Kayısı Ağacı
Okulun bahçe duvarlarını çevreleyen parmaklıkların dışında, tam giriş kapısının önünde yaşlı bir kayısı ağacı vardı. Yıllar önce bu okulda okudum, bahçesinde oyunlar oynadım. Benim için o günlerde bazen çiçeklerini kopardığım, meyvelerini ezdiğim, dallarına uzanıp, gövdesine tekmeler attığım rasgele bir meyve ağacı ...
Çocukluk hatıralarımı zorlayıp içinden ayıklayabileceğim birkaç parça hatıramın belki de en arka sıralarını işgal eden, ama hep iç içe olduğumuzun farkına varamadan günlerimi altında geçirdiğim sıradan bir ağaç.
Aradan yıllar geçip de hatıralara ihtiyaç duyduğumuz yaşlara gelince, tozları silmek, sis perdelerini aralamak ve geçmişin o güzel günlerini yad etmek için insan, daha da bir zorlanarak, daha da bir arzulayarak hatırlamak istiyor o günleri.
Sıcak bir yaz günüydü. . Cumartesiydi ve işe gitmek üzere ayaklarımın beni geri geri çektiği saatlerde, otobüs durağına doğru yürüyordum. Okulumun yanından geçerken kulaklarımı dolduran cıvıl cıvıl çocuk seslerine gözlerim de onay verince, zaten işe gitmemek için bahane arayan yorgun ayaklarımın, vücudumu bahçeden yana çevirdiğini fark etmedim bile. Bahçesinde oyunlar oynadığım, koridorlarında avazım çıktığı kadar bağırdığım okulumun bahçesindeydim artık.
Tatil yaklaşırken derslerin boş geçmesini fırsat bilen öğrenciler bahçeyi bir kuş cennetine çevirmişler, bir koşuşturmaca, bir telaş, kan ter içinde oyun oynuyorlardı.
Onların, o dünya tatlısı dünyalarını seyretmek ve kim bilir belki de onlarla hatıralarımı paylaşmak, işe gitmekten ağır basmıştı. Sessizce bahçe duvarının kenarına yaklaştım ve sırtımı bir ağaca yaslayarak bütün benliğimle eski günlerimi izlemeye başladım.
Her çığlık okulumun koridorlarını, her gülüş okulumdaki arkadaşlarımı, her koşuşturma bahçedeki top sevdamızı hatırlatıyordu bana. Her önlükte bir sıcaklık, her yakalıkta bir dostluk, her yorgun nefeste bir sevgi, her bir çift gözde bir saflık yüreğimin taa derinliklerine iniyordu. Müthiş etkilenmiştim. Onları öylece durup seyretmek istiyor, belki de o ana kadar defalarca önünden geçip gittiğim okulumun önünden bu kez hiç ayrılmak istemiyordum.
Neden bu kadar etkilenmiştim? Ve yıllar sonra burada çivilenmişçesine ayaklarımdan tutup beni kıpırdatmayan duygu neydi.? Anlayamıyordum, daha doğrusu anlamak istemiyordum. Anlayıp da duygularımı yerli yerine oturtmaya harcayacağım zamanımı gözlerime hibe etmiş, başka bir şey düşünmek istemiyordum. Donmuştum.
Ne kadar zaman geçti hatırlayamıyorum. Birden, yüzüme düşen bir su damlası ile irkildim. Hava güneşliydi ve bu sıcakta yağmurun yağacak mecali olamazdı. Telaşla etrafıma bakındım, birileri su mu atıyordu üzerime yoksa gerçekten yağmur mu yağıyordu ? Etrafıma bakındım; ne yakında, ne uzakta kimsecikler yoktu. Tuhaf şey dedim, tekrar gözlerimi bahçeye çevirdim. Fazla zaman geçmemişti, aynı damladan bir tane daha, bu sefer sol yanağımı yalayarak toprağa çakıldı, huylanmıştım artık. Ne olup bittiğini anlamak istiyordum. Bakmadığım tek tarafa bakmak aklıma geldiğinde o anda; başım yukarıdaydı.
Evet, baktım ve gördüm, gördüm ve anladım, anladım ve iliklerime kadar hissettim bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçip giden çocukluk günlerimi.
