- 1358 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
İMAM, DOKTOR VE HAKİM.
1974-1975 Eğitim Öğretim yılında artık İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencisiydim. O ilk sene en önemli dersimiz Osmanlıca idi. Çocukluğumda Erzurum’da yaz tatillerinde bir kaç defa mahalle camiinin imamı önünde diz çökerek Kur’an öğrenmeye çalışmıştım ama imamın kızı ile saklambaç oynamaktan derslere çalışmaya pek fırsat bulamadığım için Elif Cüzünden ileriye hiç bir zaman gidememiştim. O yüzden Kur’an harflerini ismen biliyordum hepsi o. Fakat işin ilginç tarafı Kur’an Kursu ya da İmam-Hatip Lisesi mezunu arkadaşlar da Osmanlıca metinleri okuyamıyorlardı. Çünkü Osmanlıca metinlerde Kur’andaki harekeler ( Yani üstün, esre, ötre, şedde, cezzim gibi işaretler ) yoktu. Sesli harf yerine kullanılan harfler vardı. Elif (a), ayın (a), he(e), vav( o ö ,u, ü) , ye (ı , i) olarak okunuyordu cümlenin gelişine göre.
İki aylık bir Osmanlıca eğitiminden sonra Hocamız tüm öğrencilerin eline bir metin vererek ‘’Bunu okuyun ve Türkçesini yazın.’’ Dedi. Metni aldım elime. Metin bana bakıyor ben de metine. Uğraşıyorum uğraşıyorum hiç bir şey okumam mümkün değil. ‘’Bunu ancak okusa okusa bizim Hacı Amca okur’’ diyerek metni, yanında çalıştığım Bakırköy-Kartaltepe Mahallesi Muhtarı Hacı Yusuf Nurel’in önüne koydum. Hacı Amca metne bakar bakmaz yukarı kıvrık pala bıyıklarını burarak gülmeye başladı.
-Sen şimdi bunu okuyamadın mı?
-Okuyamadım Hacı Amca.
-Ayıp ayıp. Neyse sana başka bir şey sorayım. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini biliyor musun?
-Elbette biliyorum.
-Oku bakayım o zaman.
-Duvarda asılıydı zaten. Ama oraya bakmadan tamamını ezbere okudum.
-Şimdi al bu metni bir de buradan oku Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini.
-Anlamadım.Şimdi bu metin Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi mi? ( Aslında sanırım hitabesi değil hitabı olmalı ama hep hitabesi diyoruz )
-Ta kendisi. Hem de bizzat Atatürk’ün kendi el yazısıyla yazılmış. Tabii ki sizdeki fotokopisi.
Ertesi gün bizim bölümün en popüler öğrencisi bendim. Diğer arkadaşlar boyunlarını bükmüş dururken ben Gençliğe Hitabeyi sular seller gibi okumuştum. Osmanlıca dersine gerçek manada Atatürk’ün Gençliğe hitabesini okuyarak başlamıştım. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.
İMAM
1978 de Manavgat İmam-Hatip Lisesinde göreve başladım. Çok kısa sürede pek çok imam ve müezzinle arkadaş oldum. O zaman farkına vardım ki en çok onlara lazım olduğu halde bu arkadaşlar maalesef Osmanlıca bilmiyorlar ( Kasıtlı olarak Osmanlıca diyorum. Osmanlıca diye bir dil yok elbette. Türkçe’nin Arap harfleri ile yazılmış haline diyoruz Osmanlıca )
1979 ya da 1980 yılı Kurban Bayramıydı. Yakın komşum olan bir Müeezzin ağabeyimin evine bayramlaşmaya gittim. Biz oturmuş çaylarımızı içerken müezzinin küçük çocukları geldi içeri. Ellerinde bir sürü, yerlerden topladıkları kraker ambalajı vardı. Bunları babalarına verdiler ve ondan para aldılar karşılığında. Merak ettim sordum.
-Hocam bu kraker amblajlarını toplatıp satıyor musunuz ki bunlar karşılığında çocuklara para verdiniz. Hani öyle bir durum varsa bizim fakir öğrencilere söyleyelim onlar da toplsınlar. Ya da kantinciye söyleyelim bunları çöpe atmasın.
-Yok hocam. Bunları satmıyoruz.
-Eee o zaman niçin toplatıyorsun?
-Hocam görmüyor musun üzerinde Kur’an yazıları var. Günahtır ayaklar altında çiğnenmesin.
