- 742 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
333 - EL VACİD
Onur BİLGE
Günümüzün işsizlik ordusunun, kader mahkûmlarının ve yakınlarının sıkıntılarını, aşklarını, umutsuzluklarını, canileşme potansiyellerini hatırlatan; yönetenlerin yardımlarından tamamen ümitlerini kestikleri için onlardan yüz çevirdiklerini, batıl itikatlara döndüklerini ve artık türbelerden, yatırlardan, fallardan, dilek ağaçlarından medet ummaya başladıklarını, durumun düzelmesi için yapabileceğimiz pek bir şeyin kalmadığını, bari en azından elimizden geleni yapmamızı, yani mutlulukları için dua etmemizi ve iyi dileklerde bulunmamızı öneren bir yazı yazıp bir kopyasını okumakta olduğumuz gazeteye gönderdim. Daha önceki benzer içerikli yazılarım da yayımlanmıştı. Mutlaka yayımlanır. Bir nüshasını da Virane’de arkadaşlara okudum. Aramıza yeni katılanlar ve misafirler de vardı. Her kafadan bir ses çıktı, konu enine boyuna tartışılmaya başlandı.
Her hayrın içinde bir şer, her şerrin içinde bir hayır vardır. Bize kötü gibi görünen bu olay, çok değerli kişiler tanımama sebep oldu. Derdimi anlatabildim ya da anlatamadım ama o kişilerin çok yakınımda olmaları büyük şans, bir yerlerde var olduklarını bilmem dahi mutluluk verici bir şey...
Olgun, anlayışlı, kendine güvenli ve gururlu insanlarla tartışmak da anlaşmak da bir zevk... Öğle saatlerinde açılan mevzular birbirini tetikledi, akşamüstü konuyu toparladık ve kapattık. Bir daha açmak kimseye fayda sağlamazdı. Hele hele düşmanlıkla biten tartışmalardan sonra hiç tanımadığımız kişilerle tartışıp anlaşabilmek, üstelik dost hanesine kaydetmek, nadiren yaşanan bir olaydır. Bunu gerçekleştirdik. Huzurumuz bozulmasın, İnşallah!
Aramızda batıl inançlara sahip olanlarla inancını kaybetmiş kişiler vardı. Ayetleri asla tartışmayacağımızı, başında belirttik. Hak gelince batılın yok olup gideceği malumdu. Yine öyle oldu. Hararetli itirazları sakin cevaplarla karşıladık. Bu gibi durumlarda sabırlı olmak gerekiyordu. Haklılığımız gün gibi ortaydı ve ispata muhtaç değildi. Sadece tefekküre davet ettik. Akıl sahipleri asla batıla çakılı kalmazdı! Er geç gerçeğe ererdi.
İnanç konusunda, yer eden yanlışları düzeltmek çok zordu ama sabır ve zamanla başarıya ulaşmak mümkündü. İman mevzuu ise oldukça hassas ve son derece önemliydi. Arzulanan verimin alınabilmesi için tohumun dikkatle ekilmesi ve en azından boy atıncaya kadar sürekli bakımı şarttı.
Bilginin yanı sıra tefekkür ve bunun için de sessiz bir ortam gerekmekteydi. Oysa hemen hemen hepimiz çok gençtik ve kanımız sakin sakin atmıyordu. Hararetli bir tartışmaydı ve ısıyı düşürme görevi yine bize düşmüştü.
Allah’ın varlığı, asırlarca tartışılmış, ne yazık ki hâlâ tartışılan konular arasında yer almaktaydı. Bu konu o kadar enteresan geliyor olmalıydı ki bazılarına, aslında inancı olanlar da aklımın almadığı bir deşeleme ve öğrenme arzusuyla gerçek duygu ve düşüncelerini gizleyerek karşı tarafta yer almayı tercih ediyordu. Bu tür kişiler bizi boşuna yoruyor gibi görünseler de soru sorarak değil de aksini iddia ediyor görünerek bilgi dağarcıklarını dolduruyorlardı. Onun için sabırla anlatmaya devam etmeliydik. Öyle de yaptık.
Neler mi anlattık? Kimin ne dediği çok önemli değildi. Nelerin söylendiğini merak ediyorsanız, aklımda kaldığı kadarıyla nakledeceğim. Konuşmacılardan olduğum için bu defa not alamadım. Aklımda kalanları art arda sıralamaya çalışacağım. Bu arada, havada uçuşan değerli sözleri ölümsüzleştirebilmek gayesiyle yazmış olacağım. Kaybetmemek için kaydedeceğim. Ben diyeyim, kendim için, siz diyin, her okuyan için…
Bir Yaratıcının varlığını kabul etmeyen yoktur. Hangi akıl sahibi, bu kadar mükemmel ve muazzam bir şekilde tasarlanıp inşa edilmiş olan kâinatın kendiliğinden meydana geldiğine inanabilir ki?
Evrende tesadüf diye bir şey yoktur. Her yaratılan ve her olan, tartışmasız Külli Aklın tasarımı, Allah’ın sınırsız ilim ve sanatının eseridir. Güzellik namına ne varsa, kusursuz güzelliğin yansımasıdır. Her şey, akla zarar bir düşüncenin isabetle verdiği kararla kesinleşmiş, “Kün!..” emriyle kayda geçmiştir.
