- 969 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
z
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Son zamanlarda saçlarının nefes alışveriş sesini duyuyor gibiydim. Or. başkalaşım filan geçirmiyordu ama kendi içine daha çok kapanmaya başlamıştı. Ne zaman ona telefon açıp görüşmek istesem operatördeki o kadının ’Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz. The person you have called cannot be reached at the moment, please try again later.’ sesini sonuna kadar dinleyip, yine de umutla telefonunun açık olma ihtimaline dair olumlu düşüncelere sahip oluyordum.
Or. farklı olmak için yaşamıyordu ama düşüncelerine yön vermeleri onu gözümde farklı gösteriyordu. Hayatı itibariyle, gerçekleri manipüle etmeye bayılan bir kişiliğe sahipti. Her ne kadar özgür ruhlu gibi gözükse de, ikide bir kafeste sıkışmış bir kuşun çırpınışlarını dile getiriyordu. Bu yüzden onu en iyi anlayan yakınlarından biriydim. Sanat anlayışını tam olarak anlayamasam da, yaptıklarına destek veriyordum. Her ne kadar aşk konusunda ara sıra bana tavsiyelerine uymasam da, yine de çoğu zaman haklı çıktığının farkına varıyordum. Kendisinin de dile getirdiği itiraf ile beraber, hayata sadece biraz daha geç başlamak istiyordu. ’Ne zaman biteceğini bilmediğimiz bir hayat için neden hemen yorulalım ki?’ idesine sahipliği, onu gökyüzünde dalgalandıran yanıydı. Her ne kadar kimi zaman insanların düşünceleri için kötümser yaklaşsa da, biliyordum ki o da Stanislavski’nin dediği gibi ’Sanatı kendinde sev, kendini sanatta değil’ fikrine dair esasları beyninin bir köşesinde saklıyordu.
Akşam internet kafenin birisine gitmek için dışarı çıkmıştım. Evdeki modemde arıza çıkmıştı ve canım sıkılıyordu. Kafenin boğuk ve çiş kokusu rahatsız etse de beni, yine de oturmaya karar verdim. Or.’a hala ulaşamıyordum. Ne yapıyor, ne ediyor bilmiyordum ve bu durum beni rahatsız ediyordu. Yaşayıp, yaşamadığını dahi bilmiyordum. İnternet tarayıcısını açıp, öylesine haberlere bakınıp, nette gezinirken, e-maillerime göz atıp da, ne var ne yok diye düşündüm. İyi ki de aklıma gelmişti e-mail’e girip bakma fikri. Or. mail atmıştı.
’Sevgili Arkadaşlar,
Uzun zamandır kişisel blog üzerinden seri halde yazımına devam ettiğim minimal öykülerin, aforizması güncelere tutulu ezgisel denemelerin ve de kitap kokan şiirlerin farklı bir elbise giyinmesi adına yaptığım çalışmaların kısa bir gösterisini sunmak istiyorum. Eğer müsaitseniz, Pazar günü saat 15.00’de bir saatliğine sizleri Adile Naşit Tiyatrosuna bekliyorum.
Bu proje tamamen şahsi olup ve kimseyi ilgilendirmediği için, gelmeseniz de darılmayacağımı bildirmek istiyorum.
Or. ’
Sonunda kendisi için büyük, insanlar için küçük fikrini yerine getirme hayalini başardığına dair haberini birinci ağızdan duymayı başarabilmiştim. Ama içerik olarak herhangi bir bilgilendirmesi yoktu. Ne yapacağını bilmediğim için, Or. şaşkın ruh yapısını bir kez daha takdir etmiştim. Korkmuyor da değildim. Ne olur ne olmaz, insanların karşısında sırf mesajını derinleştirmek adına farklı bir şeyler yapabilirdi. Yine de bir yandan rahattım. Greenpeace gibi kuruluşlara üye olmadığı için, sahneye çıkıp da soyunmayacağını biliyordum. Hem soyunsa... Iyy!
...