Ben o kayısı ağacına yaslanmıştım. Hani, hafızamı zorlamadan hatırlamama imkan olmadığını söylediğim o kayısı ağacına. Gizli gizli dersten kaçmalarımın tek şahidi, yepyeni ayakkabılarımın deneme tahtası, güneşimin gölgesi, çocukluk sevdamın çiçekçisi, topum için dallarını taşladığım, meyvelerini kopardığım, ben de hiçbir hatırasının kalmadığını sanarak bir ömür geçirdiğim kayısı ağacı.
Bu ağaç burada mıydı? Yıllarca önünden geçip giderken hiç mi fark etmemiştim! Bu kadar büyümüş ve bunca yıldır binlerce çocuğa gölgelik etmiş, yüzlercesine meyvesini vermiş, bir o kadarından darbeler yemiş, ama yine de büyümüş ve bu günlere mi ? gelmişti.
Peki, neydi o yapraklarından süzülen ? Yanaklarımı ıslatıp toprağı delercesine üzüntüsünü anlatan damlalar neyin nesiydi ?
Bir ağaç değil miydi ? o, sıradan, sade ve o her yerde görmeye alışık olduklarımızdan... Dalları, gövdesi, yaprakları ve çiçekleri olan sıradan bir ağaç işte. Değil miydi ?
Hatıralarımı kurcaladıkça beni çocukluk günlerime götüren düşüncelerime bir hal olmuştu. Yaşlı kayısı ağacına öylece baka kalmış gözlerimi bir türlü üzerinden ayıramaz olmuştum.
Uzun uzun baktım yukarıya doğru.... Düşüncelerini okumaya, dallardaki yaprakların arasından süzülen güneşe karşı hatıralarımı canlandırmaya çalıştım. Çiçeklerini okşayan rüzgara, meyvelerini tatlandıran güneşe, dallarını dolamak istediği bahçe parmaklıklarına söylemek isteyip de söyleyemediği bütün şeyleri bir bir dinledim yapraklarının fısıltıları arasında.
Koskoca bir ömrü varlığından habersiz geçirdiğim; o, hatıralarımın en güzel hatırlatıcısı yaşlı kayısı ağacı ağlıyordu. Evet, evet, yıllarca çocuklarının şen şakrak cıvıldaşmalarına alışkın, onları dallarıyla güneşten koruyan, çiçekleriyle süsleyip meyveleriyle besleyen yaşlı ağaç ağlıyordu.
Okullar tatile girecek ve belki de bir daha çocuklarını göremeyecek, onların neşe dolu dünyalarına ortak olamayacaktı. Artık gölgesinde güneşlenen kimse kalmayacak, hiçbir çocuğu dallarıyla sararcasına bahçeden içeriye bırakamayacak ve hiçbir çocuğun gövdesine yaslanarak ağlayışını seyredemeyecekti.
Artık veda zamanı gelmişti. Belki bir daha ki okul açılışında çocuklarına kavuşamayacaktı. İstiklal Marşını dinleyemeyecek, Andımızı onlarla beraber söyleyemeyecekti kim bilir...Belki de son görevini yerine getirecek, dalları ve gövdesiyle canından çok sevdiği çocukları ısıtacaktı tüm kış boyunca.
Ama o çocuklarını son kez görmenin acısıyla göz yaşı döküyor ve çiçekleriyle süsleyip, meyveleriyle beslediği, dallarıyla koruyup, gövdesiyle dostluk ettiği çocuklarına yapraklarının arasından süzülen damlalarla “elveda” diyordu.
Dayanamadım artık, başımı önüme eğdim. Onun yüreğimdeki yerini ne yapıp edip, hatıralarımın arasından çıkarıp baş köşeye koymalıydım.
Ayaklarımın altında kayısı ağacının yapraklarından süzülen damlalarla, gözlerimden süzülen damlaların göl olduğu çamur birikintisinin üzerinden atlayarak otobüs durağına doğru yürümeye başladım.
İşe gitmeliydim...
