- 717 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
1971 Kaos'a Giden Yıl/ Bir Aralık Gecesi
…
Gaziantep’de Bayındırlık’da plancı olarak işe başlamıştım. Gayet güzel bir mesleğim olmuştu ve yaşım genç olmasına rağmen, çalışan büyüklerimin yanında sevilen bir memur olarak görevimi yapıyordum. Her şey iyi gidiyordu. Ama Ali Acar’dan aylardır haber alamıyordum. Kötü bir şeyler olduğunu hissediyor gibiydim. Çünkü Ali Acar’ın ne kadar mert ve güvenilir bir çocuk olduğuna, askerdeyken defalarca şahit olmuştum. Peki, Ali Acar ne yapıyordu? Neden ondan haber alamıyordum?
1970’lerde Dünyada Neler Oluyordu?
Yeni oyunlar dönüyordu. İsrail, Ermenistan’ı kukla olarak kullanmak için SSCB ile çeşitli gizli görüşmeler yapıyor ve bu görüşmelerin hemen hemen hepsinden istediğini alarak çıkıyordu. Yine de İsrail için her şey yerli yerinde gitmiyordu. Sovyetlerin Mısır ve Suriye’ye silah satışlarındaki artış ve çeşitli füze donanımlarını, birkaç milyon petrol varili ile değişimi ile aslında İsrail ile SSCB arasını açacak uygulamalar olarak analiz ediliyordu. Mısır ve Suriye’nin 67 tarihli İsrail taarruzlarında toprak kayıpları, Amerika’nın ve de çeşitli Avrupa ülkelerinin de işine geliyordu. Bu süre zarfında içindeki blok farklılaşması nedeniyle, Almanya’nın Fransa kadar Ortadoğu üzerine silah satışları olmasa da, Batı Almanya’nın Avrupa Birliğinin kurucu üye sıfatıyla bulunması, kendi içinde büyük Almanya’yı karıştırıyor ve Sovyet yönetim biçimini örnek almış Doğa Almanya’dan, Batı Almanya’ya göçlerin oluşuna sebep oluyordu. Aslında Almanya tek başına bir vücut olmasına rağmen, değişen küresel şartlarda, dünyaya bile kardeşlerin ayrılabildiğini gösteren 1961 yapımı Berlin Duvarı, savaşların soğuk yüzünü dünyaya anlatır gibiydi.
İsrail, Sovyetler ile özel görüşmeler yapacak kadar rahat değildi. Birkaç cephede Arap ülkeleri ile savaşmaya devam ederken, Yahudi lobisinin ve Mason kurulunun etkin olduğu Amerika Birleşik Devletleri Senatosu, Gizli hareket ve planlama ve teşkilatının farklı emelleri vardı. NSC (National Security Council), 6. Filonun İstanbul’u ziyaretinde, ‘antiemperyalist’ eylemleri düzenleten de, alsında NSC’nin kendisiydi. CIA, bu iş için en etkin ajanlarını kullanıyor ve ‘Amerika’ya artık birileri dur demeli!’ düşüncesini, muvakkaten belli etmeyip, sırf ordu ve hükümet ilişkilerinde kopmaların tekrardan yaşanması adına, sol görüşlü örgütler üzerinde etkisini arttırmıştı.
MİT’in 1970 raporları dikkatli bir şekilde incelendiğinde, görülecektir ki; aslında Marksist ve Maocu yönelişler içerisinde bulunan gruplar, faşist eğilimli Türk Milliyetçileri ile çatıştırılıp, ortam düzeni bozulmaya ve ayrımcılıkların artma eğilimi gözükmektedir. Yine diğer bir önemli olay olan ‘Maraş Katliamı’, yine NSC ve Yahudi lobisi tarafından uygulanan özel eğitimler ile hem Türkçe’yi iyi bilen, hem de yöre şartları hakkında fevkalade bilgi ve sorunlara çözüm bulma yetisi gelişmiş ajanlar yetiştirilmiş ajanlar tarafından tertiplendiği MİT raporlarından geçmektedir. Tabi ki gerçeği bilmek, her soruna çözüm bulmayı kolaylaştıran etmen olamamakla beraber, hükümet görevlileri dengeyi korumak adına çeşitli düzenlemeler yapmıştır. Bunları sonraki bölümlerde anlatmayı düşünüyorum. (Abdullah Öcalan’a izin verenler kimlerdi? SSCB neden dağıldı? Darbe’yi yapan generaller hangi ajanlar ile özel görüşmeler yaptı? …)
Sol Görüşlü Gençlere İlham Veren Kimlerdi?
