- 758 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
334 - El MACİD
Onur BİLGE
Müslüman olmak kolaydı. Mümin olmak, herkese nasip olabilecek bir makam değildi. Kalp işiydi. İman mevzuu çok ama çok önemli ve son derece hassastı!
Kalp, bir et parçasıydı nihayetinde ancak çok sert bir yapıdaydı. Vücudun en sağlam kaslarından yapılmıştı. Yumruk kadarcıktı ama çelik gibiydi. İnsandan insana da değişiklik arz etmekteydi. Yumuşacık, hamur gibi yoğrulabilenler de vardı, kaya gibi olanlar da… Her insanın kolayca ikna olması mümkün değildi. Üstelik bu da sabır işiydi ve zaman istiyordu.
Aramızda her görüş ve düşüncede insan vardı. Para ile imanın kimde olduğu belli olmazdı ama tamamen inkâr edenlerin yanı sıra bazı hususlarda inanmakta güçlük çektiklerini söyleyenler de vardı. Kimse tabanca zoruyla iman ettirilemezdi kimse kimsenin imanından sorumlu da değildi. Buna rağmen, arkadaştık. Onlara da yardım etmeye çalışıyor, bazen güç durumda kalıyorduk. İster istemez sabırlar taşıyor, sesler yükseliyordu. Bu tür kişiler, hastalıklarını sadece kendileri çekmekle kalmıyor, ağızlarını kapatmadıkları için etrafa mikrop saçmaya devam ediyorlardı. Yine böyle bir tartışma esnasında Define müdahale etmek gereğini duydu. Hepimize hitap etmeye başladı:
“Sizleri anlıyorum, çocuklar. Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Bir kötü durum varsa, elinle men edeceksin. Gücün yetmediyse dilinde karşı koyacaksın, düzelteceksin. Ona da güç yetiremiyorsan, kalben halledecek, buğzedeceksin. Buna rağmen ben de insan kazanmadan yanayım. Fakat ne yazık ki bazı beyinlerde düzeltilmesi gereken düşünceler, kalplerde yabansı duygular var. Kir değil ki hemen yıkayıp temizleyelim! Bu iş sabırla olacak."
"Sabrımız taştı artık, dede! Bunlar iyice azıttılar! Bunlarda temizlemesi gereken öyle bir küfür pisliği var ki, kendi bacaklarından asılmakla kalmıyor, yedi mahalleyi kokutuyorlar! Yaydıkları koku olsa, neyse! Adeta radyasyon!.. Bir leş yüzünden nicelerinin imanı benzer dallarda sallana sallana yok oluyor."
"Tamam, Mahir! Bu konularda eli bağlı oturacak değiliz. Herkes elinden geldiği kadar konuşacak, anlatacak. Fakat böyle değil! Kimin ne dediği anlaşılamıyor! herkes kendi dediğini tekrarlıyor."
"Biz şerefli insanlarız. Çünkü Müslümanız. Onlar da kim oluyorlar? İnanç özgürlüğü diye bir şey var. Müslüman değil, hangi Hak din mensubu olursak olalım, inancımıza saygısızlık edemezler! Bu tür kişilerin sözleri kanunen suçtur. Aramızda bulunmaları da arkadaşlarımız için tehlikelidir. Dahası da var ama yeter! Bu zamana kadar göz yumduk, idare ettik, fakat artık iyiden iyiye zararlı olmaya başladılar. O halde daha fazla zarar vermeden gitsinler! Zelil mahlûklar olarak layık oldukları çöplüklere dönsünler!”
"Bir süre daha denenecek, kurallara uymazlarsa gidecekler. Onlara kurallarımızı bir kez daha hatırlamanın zamanı geldi. Öyle anlaşılıyor."
“Demek öyle, dede! Aşk olsun sana!.. İstemiyorsan, gitmeyi de biliriz ama biz seni böyle bilmiyorduk. Teessüf ederim!”
“Sözümü tamamlamama müsaade eder misin, Faruk? Mahir, sen de söz almadan konuşuyorsun. Birisi konuşurken, sözünü bitirinceye kadar beklenir. Üstelik bir büyüğünüz konuşuyor ve düşmüş olduğunuz hataları göstermeye çalışıyor. Gelelim kovma işine, Faruk... Sizin buradan gitmenizi isteseydim, hepinize kapıyı çoktan gösterirdim, olur biterdi! Şimdi her ikiniz de sakin olun ve lütfen sözümü sonuna kadar kesmeden dinleyin. Konuşmamdan siz de diğerleriniz de paylarını alacaktır. Nerde kalmıştım?”