Pazar günü gelip çatmıştı. Or.’a ne telefon açmıştım, ne de evine kadar gidip onu görme zahmetinde bulunmuştum. Belki arar, sorar diyordum ama nafileydi elbette! Sıkılganlığı bu aralar en üst seviyeye çıktığı için, rahat bırakılmasını hissediyordum ve karışmıyordum da! En son yanına gittiğim de, ona ’sen birini seviyorsun’ dediğimde, fena halde bana kızmıştı. ’Sen hala beni tanımıyor musun? Ne biçim arkadaşsın? Zaten dostum olsan beni bilirdin!’ gibi ağır sözlerin üzerimde oturmasına karşın, ettiği sözlerin bitmesini beklemiştim. Biliyordum ki kızacak biri dahi yoktu ve bu yüzden benim üzerimde bir sinir boşalması yaşıyordu. Evet, Or. birini sevmiyordu!
Tiyatro önüne geldiğimde, kapının önündeki bank da Or.’un oturduğunu gördüm. Odaların boşalan huzurunu taşıyan manzarası, kimsesizliği anlatan dolu dolu yağmurlar gibi karşımdaydı. Yağmurun sesini dinlemeyi seviyordum. Saçlarına taktığı berenin yağmurdan kaçışlarında, parmakları arasında sigarası bir garip gözüküyordu. Derin derin çekip, bitmeye yakın bir dal sonrası, yeni dalı çıkartıp, eskinin ateşiyle yeni dalın ucunu yakıp, eskisinden hızlıca derin bir kez de çektikten sonra, tükenen dalı sararmış çimenlerin üzerine fırlatıyordu. Dertli filan değildi desem de, Or.’un da her insanın sahip olduğu gibi çeşitli dertleri vardı. Bunlardan bazıları da beni üzüyordu ama Or.’un dertleri takmama refleksinin üzerimde oluşturduğu etki ile rahatlıyordum da! Dalgın kahverengi gözleriyle, kısık bakışlarını gökten ısmarlarken, sigara dumanından ‘laissez faire, laissez passer’ dediğini okur gibi olmuştum. Garipti! Bir insanın oturuşundan, sigara içişinden, göğe kısık bakışlarından mana çıkartıyordum.
O kadar güzel içiyordu ki sigarasını, yeşilaycı olmama rağmen benimde canım çekmeye başlamıştı. Hani bir dal tüttürsem ne olur diyordum. Fakat ben yazarların düştüğü garabete saplanamazdım. Yeni girdiğim işte mutluydum ve geleceğimin olduğunu biliyordum. Her ne kadar devlete sırtımızı dayayamasak da, işimin iyi olduğunu düşünüyordum. Or.’a ne zaman bu düşüncemi açsam, insanın sevdiği işte çalışması gerekliliğini bana söylemesi, beni kahrediyordu. Fena bir şekilde açık sözlüydü ve eğer o gün pısırıklığı, çocukluk günlerinin oligarşisi bol muallim hatıratları sıkıştırmıyorsa loblarını, dilinin ucuna geleni dışarı çıkartmaktan çekinmiyordu.
Karşısına dikildiğimde garip bir gülümseme ile beni izlemeye başlamıştı.
-Hayırdır arkadaş, kaç hafta oldu yaşıyor musun, yaşamıyor musun belli değil! Ne yapıyorsun, nasılsın?
-Tedirginsin bugün, heyecanlısın da!
-İnsan telefonunu hep kapalı tutar mı ya?
-(Sigarayı ağzından çıkarıp, çimlere fırlattıktan sonra, gülümsemeye devam edip...) Şarjı yoktu. Öyle ortada dolaşıyordu iki telefonda. Ne yapayım, suç benim mi? Bitmeseydi şarjları.
-Ya ne biçim insansın ya! İnsanı merakta bırakıyorsun. Peki, bu tiyatro işi ne?
-İzledin mi görürsün!
-Neyi izleyeceğim?
-Birkaç kişi var içeride. Herhalde birkaç kişi daha gelir. Kısa bir slayt var. Ondan bahsediyorum.
-Nedir bu iş, anlamadım ki!
-Boş ver! Saçma sapan bir şey esasında. Kendimi tatmin ediyorum, sen keyfine bak!
- Ne keyfi be?
-Keyif derken, şey… benim üst kattaki Gülizar Hanım börek, kek filan yaptı birkaç tepsi. Onları dağıtacağız gelenlere. Yanında da meyve suyu var.