Yine MİT’in 1972 tarihli; ‘İstanbul ve Ankara’da Üniversite gençlerini solculuğa iten etmenler nelerdir?’ başlıklı analiz raporuna göre, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanıp, idam edilmeleri aslında tertip edilen uygulamaların başlangıcıydı. 70’lerde aşırı sol eğilimi olan Abdullah Öcalan, Bülent Ecevit’in de özel istekleri sonucu bu tür eylemlerden uzaklaşması gerekliliğini bilmesine rağmen, çevresinde ‘Deniz’ler bizim için öldü!’ propagandaları ile beraber, çevresinde (Kürt çoğunluk) belli bir erk oluşturarak, kendi normlarını uygulamak adına dış bağlantıların ilgisini çekmeye başlayan bir lider haline dönüşmeye başladı. Bu, aslında enternasyonalist bir ezilme olduğuna inanan ve bu güçlere karşı savaşılmadığı takdir de daima köle olunacağını çevresindekilere benimseten bir arayış, bir yol oldu.
1960’larda Ernesto Che Guevara gibi Marksist görüşlü, eğitimli ve kültürlü birinin ABD gibi küresel bir güce boyun eğmeyeceğini belirten açıklamaları ve uygulamaları ile beraber, (Bolivya’da CIA tarafından öldürüldüğü zaman, aslında NSC, bu infazın kendi emelleri için çok büyük fırsat olduğunu biliyorlardı.) işçilerin hakkını temsil eden, aslında tamamen duygu ve düşüncenin; Amerika’ya olan ilginin artması ve Ortadoğu’da tek müttefiki İsrail’e olan yardımları (Burada İsrail’in Küba’dan tek farkı; Yahudi bir ülke olması ve de Küresel kapital ve sanayi gücüne sahip olması) olan temel faktörler ile beraber, gençlerin özgür oluşlarını anlatabilecekleri iyi bir platform olan grevlerde ve mitinglerde bulunması, dengelerin bozulmasını isteyen güçlerin ekmeklerine yağ sürmüştü.
Kimdi Gelen?
Ali Acar’dan aylar sonra haber almıştım. Kendisinin uzun bir süredir özel bir yerde olduğunu ve bu yüzden yazma imkânının olmadığı söylemişti. Nasıl bir yerdi, neden bana mektup dahi yazamıyordu, kim için çalışıyordu, hala bilemiyordum. Suma Fabrikasında çalıştığını bildiğim için, oraya bir telefon açmayı düşünmüştüm. Aylardır buna nasıl akıl erdiremediğimi ise bilmiyordum. Şanlıurfa Suma Fabrikası’na merkez operatörden bağlanıp, telefon açtığımda; daha sonra Haki Karel operasyonunda beraber görev alacağımız Haydar Tek kod adlı Şevket Büyükan ile görüşmüştüm. Şevket Büyükan, Ali Acar’ın fabrikalarında sevkiyat görevlisi olduğunu ve aylardır da hiç izin almadığını belirtmişti. Kafamda her şey karışmıştı. Ali Acar, asker arkadaşım bana yalan mı söylüyordu?
