla,
kanımı donduruyor...
Ölgün kuşların kanat sesleri tükeniyor bakışlarımda...
Her şey durgun, her şey ılık, her şey sessizliğe bir adım atıyor,
her şey yalnızlığıma ortak oluyor
ve
kaybolmuş ruhların peşi sıra koşarken ben,
yoruluyorum artık...
Sen benim kimselerimsin derken, o solgun gözlerinle,
şimdilerde, kimsesizliğimle, baş etmeye çalışan,
ürkek kalp atışları ile el sallıyorum sana veda cümlelerimi içime mıhlayarak...
Ben sana öldüm sevgili, yaşıyor musun diye sorma bana...
Senin düşlerindi benim amacım olan yaşam...
Bir köşe başı bekleyeni olmaktansa, aşkın içinde boğulup ölmek,
benim amacımdı sevgili...
Kendi derinliğimi kaybedip, senin derinliklerinde dolaşıp,
mutluluğu senden almaktı, amacım sevgili...
Hiç yüksünmedim senli yaşamdan, tüm güzellikleri kendi vitrinime koyup, tüm dar zamanlarımda,
hep sığındım onlara, senin varlığın benim yaşamımdı sevgili... Yanılmışım... Yanılgıdaymışım... Sevgili...
Tercih etmekle, tercih edilmek arasındaki farkı düşündüm uzun uzun...
Birini tercih etmeye veya birine tercih edilmek...
Daha sonra da birine veya birilerine tercih edilmeyi düşündüm...
Ne kızıl bir kandır o görüntüsü yüreğe yapışan isli ve kokusuz bir hiddet ardında kalan o zavallılaşma...
Suçlar ve suçlular dizildi bir bir bu kulvarın kıyılıklarına...
Hiddetin pür telaşa vardığı acınılası bir hâl vuruşları bu kalbin hınçla titreyişleri...
Birine veya birilerine tercih edilmek derin bir boşluk, derin bir hırs ve söylemsiz bir yalnızlıkla acındırır kendini kendine...
İki tercih arasında da derin bir boşluk var sadece, hem de...
Bir hikâye bulduk kendimize uyan, bir masalın içine attık kendimizi, biz bize yeteriz diye...
Tüm yaşanmışlığımızdaki eksikleri tamladık, biz bizdeyiz diye bazen yetiksiz, bazen yettik kendimize kahraman edasıyla bir baktık ki kaçıncı düşüşümüz oldu dibe doğru...
Asiydik bakışlarımıza, asiydik kendi kendimizin kahramanlık edalarımıza, asiydik birbirimizin ardında kalan düşlere ve kendimize asiydik yaşamın kahredici donuklukları ile...
Sadece efelenir olmuştuk aşkın ardında kalan güçle hem kendimizi, hem de birbirimizi yorgun düşlere atarken, vazgeçilmez bir sevdanın yokluğunda kayboluyorduk belki de...
Kendimizi o hikâyenin içinde kahraman, güçlü birer dev yaparken, aslında sevgimizin iki masum, birer avuçluk sevgi masumuyduk...
Aslında biz Eylül hastasıydık, korkularımız Eylül’e dair olurdu, biz Eylül’lerde hep korku içinde yaşardık, biz Eylül’lerde hep acı çekerdik ve biz birbirimiz için hep Eylül’lerde ağlardık, kâbuslarımız olurdu hep Eylül ayı ve hep Eylül’de unuturduk biz gülmelerimizi...
Bu hayatımızın çilesiydi, biz bu çilelerle büyüttük içimizdeki çocuğu ve biz bu çilelerle küçücük gülmeler öğrettik acıların içinden her şeye rağmen fırlayarak içimizdeki çocuğu avkaladık durduk...
Mustafa Yılmaz
inci*
Mustafa YILMAZ
Aranılmaz bir pişmanlıktı bunlar, ama kendime vurdum pişman olmaksızın...
Vurdukça parçalandı iç benliğim,
neredeyse ismimi yok saydım,
ama yüreğim dondu kaldı ayazlarında...
Sana sevgili diyorum ,
ama hiç bir şeyimsin aslında,
o güzel günlerin hatrınadır seni hatırlamalarım...