-Ne biçim iş bu arkadaş ya!
...
Son sigarasını da ayak da içtikten sonra beraber içeri geçmiştik. Salonda dediği gibi birkaç kişi vardı ve gösterinin başlayacağı dediği saate yirmi dakika kalmıştı. Tiyatro salonun içerisinde ortalarda bir yere geçip oturdum.
19 yaşında, saçlarını at topuzu yapmış, göçmen olduğu belli olan bir kızın elinde tepsi, bana doğru seslendiğini, gözlerimdeki dalgınlığı bitirecek olan ’Bir şey almayacak mısınız?’ sorusunu dördüncü kez söylediği sırada duymuştum. Dalmıştım. Kızın yemyeşil gözleri hüzünlü bir yorgunluğa beni davet eder gibiydi. Bu kız Or.’un bahsettiği Gülizar Hanım’ın küçük kızı olmalıydı. Kızın gözlerinden gözlerimi alamazken, ’bir şey almayacaksınız siz galiba’ diye kızın bana gülümsediğini fark ettim. Aslında o karşımda dursaydı böylece sonsuza kadar, bir şey yemesem de olurdu. Plastik tabağın içerisine ıspanaklı börek ve kek koyduktan sonra, ıslak bir teşekkürü de peşi sıra ediverdim. Bembeyaz elbisesi ile Or.’un gösterisine gelen bu kızın, yanımdan uzaklaşırkenki sevecenliğini daha fazla hissetmeye başlıyordum ki, Or.’un salondaki birkaç kişiye nasılda baktığına şahit olmuştum. Arkadaşım hüzünlü gözleriyle gelen birkaç tanıdığına bakıyor ve belki de hayalini kurduğu, bu salonun tıka basa dolduğu zamanın hasretiyle incinmişliğini saklamaya çalışıyordu. Göz göze geldiğimiz an, artık daha fazla hislerini anlatacak hali olmadığını anlamıştım.
Salonun içerisine birkaç kişi daha gelmişti. Göz ucuyla saydığımda, içeride on sekiz kişi vardı. Bunlardan zaten üçü, Or.’un üst komşusu Gülizar Hanım, ortanca kızı ve küçük kızıydı. Diğerlerini de tanımıyordum. Ama konuşmalarından ne oldukları hakkında az çok fikir sahibi olmuştum.
Şuradaki kadın bekârdı. Şu kadın ise evli ve çocuklu bir kadındı. Şu kadın çalışıyordu ve yarınki işlerini düşünüyordu.
Şu adam memurdu, her halinden belliydi. Şu iki genç üniversite’de öğrenciydi. Şu adam emekliydi, Or. bunu nereden bulmuştu ya!
15.00’ın olması için saniyenin iki kez daha 360 derecelik mesafeyi gitmesi gerekiyordu. Or. projeksiyon aletinin yanı başındaydı. Ve beklediğimiz an gelmişti. Hepimiz ekrana bakıyorduk.
’’The End’’
Cast
Or. :Yazar. İki eli, iki bacağı, gülme yetisi olan, azıcık aklıyla bir şeyler karalamaya çalışan biri.
Ece: Komşu Selma’nın kızı. Uzun, simsiyah saçlarıyla Or.’u kızdırmayı başaran karşıt cins. İsim olarak Antik Yunan mitolojilerine kadar uzanan hikâyesi olabilir. Çiçeklerde ve de arılarda birkaç ilgeç bağlantısı mevcuttur. Ortalama bir güzelliği vardır. Sevilebilir; hatta gereken şartlar ve istekleri yapıldığı takdirde evlenilebilir. İnsanı yarı yolda bırakmaz, tatminkârlığı yüksektir.
Zengin İnsan: Bankada yatan parasının tam olarak ne kadar olduğunu bilse dahi, gayri mülk sahipliğinden dolayı geliri hiçbir zaman adamakıllı hesaplanamayan ve devleti hortumlayıp, darbeler yaptırsa dahi, hiçbir zaman fakir olmayacak; eğlencelerinin birçoğu değişik isimler ile yaptıkları balolar ile kısıtlı, hayal dünyalarını paraları ile satmaya bayılan yaratıklardır. Zevk almak için çok farklı yöntemler geliştirmişlerdir. Kesinlikle seks konusunda uzmandırlar ve uzman doktorların çiftlerin uyumları konusunda yaptıkları araştırmalar ve pozisyonlar bu yaratıklar için geçerlidir.