1971 artık bitmek üzereydi. Aralığın soğuğu kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Ali Acar’ın son mektubu üzerinden iki ay geçmişti ve hala kendisinden bir haber alamıyordum. Gaziantep’e alışmış, yakın bir zaman içerisinde de, teyzemin kızı ile evlenip, yuva kurmayı düşünüyordum. Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilecekleri zamanı beklerken, ortam yine durulmuyordu ve THKO’ya gönül verenler, Deniz Gezmiş ve arkadaşları için mitingler düzenleyip, mahkemeyi Amerikan mandası olduğunu belirtip, çeşitli eylemler düzenliyorlardı. Duvarlarda yazılan ‘özgürlük’ temalı yazıların artış gösterdiği zamanlar, bu dönemde özellikle yeniden artış gösterdi. (6. Filo olayı yaşanırken de, artış göstermiş, sonrasında daha kitlesel ve büyük eylemler yapılmıştı.) Tuğgeneral Ali Elverdi Paşa’nın ciddi ve otoriter yapısı, mahkemede 146. maddenin uygulanmasında etkili olmuştu.
Aniden kapının tokmaklandığını duyunca, irkilmiştim. Kimdi gelen bu saatte? Gaziantep’de pek bir çevrede edinememiştim. Sadece işten eve, evden işe gidip, hayatımı hep aynı düzende geçiriyordum. Ama kimdi bu gelen?
Kar yağmaya başlamıştı ve dışarıda felaket bir soğuk vardı. Kapıyı açtığımda, karşımdakini görünce şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemez halde, Ali Acar’a sarılmıştım. Boynunda iç tarafına doladığı puşisi vardı. Üzerinde de siyah örgü bir atkı. Başındaki bereyi çıkartıp, bana ‘Merhaba can dostum, geldim nihayet!’ diyerek, beraber içeri geçmiştik. Eldivenleri çıkartmış ve gözlerini ovuyordu. Yorgundu, gözlerinin altı çökmüş, simsiyah olmuştu. Sobanın içine birkaç odun daha attıktan sonra yanına oturup, bu zamana kadar neden gelmediğini, mektuplarını neden aksattığını sormaya başlamıştım. ‘Her şeyi anlatacağım sana’ demişti. Ve ‘Bu sabaha doğru yolu çıkacağız, hazırlan!’ diyerek konuşmasını bitirmiş, yatağımda uyuyakalmıştı. Çok yorgundu ama benim öğrenmem gereken her şeyi bana anlatmıştı. Ankara’ya gidip, resmi olarak Teşkilat’a girdiğimi bildirmeleri gerekiyordu. İlk görevim bile belliydi. Deniz Gezmiş’in, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile beraber tutuldukları Ankara Merkez Cezaevinde infaz memuru olup, Mahir Çayan’ın 29 Kasım 1971 tarihi itibariyle İstanbul Maltepe Cezaevinden firarlarına dair her ne biliyorsa, öğrenmem gerekiyordu. Ama ortada bir sorun vardı. Hiç eğitilmemiş birini, Deniz Gezmiş gibi ünlü bir devrimcinin yanına neden koymak istiyorlardı? Aslında Teşkilat büyük oynamıştı ve biz bunun farkına 90’larda ancak varabilmiştik. Sonradan 1978 yılında kurulacak olan PKK terör örgütünü hakkında, Deniz Gezmiş sayesinde öğrendiğimiz hareket planını çoğu defa da başarı şekilde uygulamıştık. Elbette Deniz Gezmiş’in bize özel olarak söylediği bir şey yoktu. Sadece onun kişiliği ve söylemleri bile, ilerisi için hangi adımların atılacağını ve Ortadoğu’da yaptığı savaşlardan sonra artık dışarıya ajan gönderme konusunda daha rahat davranan İsrail’in yöntemleri için bile ipucu olacaktı. Mahir Çayan, devletin halkıyla sağlam bir ilişkisinin olmadığı için silahlı uygulamaların artması gerektiğine inanırken, aslında büyük bir direniş örgütü olarak, kökeni Marksist olan PKK’nın kurulmasında etkili olan faktörlerden biri olmuştu. Tabi, Maraş Katliamı sırasında, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden özel İngilizce öğretmeni olarak gelmiş ve MİT’in misyoner raporlarında, özellikle konusu işlenmiş ve sayıları belli olan CIA ve MOSAD ajanlarının, PKK için neler yaptığını da dosyalarca Genel Merkeze ve de Başbakanlığa sunmuştuk.
Bu Ajanlık Oyun Gibi Bir Şey!