Allah Allah…Kraker ambalajında Kur’anın ne işi var.
-Hocam ver bakayım hele şunu. Merak ettim.
Ambalajı elime aldım. Baktım çeşitli dillerde yazılar var. Bir de Arapça harflerle yazılmış olan kısa bir yazı tabii ki. Başladım sesli olarak okumaya: ‘’Muhteviyatı( Yani içindekiler ): Yağ, un, tuz, vs. Son olarak da bir not: Mamulatımızda ( Ürünlerimizde ) domuz yağı kesinlikle yoktur ‘’
-Hocam bu Kur’andaki hangi ayet oluyor?
-Olsun. Öyle de olsa Kur’an harfleri bunlar. Kutsaldır. Ayaklar altında çiğnenmesin.
Tartışmaya girmedim Hocayla. Maksat çocukların harçlıkları kesilmesin. Yoksa ona anlatabilirdim o yazılarla yazılmış olan nice küfürleri, hakaretleri, çirkin yazıları.Kutsal olanın harf değil de Kur’anın kendisi olduğunu… Anlar mıydı? Kim bilir?
DOKTOR
İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde, hatta o kadar büyük olmayanlarda bile kesin çizgilerle ayrılmış olmasa da toplumda bir sınıfsal farklılık vardır. Kast Sistemi gibi bir şey. Örneğin bu gibi yerlerde doktor ile öğretmen arkadaşlığına pek de rastlayamazınız. Ama gurbette durum değişir. Örneğin: 1983 de tayin edildiğim Batman’da bizler, memurlar olarak ayrı bir sınıftık. Doktor, hakim, polis, öğretmen hep bir aradaydık.
Canım sıkıldıkça sık sık yakınımızdaki Sağlık Ocağına gider orada görevli olan arkadaşın yanında oturur , onun sinir küpü haline gelişini seyreder ve bu arada da sohbet ederdik. Kapısında her gün en az elli hasta olurdu. O gün işinin bitmek üzere olabileceğini tahmin ettiğim bir saatte yanına gittim.Gerçekten de saat 16.00 gibi dışarıda bekleyen sadece üç erkek hastası kalmıştı. Bayan hasta olmadığı için dışarıda, kapısın çaldım ve içeri girdim. Doktor içerideki hastaya reçetesini yazıp ‘’ Bundan günde bir tane tok karnına alacaksın ‘’ deyip onu yolcu ettikten sonra dışarıda bekleyen hasta içeri girdi. Yanında bir de çocuk vardı
-Buyurun. Şikayetiniz neydi?
Çocuk, doktorun sözlerini Kürtçeye tercüme etti. Sonra da babasının sözlerini, doktora Türkçeye tercüme edilmiş haliyle aktardı.
-Doktor bey karnı ayrıyor, midesi bulanıyor ve başı dönüyormuş.
-Hımmm söyle açsın göğsünü. Öksürsün. Şimdi de dilini çıkarıp aaaa desin.
Çocuk babasına tercüme ettikçe baba harfiyen uyguladı denilenleri.
-Tamam giyinebilirsin. Bak sana bir ilaç yazacağım. Bunu kullan. Bir hafta sonra yine şikeyetlerin devam ederse yine uğra tamam mı?
Çocuk yine tercüme etti doktorun söylediklerini. Adam ‘’ Hodeşte razi ‘’ ( Allah razı olsun ) dedi ve çoğluyla birlikte verilen reçeteyi alarak çıktı odadan.
Baktım daha sonraki hastaya da uygulanan muayene aynı. Ve bir sonrakine de.
-Bu hastaların hepsinin hastalığı aynı mı?
-Aşağı yukarı Hocam. Biraz bir yerleri ağrıyan hemen doktora koşuyor. Çoğunun hastalığı fizyolojik değil psikolojik. O bakımdan da ‘’ Doktora görünmek’’, devletin elini üzerlerinde görmek onları rahatlatıyor.
-İyi ama ilaç filan yazıyorsun?
-O ilaçların çoğu zararsız nişasta tabletleri ve vitamin hapları. Zaten hiç biri sonuna kadar kullanmayacak emin ol. Onlar buradan çıktıkları anda zaten iyileşmeye başladılar. Çünkü ‘’ Doktora görünebildiler’’ Bu çok önemli bir olay onlar için. Şimdi zaten iyi olan bu insanlar bir kaç hap kullandıktan sonra kendilerini daha da iyi hissedecek ve ‘’ Allah doktordan razı olsun hapları, ilaçları çok iyi geldi. Çok iyi bir doktormuş’’ diyeceklerdir benim için.