Fakir İnsan: Bütün işleri onlar yapar. Amele olmaya bayılırlar. Zevk duydukları şeyler çok kısıtlıdır ve de ucuz şeylerdir. Kokarlar. Pislik onlarla beraber anılır. İşkence yapmak için, ölmek için yaratılmışlardır. Darbelerin hakiki reklam yüzleridirler. Çamurlu botları silmek için onların derileri kadar kaliteli kumaş yoktur. Sevebilirler ama hiçbir zaman kavuşamazlar. ’Zengin İnsan’ kıvamında hayaller kurarlar. Genellikle şarkı söylemeye bayılırlar. Sanatı çok severler ama imkânsızlıklarından dolay yetilerini kaybetmeye mahkûmlardır. Sürüngenlerden evrimleştikleri hakkında rivayetler mevcuttur.
Kedi: Kedigiller ailesinden gelmiş olup, avcı bir şahsiyete sahiptir. Dişi türlerindeki memeler insan memelerine benzememekle beraber görevlerini son derece iyi yaparlar. Et yerler, fakat onlara fazla et vermek fakir insanlar için ayıptır. Özel mamaları mevcut olmakla beraber, yağlı beyaz peynir, mideleri bozulduğunda otlu peynir, süt ve benzeri bilumum gıda ve fare yiyebilirler. İnsanlara kesinlikle duygusallık dışında zararları yoktur. Temiz hayvanlardır, necaset ihtiyaçlarını özel olarak öğrendikleri yerlerde yapabilirler. Ayrıca bazı yörelerde haşarat, yılan ve akrep yedikleri için çokça doğdurulup, sokaklara salınırlar. Nankör olma özellikleri, insanların nankör özelliklerini yansıtmalarından doğmuştur.
Sokak: Şehirlerde en küçük sınıflandırılmaya giren ve daima ıssız kalan garip yerlerdir. Karanlık da kalmaya kızmalar, son derece geniş fikirlilerdir. Polis arabasının devriye gezmesine ve çocukların içinde top oynamalarına izin verirler.
Gençlik: Eski zaman. Anılar olduğuna dair rivayetlerin olduğu, yaşı belli seviyeye gelmiş herkesin dudaklarını emerek andığı zamanlar. Kimi pişmandır o günlerinden, kimi de mutludur geçen günlerden. Geri gelmesi imkânsız olmamakla beraber, inanmayanların her zaman dudaklarını yalayarak arayacakları kısıtlı bir zaman aralığı olacak yıl dönemeçlerine verilen genellemedir.
Demokrasi: Ütopik bir siyasi tırpandır. Komünist leşkesinde, sosyalist düzmecesinin muhafazakâr sıkıştırılmışlığında, anarşist bahtsızlığın faşizan öldürücülüğünde hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanamayacağına inanılmış bir sistemdir. Büyükler demiş olabilir ama kimse kendisini kandırmamalıdır. Erk, her daim erdemsizlik adına musluklarını açmaya devam eder. Etmenleri bakımından başarısızlığının iki esas nedeni vardır.
Birincisi: İyiler, kötüler kadar çalışmaz.
İkincisi: Alışkanlık!