YORUMLAR
Okul duvarlarını çevreleyen parmaklıkları bir türlü kurgulayamıyorum, hiç görmedim öyle bir şey. Bir duvar ve onun dışında bir parmaklık...Kayısı ağacı, bereket ve sağlık yuvasıdır. Elli yıl bifiil meyve veren, ölünceye kadar azalarak da olsa meyvesini esirgemeyen nadide bir açtır... Onunla ilgili çok sevdiğim bir şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum. SAYGIYLA
bir kayısı ağacı
ben bir kayısı ağacıyım
kırşehir'in dinekbağı'ndan.
küçücük bir ev önünde yaşarım yapyanlız.
yılda bir çiçek açar,
yılda bir kayısı veririm,
avuç içi kadar.
yaz olur,
bir kadın silkeler dallarımı,
bir çocuk yerde bağırır,güler,
bense hoşnut olurum.
hem zaten benim
ne söğütler gibi nezaketim vardır,
ne kavaklar gibi gururum.
ben bir kayısı ağacıyım
kırşehir'in dinekbağı'ndan.
dinekbağı'nda üç insan severim,
bir çocuk,
bir genç kadın,
bir genç adam,
benim kadar sessiz sedasız,
benim kadar halim selim.
en güzel ay nisan ayı,
toprak yumuşak yumuşak,
en güzel ay nisan ayı.
yamur yağdı,çiçek açtı,
bir hoş oldu içerim,
en güzel ay nisan ayı.
kavaklar uzakta upuzun,
bir sağa,bir sola,
başı döner kavakların.
ben bir kayısı ağacı,
başımda çiçeklerim.
ben bir kayısı ağacı,
üç insan severim:
bir çocuk,
bir genç kadın,
bir genç adam.
çocuğun adı ahmet,
kadının adı fatma,
adamın adı ibrahim.
ahmet küçük ve sarı,
fatma tombul ve beyaz,
ibrahim uzun ve narin.
bir tek toprak odaları var üçünün,
toprak odanın bir tek penceresi.
ben bir kayısı ağacı,
bazan eğilir bakarım odaya,
yerde bir eski yatakla yorgan görürüm,
duvarda bir eski kırık ayna,
yerde bir eski kilim,
bir eski hasır.
bir kayısı ağacı,
bazan eğilir bakar odaya,
çiçeklerinden utanır.
dün gece gaz yakamadılar,
ayışığında gördüm üçünü.
çünün suratı asık.
önce oturup
zeytin ekmek,taze soğan yediler,
sonra baktılar birbirlerinin gözüne,
sonra esnediler.
gökyüzü bembeyazdı.
gökyüzü çiçeklerimin renginde.
gökyüzünde kavaklar.
fatma uzandı ibrahim'in yanına,
sağa döndü.
tombul,beyaz yüzü pencerede,
gözleri açık durdu sabaha kadar.
çiçeği en önce kayısı döker.
ben bir kayısı ağacıyım,
döküyorum çiçeklerimi.
yer beyaz beyaz,
başım yeşil yeşil,
kayısılarım memede.
haziran gelecek,
güneş yakacaktır tepemi,
kayısılarım balla,şekerle dolacaktır.
ben bir kayısı ağacıyım,
haziran gelecek,
avuç içi kadar kayısılarım
ahmet'in ekmeğine katık olacaktır.
ben bir kayısı ağacıyım.
kötü bir düşüncedir almış beni.
geçti bağları budama zamanı,dedim,
dedim,çarşıda dört döner ibrahim,
dedim ekmek parası,
zeytin parası,
gaz parası.
dedim, insanlar
neden yaşatılmıyor
ağaçlar kadar olsun.
ben bir kayısı ağacı.
fatma'nın,ibrahim'in,ahmet'in
yumurtası,şekeri,eti.
gittikçeartmakta kederim.
günlerden pazartesi.
gene geldi,elinde çanta,o şişman adam.
şişman adam bir düşman gibi beni seyreder,
ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim.
durmuş ibrahim kapıda,
yüzü dalgın ve sinirli,
bakıyor eli çantalı şişman adama.
şişman adam uzattı gövdeme elini,
pencereden korkmuş kuzular gibi baktı ahmet,
büktü boynunu kuzular gibi.
ben bir kayısı ağacıo.
gövdemde sarı kağıt.
yol parasını verememiş ibrahim,
verilmiş haciz kararı.
yapmayın, dedim.
yılda bir çiçek açarım,dedim.
etmeyin ,dedim.
ekmeğe katık oluyor kayısılarım,dedim.
bir öğle vakti baktım,
kavaklar uzakta upuzun,
bir sağa,bir sola.
ben kışlık odun,
altı lira
(1947, kırşehir a.kadir)