Gerçekten de o yıllarda pek çok pratisyen doktor arkadaşımın orada muayenehane açtığına şahit olmuştum. Ama bu arada devamlı olarak hem onlara hem de kendi kendime sormuştum: ‘’Ya gerçekten hasta olanlar. Onların durumu ne olacak?’’
Her halde ‘’ Yarım imam dinden, yarım doktor candan eder ‘’ dedikleri şey bu olsa gerekti.
VE HAKİM.
Yine Batman’dayız.
Bir başka gün de Hakim arkadaşımın ziyaretine gitmeye karar verdim. O gün duruşması varmış. Duruşma salonunun kapısını tıklatıp içeri girdim. Hakim arkadaşım beni görünce başıyla selam verip oturmamı işaret etti.
Dava bir baba ile oğlu arasındaydı. Oğul babasını dövmüş, olay önce karakola, oradan da mahkemeye intikal etmiş. Ben salona girdiğimde baba Kürtçe olarak şikayetini anlatıyor, mübaşir de Türkçeye çevirerek hakim arkadaşa aktarıyordu söylenenleri. Hakim, babayı dinledikten sonra oğla döndü.
-Niçin dövdün lan babanı.
-Vallah dövmedim hakim beg.
-Ulan dövmedin de bu yüzündeki yara izi kendi kendine mi oldu? Adamın suratını yarmışsın mala ile.
-Kur’anıma Allah’ıma ben vurmamışam hakim beg. Asıl o bana vurmaya kalktı. Ben de ellerini tutup ittim. Ben itince bu sendeledi ve yerdeki malanın üzerine düştü.
-Lan sen benle dalga mı geçiyorsun. Baban olacak pezevenk! Düşecek başka yer bulamadı mı?
‘’ Baban olacak pezevenk ‘’ bu laf benim çok ağırıma gitti. Adam hem mağdur hem de hakarete uğruyor. Allahtan Türkçe bilmiyor. Lakin ‘’pezevenk’’ kelimesi Kürtçede de aynıysa? Neyse aynıysa bile nereden bilecek kendisine dendiğini.
Mahkeme bittikten sonra arkadaşa sordum:
-Arkadaş tamam oğlanın babasına yaptığına kızdın tamam da babaya niçin pezevenk dedin ki?
-Pezevenk olmasa böyle bir o… çocuğu yetiştirmiş olmazdı. İnsan gibi bir insanın babası olurdu.
Uzatmadım daha fazla. Çünkü bu sefer de davalının anası o…pu olmuştu. Biraz daha üstelesem bütün sülalesi karıştırılacaktı.
Ertesi gün Batman Lisesinde hangi sınıfa girersem gireyim ve işlemem gereken dersin konusu ne olursa olsun anlattığım tek şey vardı:
-Çocuklar, Atatürk, kendisine küfür eden bir adamın tutuklandığını ve yargılanacağını öğrenince merak etmiş. Adamın kendisine niçin küfür ettiğini merak etmiş tabii ki. Adamı çağırttırarak ( Ya da birilerine sorarak ) öğrenmiş durumu. Meğer adam tütününü saracak ince kağıt bulamadığı için gazete kağıdına sarıp içiyor, bu yüzden de öksürmekten ciğerlerinin yanmasından anası ağlıyormuş. Durumu öğrenen Atatürk ‘’ Az bile küfür etmiş. Adamı derhal serbest bırakın ve adam gibi sigara kağıdı temin edin ona ‘’ demiş.
Öğrencilerim asıl konumuzun bu olmadığı halde niçin bu anıyı anlattığımı sorduklarında da onlara
-Çocuklar çünkü ‘’ Adalet mülkün temelidir’’ Mülk evimiz, malımız mülkümüz değildir. Mülk bu özdeyişte devlet anlamına gelir. Eğer devletin temeli çatırdıyorsa burada Kadeş Antlaşmasını ya da Preveze Deniz Zaferini anlatmanın hiç bir hükmü kalmaz.
İmam, doktor ve hakim elbette ki hepsi de başımızın tacı ama ben öğretmen olduğum için bir kez daha Allah’ıma şükrettim ve doğru imamlar, doğru doktorlar, doğru hakimler yetiştirebilmek için O’ndan yardım için dua ettim.