Kadın: Garip bir yaratıktır. Genellikle korunmaya muhtaçtır. Sığ bir duygu yapısı vardır ve derine işlenmekten çok korkar. Moda onun için yaratılmıştır. Kendi arasında birçok kısma ayrılır. Görünmeye, aleni olarak ortada kendilerinin de olduklarını belirtmek adına çok değişik yardımcıları vardır. Bunlardan bazıları ’ Değişik kokularda parfümler, çeşitli böcek türlerinden yapılmış kozmetik ürünler, inek derisinden imitasyon çantalar, yırtılmaya çok müsait kısa, diz altı, diz üstü ve külotlu çoraplar vb. ’ gibi değişik etmenlerdir. Güzel söz işitmeye bayılır. Yaratılış gereği kimin doğru söylediğini, kimin yalan söylediğini hemen anlayabilir. Eğer aşk için itgillerden bir karşıt cins aramıyorsa, mutlulukla dolu bir sevgi yaşamına sahip olabilir. Ayrıca kendisi karşıt cinsini tamamlamak için gönderilmiştir. Kesinlikle karşı cinsiyle eşit değildir ve bu eşitlik yalanına kendini dahi inandırabilen değişik bir yaratıktır. Tamamen eksik ve gedikleri tamamlamak için dünyaya gönderilmiştir. Kendisine verilen değişik vazifelerden ve iş yükünden dolayı, son iki asırda duygusal olarak çok baskı altında kalmaktadır ve hala kalmak için didinmektedir.
Yatsı Ezanı: Beş vakit namazın son kılınan namazını kılmak adına yapılan çağrıdır. Mistik bir çağrışım olduğu için, vaktinin namazının bitiminde bakara süresinin son iki ayetini okumak sünnettir. Namazı erken kılınınca, insanın üzerinden çok büyük bir yükün kalktığına şahit olduğu, mucizevi bir ruhi tedavi aracıdır. Uygulanması tercih edilen güzelliktir.
Sosyolog: Ülkemizde de var olan bir bilim dalıdır, ancak yeteri kadar üzerinde çalışma yapılmamaktadır. Gereksiz görülmekle beraber, günümüzde televizyoncuların birçoğu Karl Marx gibi sosyolojik derinlikte programlar düzenleyip, halkın nabzını ölçmeye çalışmaktadırlar ve fildişi kulelerinde oturup, pineklemeyi seven dal ihtisaslarına nazire etmektedirler.
Yaşlı Kadın: Ortalama 65 üzeri kadınlar için kullanılan ve hayatın derin sızını içinde çekmeyi yeni öğrenmeye başlayan insan türüdür. Çokça şikâyet edip durur ve karşıdan karşıya geçmede büyük sorunlar yaşar.
Mantık: Temel olarak herkes de bulunan beyin mekanizmasının çalışma becerisini ortaya koyan soyut bir kavramdır. Mantıklı olmak için iki yol vardır. Birincisi mantıklı doğmak, ikincisi ise mantıksız olup, çokça yanlış yaptıktan sonra, hatalarından ders alıp mantıklı olmaktır.
Tecavüz: Bir başkasının egemen olduğu sınıra geçmeye çalışma, başkalarının hakkını çiğneme olayına denir. Hem manevi hem de maddi olarak yapılan bir eylem çeşididir. Normalde hak çiğneme olarak telaffuz edilen bu kelime, günümüzde daha çok küçük çocukların ve de evli kadınların gördüğü zulüm sonrası kullanılmaktadır. Psikolojik problemleri olan insanların küçük çocuklara tacizlerini ve de kendisine gereken saygıyı vermeyen erkeğin teninin tenine değmesini istemeyen kadınların maruz kaldıklarını anlatmaya yarayan kısa ve mantıklı bir hece yığınıdır.
Yaşlı Adam: Ülkemizde genellikle iki kısma ayrılırlar. Birincisi; emekli olduktan sonra, evde boş boş oturup, sağa sola laf yetiştiren, arada camiye giden, televizyon izlemeye bayılan, diziler ve filmler üzerine ihtisas yapan, Osmanlıca olarak aşüfte demekten ziyade orospu kelimesini rahatça kullanıp, tüketebilen, yemek yemesini seven, kulaklarındaki kılları almaya bayılan, bastonlu insanlardır. İkincisi ise; yaşlı gözüken gençlerdir.
Daktilo: Marjinal tutku, antika, mürekkep kokusu, kronik ses kirliliği ve beyin antibiyotiği. İltihap haline dönüşen fikirlerin kâğıtlara anında dökülmesini yarayan bir yazma aracıdır. Uzun bir süre kullanılmış bu zerzevat, şimdilerde bazı adliye önlerinde arzuhalciler tarafından hala kullanılmaya devam edilmektedir.