Gözlerinizi düşünün! Işık, renkler ve göz... Üçünü de uyumla yaratan Allah’tır. Renkleri ışıkla sergilerken, algılayacak duyu organını yaratmış. Tüm güzellikleri yayarken, kaynağına varabilecek akıl da bahşetmiş.
Yaratan’ı seri olarak düşündüren, arattıran ve bulduran, görünenler, dört bir yanda göz alabildiğine uzanan, mükemmeliyettir. Evrende ne varsa, kelimenin tam anlamıyla kusursuzdur. Göklerde ve yerlerde, eleştiri gerektiren hiçbir şeye rastlanamaz, her şey en mükemmel biçimde yaratılmış bir şaheserdir. Hayretler içinde bırakan mükemmeliyet ve emsalsiz güzellikler, Allah’ın Cemal’inin birer tecellisi olup, insanı meftun eder. Dillerden: “Süphanallah!” “Maşallah!..” sözleri dökülüverir.
Gökyüzünden koparak, dans edercesine, salınarak inen kar tanelerinin her biri ayrı ayrı el sallayarak bizi selamlamakta, Allah’ın varlığının birer delili olduklarını söylemekteler. Eşsiz güzellikleri ve birbirlerinden farklı yüzleriyle başlara taç, taçlara pırlanta olmaları gerekirken, ayaklar altında yer almakta, ne şekilde olursa olsun işlevlerini bitirince, yani bir süre sonra kayıplara karışmaktalar. Yapıları su zerreciklerinden ibaret olan bu eserler birer birer incelendiklerinde, hiç birinin bir diğerine benzemediği anlaşılmakta, her biri ayrı bir sanat eseri olarak Yaratan’ı haykırmaktadırlar.
Ne yüzlerimiz benzer ne gözlerimiz… Seslerimiz farklıdır, parmak izlerimiz de öyle… Hiçbir yaprak başka bir yaprağın, hiçbir çiçek başka bir çiçeğin aynı değildir. Her meyvenin kendine özgü bir şekli, rengi, kokusu ve tadı vardır. “
Allah’ın Varlığı kendindendir. Hiçbir şeye muhtaç olmadan vücut bulmuş, ihtiyaçtan münezzeh olarak kudretini göstermektedir ve sonsuza kadar bu böyle devam edecektir. Varlığını ispata gerek yoktur. Azıcık aklı olan, O’nu kolayca görür, bulur. Kaldı ki Kuran, mucizevî bir beyandır. Anlam, ahenk ve içeriğinden matematikselliğine kadar mükemmel bir kitaptır.
Her şey yaratılandır yani sonradan meydana gelmiştir. Yalnızca topraktan nelerin çıktığı düşünülse, geriye pek bir şey kalmadığı görülür. Neredeyse her şeyin topraktan yaratılıyor ve eninde sonunda yine ona dönüyor olması bile insanı hayretler içinde bırakmaya yetmektedir.
İnsan, akıl ve idrak sahibi olarak, farklı bir yaratılış ve görevle gönderilmiş, yeryüzü ihtiyacına göre ve zevkle döşenmiş, canlı cansız her şey emrine verilmiştir. Buna rağmen o da aciz bir varlıktır ve ihtiyaç sahibidir. Var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için de ölebilmek ve tekrar canlılık kazanabilmek için de Allah’a muhtaçtır.
Yerlerde ve göklerde en küçük bir noksanlık yoktur. Her şey yerli yerinde ve yeterincedir. Her olmuş olacağın bir sebebi, ardında mutlaka bir hikmeti vardır. Fiillerin gerçek sahibi Allah’tır. O’ndan izinsiz hiçbir şey kendi gücüyle hareket edemez, kimse hiçbir şey yapamaz.
Allah Vacid’dir. İhtiyaçtan münezzehtir, zengindir, isteğine dilediği anda ulaşır. Ulûhiyet sıfatları ve bunların kemali için gereken ne varsa, Allah’ın zatında mevcuttur. Her şey Allah’ın Zatıyla vücut bulur, hiçbir şey kendini O’ndan gizleyemez.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 333
YORUMLAR
Daha Allah ile cihan yok iken,
Biz onu var edip ihsan eyledik
Hakka layık hiç bir mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik..Affınıza sığınarak Edip HARABİİ den bir dörtlük ekledim ..
Yaradanı görmeye gerek yok o yerde her zerrede gönül gözü açık olana ...
emeğinize yüreğinize sağlık kendimce bilgiyi aldım sevgiler Onur Bilge ...
Her hayrın içinde bir şer, her şerrin içinde bir hayır vardır. Bize kötü gibi görünen bu olay, çok değerli kişiler tanımama sebep oldu. Derdimi anlatabildim ya da anlatamadım ama o kişilerin çok yakınımda olmaları büyük şans, bir yerlerde var olduklarını bilmem dahi mutluluk verici bir şey...
GÜZEL YAZINIZI İÇTENLİKLE KUTLARTIM.
SELAM VE SAYGILAR.