Oysa seni çoktan yok saydım ben,
ama yüreğim son vuruşlarına senle kalacak diye söz vermişti...
Seni hatırlamalarım bile yoksulluğum benim, sen gibi biri kalmamıştı aslında yüreğimde, ama geçmişi yok saydığımda da sen yok olacaksın bilirim sevgili...
Alınma bu sözlerime, zaten yoksaydığım birinedir sözlerim, ne zaman seni yazsam hep içimde bir yanlarını öldürüyorum, seni sevmeler değil bu yazdıklarım, senden tırnağımı sökerek kurtulmalarımdır bunlar...
Uzun zaman var önümde, yollar çok hırçın, bakışlarsa hep güneş yönünde, ardım ise, hırçın, dalga, deniz, köpük üstünde kayıyor hayatım, harman yeri bu talanlık, umut toprakta, umut yolda, umut bakışlarımda, umut beklemekte ve hayat süpriz ardındaki bekleyişte bir ummak, gidiyorum zift kokulu kırma taşlar üstünden, oysa yarin yolu olsaydı, bu kadar uzak olmazdı zaman bana...
Tükenirsin gecenin uzunluğunda usulca, sesin çıkmaz, sıkmışsındır dişlerini, soğuk demir gibi, yüreğinin sesi sanki kulaklarında bir feryat olur, beklediğin ne ki bir köşede, gelmeyen sabah mı yoksa?
O şarkıdaki sözler seni anlatmıyor mu ki, peki O neden yaşadı ki, feryat, figân, gözyaşı, ya senin akıttığın gözyaşları ne ki, benimkilerin yanında, çare mi ki, çaresizlik midir bu tufan? Yaşam devamda, umut yine yaşamda, yaşananlarla hep birlik...
Mezar taşından bahsetme bana, oysa en iyi ben bilirim sahipsiz mezarlardaki taşlarda yazılanları, basmışım zift kokulu çakıllara, gerisi artık umurumda değil, sen bari anlatma bana mezar sessizliğini, en zor nefes aldığım kuytulardır oraları, sen hiç hıçkırık sesi duydun mu o kuytuluklarda, parçalanır için o seslerle, ki o seslerin ardındaki, bir vadasızlıkla kalan , bir can ben...
Safranı bilir misin sen, yeşil kokar, böğürtür insanı, oysa hayatım sahran içinde geçti benim, bana nergis kokularını unutturan, gündüzü karanlığa devşiren safranın ta kendisidir aslında...
Ruhum uzaklarda, beden kimliksiz, vakit çok yakın, yol uzun, kimsesizlik diz boyu, yokuş yukarı bir yol, nefessiz bir koşu bu bendeki derman, zorluyorum ruhumu, diz çökmüyor sevdaya, unutulmuşlukların ardına saklanmış, bin soru, onbin cevap, nerdesin yar, anlat bana anlatamadıklarımı sana, sustum dedim olmadı, artık susma dedim lâl oldu dilin, bu ne cefadır be yar, kavil böyle değildi aslında...
Yazdırma bana geleceğimin kader yaşantımı, söküp aldığım yaşam bu, ne bir eksik ne de fazlası, bir de sen korkutmasan var ya, çoktan sahipsiz bir mezarda olurdum şimdilerde...
offf yazmayı seviyordum, zaman bitti, devrim oldu yüreğimde, sen gölgen var ya, ne unutulmaz bir ışıksızlıkmış... Hıçkırışlarımı kesmiyor özlemlerin, varlığını unutsam boğulurum... Acılarını yazıyorum yürek vurgunlarımla, bitmeyesiye özlemin başladı, ardı arkası boş gayrı bu düşüncelerin... Kalemlerin tamlanmasıydı belki de bu yazım düşüncelerindeki yorgunluklar, hayatın zorlanmasıydı belki de açlıkla savaş, kaybedilmiş ruhların küsmesiydi belki de bedenlere, arayışların ardındaki boşluklardı belki de sessizliğin iç sarsılması, unutulmuşluğa dahil ne varsa ortaya çıkmasıydı belki de bu feryatlar, kalemlerin uçlarından fışkıran aslında, belki de söyleyemediklerimizin fırlamasıydı beyinlerden...:))))
mustafa yılmaz