Evlilik: Heyecanlı bir ortaklığa verilen evrensel bir isimdir. ’Will you marry me?’ gibi, ’Benimle evlenir misin?’ ortak sorusunun dünyanın her bir yanında sorulduğu bir açılışla başlayan ve çeşitli aşamaları olan ilginç bir girişimdir. ’Honeymonth’ diye ’balayına’ sahipliği ile insanların hayatında genellikle bir kez üzerinden geçen olaydır. Daha fazlası adliye salonlarına alışkın yetişkinler için uygulanabilirlik özelliği taşımaktadır. Her genç kız, bir erkekten hoşlanmaya başladığı anda evlilik için hayal kurmaya başlar ama iş ciddiye bindi mi, aslında evlilik için hazır olmadığını söylediği bu asırda, gittikçe bozulan ve devletin en küçük organı olan bu yapının, düzelmesi adına gayretlerin olması gerekmektedir. Meşru yoldan çocuk sahibi olmak için en kolay yol olmakla beraber, mantık evliliği adına geliştirilmiş çözümleri işe yaramayan bu bünye için, günümüzde flörtlerin önü kapatılmalı ve insanların yüreklerini daha fazla kirletmemeleri gerekmektedir.
Evli Kadınlarda Kocasının Onu Sevmediği Fikrine Kapılma Psikolojisi: Bu tamamen kadınların sevecenliklerine dair paylaşımdır. Her ne kadar erkekleri bu konuda suçlayan kadınlarda olsalar, dışarıda görmüş olduğu bakımlı kadınları, evinden bulamayan erkek; içinden geldiği gibi davranmamakla beraber, karısının onu sevmediği fikrine ulaşmasına neden olur. Bu psikolojiye sahip kadınlar, kesinlikle kendilerine bakmayı öğrenmeliler. Dışarıda güzel giyinip, eve girdikten sonra ağır temizlik işçisi haline dönüşüp, evrim geçiren bir kadını erkeğinin el bebek gül bebek sevmesi güç bir ihtimaldir.
Evli Kadınlarda Yazar Olma İsteği: Gelip geçicidir. Bunun evli olup olmamakla alakası yoktur. Absürt bir tanımlama!
Yazar: Kesinlikle bir kez insanın üzerine yapıştı mı, atılmayacak sıfatlardan biridir. Ne zaman birkaç sayfa bir şeyler karalasa biri, hemen ona yazar denir ve de ’neden kitap çıkarmıyorsun?’ diye garip sorular sorulur. Bu yüzden yazarların birçoğu, kendilerinin yazar olduklarını zamanın kanıtlayacağını söylerler. Günümüzde hala yaşatılması gereken bir şeydir. Sabır ister, düşünce ister ve en önemlisi de araştırma ister. Gerektiğinde uykusuz kalmayı da göz önüne almak gerekirse, yazarlık mesleği insanı ruhen çabucak çökertecek bir şeydir. Ün yapmış yazarların, genç yazarlara genelde imkân tanımadığı bir sahadır. ’Burada ne işin var? Git bir yerde güzel işin olsun’ denilen meslek, icra edildiği sırada çokça sekmelere uğrandığı ve uğratıldığı için spermlerin yumurtaya ulaşmasındaki yarışma gibi, çok çaba ve sürat gerektirir.
...
Evli ve çocuklu kadın: Neydi bu şimdi?
Evli ama çocuksuz kadın: Ben de anlamadım.
Üniversiteye giden kızı olan bir anne: Terbiyesiz!!!
Memur: Ukala!!!
Memurun nişanlısı: Ahmak!!!
İki genç üniversite öğrencisi: Biz de var ya, ne için geldiğimizi sandık!
Küçük bir çocuk: Aaa, kendisi sahneye çıkıyor. Salakkkk....
Bakkalın eşi: Allah akıl versin! Para kazanamaz bu!
Emekli adam: Ne günlere kaldık evlat!
Bekar kadın: Değişik!
...