Bir süre aklını toplamaya çalışırcasına sustu. Bu arada meydana gelen karmaşanın da dinmesini arzu ediyor gibiydi. Zaman kazanmak için olsa gerek, eli piposuna ve tütün torbasına gitti. Bir parça tütünü piposuna yerleştirmeye başladı. Yavaş hareketlerle işine devam ederken tekrar konuşmaya başladı:
”Tutun ki aramızda, niyeti iyi ama iman etmekte güçlük çekmekte olan birisi veya birileri var. Olay devleştirilmez. Sorun edilmez. Öyleleri acınacak durumda birer cehennem kütüğüdür. Onlara sadece acınır ve insaniyet namına yardım eli uzatılır. Zavallı ve güçsüzdürler. Yaratan’dan ötürü hoş görmek ve bağrımıza basarak hastalıklarını sevgiyle tedavi etmeye çalışmak bize düşer.
Dışlama yerine yardım eli uzatır, imanlarının pekiştirilmesinde rol oynarsak, değil hepsini, bir kişiyi helak olmaktan kurtarmış olsak, Kaf Dağı kadar sevap kazanmış oluruz. Bir kişiyi kurtarmanın sevabı, tüm insanları kurtarmak kadardır. Bu konuyu bir daha sakince düşünelim ve mümkün mertebe sabırlı olalım, lütfen.”
Savrulan duman havalanmış, yayılmış ve açık pencereye doğru yola çıkmıştı. Herkes dedeye bakıyor, hareket ettikçe yüzünden çok pipoyu taşıyan elini takip ediyordu. Tütün rutubetlenmiş olmalıydı. Zaten kötüsüyle iyisi harmanlanmıştı. Üstelik böyle zamanlarda çok dolduruyor, sinirli hareketlerle çok sıkıştırıyor, yanmayı güçleştiriyordu. Arada konuşmaya dalıyor, çekiştirmeyi ihmal ediyor, sık sık sönüyordu. Onun için sık sık çakmakla yakmak zorunda kalıyordu. Bu da onun oyuncağıydı. Sönse de kızmıyor, doğal karşılıyor, usanmadan yakmaya devam ediyordu. Belki gizliden gizliye sönmesini arzu ediyordu. Kim bilir, belki de bir nevi tasarruftur. Konuşurken kendi kendisine yanıp gitmemesi işine geliyordur. Mahir, sabrı taşmış bir şekilde burnundan soluyarak:
“Böyle imansızların aramızda kalmaları yaşça bizden küçük arkadaşlarımız için çok zararlı, dede. Defolsunlar, gitsinler! Bunların arkadaşlıklarından gelecek hayır şurada dursun! Sabır da bir yere kadar!..”
”Öyle deme evladım! Biz aramıza almaz, onlara gönlümüzün kapısını açmazsak çok yazık olacak! Biz ki hayvana, bitkiye bile kıyamayan kişileriz. Uçurum ya da ateş kenarında bir kişi varsa ona Mümin olup olmadığını sorar mıyız? Ateistse orada öylece bırakıp arkamızı dönüp gider miyiz? Kâfirse kurtarmaya çalışmaz mıyız? Soruyorum size!”
“Sadece kendi kâfirlikleriyle kalsalar, neyse… İdare ederiz. Bir taraftan kendileri uçurum kenarında akrobasi yapıyorlar, bir taraftan da taraftar kafalamaya çalışıyorlar. Kendileri burunlarına kadar bataklıkta, ellerini erdiklerini de çekiştiriyorlar."
“Arkadaşlarımız yanlış biliyor, Mahir. Öyle inanmış ya da inandırılmışlar. Onları yanlışlarından ötürü hakarete mi boğmalıyız? Yoksa hep birlikte anlamakta güçlük çektikleri hususları güzel güzel anlatarak, aydınlatmaya mı çalışmalıyız? Niyetimiz halis olursa, Allah’ın kadri ve şanı büyüktür, kerem ve cömertliği sonsuzdur, İnşallah onları da şereflendirir.”
“Allah, kullarının temiz ahlâk sahibi olmasını, iyi işler yapmasını ister ve gerçekten böyle olmaya çalışanları başarıya ulaştırır. Güzel işler yapanları över, kusurlarını affeder, günahlarını yok eder. İşte bunları tekrar etmekten usandık. Yola gelmemekte ısrar ediyor, bütün bu güzelliklerden mahrum kalıyorlar.”
“Öyledir, Mahir. Öyledir evladım. Allah Macid’dir. Sonsuz şan ve yücelik sahibidir. Allah’a inananlar da sıradan kişiler değildir. Çünkü İslam ile şereflenmişlerdir.”
“Dinleseler, dede… Dinlemeyi bilseler, anlayacaklar ve onlar da bu şereften pay alacaklar ama onlardan çok ses çıkaran yok şurada! Okudukları o gazetelerdeki imansızların saçma sapan sözlerini ezberlemişler… Şeytan diyor ki al ellerinden yırt at suratlarına!..” Orçun dayanamadı, araya girdi:
“Sakin ol, arkadaşım! O kadar basit olsa hepimiz öyle yapar işi hallederiz. Sakin ol! Sabret biraz daha!”