1971 tarihli 14 Aralık MİT raporu ellerimdeydi. Ali Acar yatağımda uyurken, uyumadan önce bana verdiği dosya içerisinde, Teşkilatın sonra gündem raporu vardı. 6. Filo olaylarında da adı geçen ve THKO altında aktif direniş gösteren Deniz Gezmiş’in idam tarihi, Hukuk Fakültesinden atıldığı zamana dayanıyordu. Aslında Nurettin Ersin, Süleyman Demirel, İsmet İnönü, Bülent Ecevit ve Cevdet Sunay ile görüşmelerinde bu idamın Türkiye’yi tehlikeli bir sürece götüreceğini defaatle söylemesine rağmen, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay idam kararı altına imzasını atıp, onaylamıştı. Süleyman Demirel’de idam olmaları yönünde fikrinden vazgeçmemişti. Ancak İsmet İnönü ve de Bülent Ecevit hem sol görüşlü olduklarından dolayı, hem de idam cezasının kalkması gerekliliğini savunaraktan (Adnan Menderes idamı sonrası çektikleri sıkıntılar dâhilinde…) ret oyu kullanmışlardı. Bu kadar 9 Ekim’de kesinleştikten sonra, Mahir Çayan ve arkadaşları son derece tehlikeli oldukları halinde, gerekli tedbirler alınmadığı için, Maltepe Cezaevinden tünel kazıp kaçmışlardı ve Ankara’da oldukları biliniyordu. Bu yüzden de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına yakın olması gereken bir ajana ihtiyaç vardı. Şimdilik görevi boşta olan ve böyle ihtiyatı pek de mühim olmayan, görev icabı toy birisinin gerektiği bir iş de benim gibi yeni birisine ihtiyaç vardı. Her şey oyun gibi geliyordu. Sadece birkaç dakika süren bu hissimi, raporun ilerleyen kısımlarını okuyunca kaybettim. Eski MİT müsteşarlarından Mehmet Fuat Doğu ile o zaman ki müsteşar Nurettin Ersin’in üzerinde senelerdir yoğunlaştıkları bir hadisenin artık sonuca geldiğini ve yakın zamanda Türkiye’nin savaşa gireceğini gösteriyordu.
Türkiye Savaşa mı Giriyor?
Ali Acar benden önce Sicil numarasını almıştı. Uzun bir süre mektup atamadığı zaman, Ankara’da eğitimde olduğunu, sabah’a yakın bindiğimiz trende simit yerken söylemişti. Kompartımanda sadece ikimiz vardık. Aklımda onlarca soru vardı ama hangisinden başlayacağımı bilmiyordum.
Ankara’ya yirmi saatlik bir tren yolculuğu sonrası ulaştığımızda, bazı sorularım yanıt bulmuştu. Ali Acar, beni eniştesine söylediği andan beri; Gaziantep’e gitmeyeceğime inanıyordu. Ama ben fabrikadaki işe başlayınca, rahatladığını ve kendisinin de çağrıldığı eğitime gitmek için Ankara’ya gittiğini söyledi. Aslında her şey basitti! Ali Acar beni eniştesi yardımıyla Merkez’e söylediklerinden beri, Gaziantep’de gözlem altımda tutuluyordum. Bunun farkında değildim elbette. Ali Acar, yanlış bir şey yaparsam, elbette Teşkilat’a girmeyeceğim için geceleri evimin civarında birkaç kez beklenildiğini dahi söylemişti. Artık onun ne yapacağını sorduğumda ise, Ali Acar yutkunmuştu. Birkaç saniye sonra yüzüme bakıp: ‘Kıbrıs’ diyebilmişti.
Çok İnsan Ölecek, Çok!
Alparslan Türkeş’e Ülkücü Yetiştirmesini İsteyen Güç, Marksist örgütleri kurdurtan güç ile aynıydı. Bunu bilen MİT, daha fazla olayın yaşanmasını istemediği için, gündemde olması adına, ’Kıbrıs Harekât’ının’ sinyallerini, Ankara’da üst yetkililer arasında paylaşmaya başlamıştı.
…