-Buraya kadar geldiğiniz için hepinize tek tek teşekkür ediyorum. Bir ölümlünün isteğini yerine getirip, onu mutlu ettiniz ve mutlu olmadığınızı biliyorum. Ama yine de ne yaptığımı zamanla anlamanız için, size kendi bastığım bir seri deneme kitabından vereceğim. Okumayıp, sobaya da atabilirisiniz ya da raflar arasında eskiyebilirde! Yeter ki, düşünmenizi istiyorum. Kendiniz için düşünün sadece bu dünyada. Bir şeyleri değiştirebileceğiniz adına düşünün. Adam Smith’in dediği gibi ‘Kişiler kendi öz menfaatleri peşinde koşarken aynı zamanda toplumun menfaatlerine de hizmet etmekte’ olduğundan dolayı, kendinizi bir kere düşünün. Oraya buraya laf atmaktan dur gelsin aklınıza. Meczup haline dönüşüveren reflekslerinizi kendi cehaletiniz üzerinde işletiniz. Bir kez olsun başkası sizi sömürmeden, siz; sizi sömürün ve kendinizle mutlu olabilme gerçeğinin lezzetine varın. Bir kere, bir kere deneyin; olmaz mı?
...
Gülizar Hanım’ın iki kızı da kitapları dağıtırken, Or.’un ağladığına şahit olmuştum. Beynim zehirlenmişti. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Muhakeme edecek gücüm kalmamıştı.
Or.’un böylesi bir şeyi deneyişi saçmalık olarak nitelendirilmişti. Ve bilinen o ki, artık buraya gelenlerle de bir daha görüşmeyeceği belliydi. Hissiz bir şekilde öylece sahnenin tahta zemini üzerinde diz çöküp, ağlayan Or.’u izleyişim sonsuzluk gibiydi.
Uzun bir süre ne yapacağını bende bilmiyordum. Sadece üzgündüm. Üzgündük hep beraber.
Gülizar Hanım’ın kızının omzuna dokunduğumu fark ettim.
-Abi, hadi Or. abiyide al, gidiyoruz. Burayı babamın arkadaşı Metin amca, Or. abiye bir saatliğine kullanması için izin vermişti. Küçüklerin provası varmış, gitmeliyiz!
Kapıdan çıkarken emekli adam, dalgın dalgın yanımda yürüyen Or.’a akıl vermeye çalışıyordu.
-Ah oğlum ah! Ben de seni akıllı zannediyordum. Bunun için bizi buraya kadar getirdin. Bu kadar boş olduğunu bilsem, seni kiracı olarak tutmazdım evimde.
Adamın dedikleri karşısında bir tuhaf olmuştum. Dayanamayıp söze girmiştim.
-Hey hey amcacım, sakin! Abartmayın lütfen! Or. iyi bir insan, lütfen bir şey demeyiniz daha fazla.
-Ah, ah! Ne günlere kaldık, ne günlere! Çıkacaksın evimden, çıkacaksınnnn!
Or. gülümsüyordu.
...
Arabada Or. dalgın dalgın camdan dışarıya bakıyordu. Gülizar Hanım’da suskundu. Dikkatlice arabayı kullanıyordu. Sessiz kalmak için sözleşmiş gibiydik. Or. artık ne yapacaktı gerçekten tahmin dahi edemiyordum. Buğulanan camlara parmaklarıyla bir şey yazdığına şahit olmuştum.
Or. bu sefer ciddi gibiydi.
-Son.
YORUMLAR
Vay beeee : )
Bir de akıp giden zamanın ömürden olduğunu söylerler. Evet; kimini epritip, çürütür zaman, ama kimini de büyütür. Siteye adım attığımdan bu yana öyle bir evrim geçirdin ki, sevgili Hakkın Sesi ne zaman benim küçük kasabamda kitapların satılacağını düşünmeye başladım.
Çok güzel, çok akıcı bir yazı. Gönülden tebrik ederim ablacım.
(:
zaman zaman çok güldüm bazende onaylar gibi başımı salladım.
iyide bir yerlerde biraz çizgi dışına çıkılmış.
kendine bakmayan erkeklerde var mesela
kocaman ağızlarında sapsarı tam otuzsekiz diş?
açarlar birde çıldırmış kahkahalarla
etrafı saran kokulu ayaklar..
yani bakım açısından yalnızca kadınları ele alıp beyleri es geçemiyoruz.
uzundu çok gözden kaçırdığım yerler oldu mu artık affola
tebrikler
saygımla...