“Kestanenin patlayanı çıkar gider! Ya kalacak, adam olacaklar ya da defolup gidecekler, arkadaşım!.. Bu şaşkınları çok kişi ikaz etti, durumu herkes izah etti, anlamadılar. Sabrettik, bekledik. Allah rızası için herkes üstüne düşeni yaptı. Kimimize hakaret ettiler, kimimizi tehdit ettiler. Yine de hepimiz usanmadan gerçekleri anlattık. Kiminize sevap kazandırdılar, kiminizi günaha soktular ve şeytanı sevindirdiler. Adam olmayacaklar aramızdan ayrılsın! Yanlışlarında boğulsunlar! Bizden bu kadar!..” Dede, kimse araya girmemiş gibi sakin sakin konuşmaya devam etti:
“Bahsettiğimiz arkadaşlarımız, özlerinde Müslüman’dır. Vaktiyle İslam’ın şartlarını yerine getirmeye çalışan insanlarken, kulaktan dolma bir takım laflar ve suçlamalarla kafaları karışmış. Sizin için iki yol var. Ya sabırla onları ikna etmeye çalışabilir ya da duymazlıktan gelebilirsiniz. Siz bilirsiniz.” Neşe:
“En iyisi, onlarla bu konularda konuşmamak…” İhsan:
“O zaman ne olacak, Neşe Hanım? Alttan alttan imansızlıklarını yaymaya devam edecek, pislikleriyle etrafı kirletip duracaklar. Önce onları temizlemeye çalışmalıyız. Bu durumda çevre risk altında…” Faruk, fırsat bu fırsat:
“Duyuyorsun, değil mi dede? Bak, bizim için neler diyorlar! Herkes kendine göre şan ve şeref sahibi… Ne kadar sabırlıyız! Biz şimdi şerefsiz miyiz? Herkes inancında özgür… Biz onların inançlarına karışıyor muyuz?” dedi.
“Her iki tarafa söylüyorum. Hep açıktan mücadele edecek değilsiniz. Hal ve hareketinizle de inandığınız doğruları tebliğ etme hakkınızı riyasız sürdürme yoluna gidebilirsiniz. Yerine göre konuşursunuz, tartışırsınız. Bunları size yasaklayan yok! Fikirlerin çarpışmasından hakikat doğar. Fakat birbirinizi kırmadan, incitmeden, kuralına göre… Ne olursa olsun, hak hukuk gözeterek ve nezaketinizi muhafaza ederek… Size yakışan odur ama barbarca değil, kibarca ve sükûnetle… Memleketimizin, konuşan gençlere ihtiyacı var. Susmayacaksınız. Siz anlatmayacaksınız, ben anlatmayacağım da gerçekleri kim anlatacak?”
”Müslüman geçinenler birbirlerine haksızlık ederek zulmetmeye devam ederlerse, kâfirler bizlere neler yapmaz, arkadaşlar!” dedim. "Her ne kadar marka Müslüman’ı olsalar da nüfus cüzdanlarında İslam yazıyor. Neticede: “Lâ İlâhe İllallah!” diyen kardeşimiz, “Lâ İlâhe İllallah, Muhammeden Resulullah!” diyen, canımızdır!” Define, yüzünde oluşan memnun ifadeyle sözlerini şöyle tamamladı ve konuyu kapattı:
“Bakın, çocuklar! Allah insanı, şerefli bir mahlûk olarak yaratmış. Madem herkes şeref sahibidir, şerefini muhafaza etmeli, karşı tarafın şerefini de zedelemeye çalışmaktan vazgeçmelidir. Bu günler çok mübarek ve çok değerli günlerdir. Hemen hemen hepimiz oruçluyuz. Belki bu gece bin aydan daha olan Kadir Gecesi’dir. Ramazan’ın son on günü içindeyiz, bayram yakın. Birbirimizle kavgaya devam mı edeceğiz? Bayrama dargınlıklarla mı gireceğiz yoksa birbirimizi sevgiyle kucaklayacak mıyız? Lütfen gerekeni yapalım. Hakaret edenler özür dilesin, açıktan ya da gizli. Zan içinde olan da zannından vazgeçsin. Unutmayalım ki zannın fazlası, iftiraya girer. Şimdi sizden, her olgun insanın ve her gerçek Müslüman’ın yapması gerekeni sergilemenizi rica ediyorum.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 334
YORUMLAR
Kalp, bir et parçasıydı nihayetinde ancak çok sert bir yapıdaydı. Vücudun en sağlam kaslarından yapılmıştı. Yumruk kadarcıktı ama çelik gibiydi. İnsandan insana da değişiklik arz etmekteydi. Yumuşacık, hamur gibi yoğrulabilenler de vardı, kaya gibi olanlar da… Her insanın kolayca ikna olması mümkün değildi. Üstelik bu da sabır işiydi ve zaman istiyordu
ne güzel cümleler ve ifadeler var yazınızda tebrik ederim..
allahın isimlerini öyküleme şeklinde anlatmanız harika bir fikiir..
allah razı olsun..
bir çok kişinin okuması dileğiyle..,
selamlar..