YORUMLAR
Peygamber efendimiz üç kadıdan ikisi cehennemliktir diye boşa dememiş hocam.
Selamlar....
sami biberoğulları
Bu hadisi ilk defa duyuyorum. Çok teşekkürler.
Selam ve saygılarımla.
merhba arkadaşım fırsat buldukca geliyorum demeye utanıyorum ama bıraz rahatsızdım geşlemedim inan yazılarını okumak bana büyük haz veriyor yanısıra güzel de ders veriyo aynen dediğiniz gibiiyi olmayan imam dinden eder iyi olmayan doktor insanı candan edermiş
bu bildiğimiz bir söz ve doğru bir söz hayranlıkla okuyorum yazılarınızı sevgi ile kalın
ASIL AZMAZ
BAL KOKMAZ
KAFESTE BALIK BESLENMEZ..
İLLAKİ GÖL OLACAK HOCAM....GÖL......HAAA BİRDE ASİL DÖL OLACAK HOCAM DÖL.....yazılarını okumak benim için büyük şans bilesin.....saygılar
sami biberoğulları
Valla biz de çocukken, kazara üzerinde arap harfleriyle yazılı bir şey görsek öpüp başımıza koyardık, "Allah kelamı " var orda diye.
Doktor meselesinde eşim şöyle der." Hasta olan bir kişi dr.a gittiğinde sen derdini söylemezsen o zaten bilmez. Kişilerin anlattıklarna göre değerlendirir durumu. Daha iyi anlamak için de gerekli filmleri ister, bakar sonra söyler ne olduğunu" der.
Bir de" Eğer hasta isen, doktoro gitsen de gitmesen de zaman %80 seni iyileştirecektir. Eğer iyileşmez bir hastal varsa da zaten tedavi görsen de %50 ihtimal öleceksindir" der... Bu kadar düz bir mantık :)
Ancak, bu anıların üçü de ayrı güzellikteydi. Güldürürken, düşündüren tespitler: Devamı gelsin anıların, ben büyük bir keyifle okuyorum :)
Billur T. Phelps tarafından 1/8/2012 9:37:22 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
Billur T. Phelps
Hepsi gerçektençok güzeller ve her defasında gönül hoşluğuyla ayrılıyorum sayfanızdan. Ayrıca övülecek bir durum varsa bunu esirgememeli.
Saygılar benden :)
osmanlıcasını bilmem amatürkçe Atatürk'ün gençliğe hitabını ezbere biliyorum ilk okulda öğrendim ambalşa olayı annenmede aynısını derdi yere atmayın derdi bende anlatamamıştım beni düşündüren türkçe ve arapça anlamınu bilmeyen cahil bir kadındı ama müezzine şaşırdım dr ne yapsın çoköyle hasta hocamçok güzeldi tebrikler yüreğinize sağlık
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
İmamlar iyi kötü görevlerini yapıyorlar, günahları boyunlarına.Ben doktorlardan şikâyetçiyim çün
kü sağlık başka şeylere benzemez. Üstünde önemle durmamız gereken bir konu. Beş dakikaya
sığdırılmaya çalışılan muayenede doktor n'apsın. Benim gibi doktorda panik atak olan bir kimseye
hele bir şey yapamaz..İnşaallah ülkemizde herkes lâyık olduğu yerlerde olur da hasıraltı yapılan
sorunlarımız çözülür..Yine etkileyici bir yazıydı.Bu kez gülmedim ama düşündürdün..
Tebrikler, selâm ve saygılar..
sami biberoğulları
Ne yazık ki artık '' Eğitim şart '' sözü bile alayın, matrağın, gırgırın konusu oldu. Eğitim şart bile diyemiyoruz.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
Hep gülecek değiliz ya sayın hocam. Bu kez uzun uzadıya, derinden düşündürdü yazınız.
Söylenecek elbet çok şey var. Ne zaman bu tarz bir örnekleme ile karşı karşıya kalsam içimde sakin fıtratıma ters düşen bir öfke hasıl olmakta. Yetersiz, işini önemsemeyen ve yaptığı işin kutsallığını, önemini idrak edememiş vasıfsız insanların böylesi hak etmediği bir işin hürmetini görüyor olmasından sonsuz bir hicap duyarım.
Elbette ki, mesleğini layıkı ile yapan tüm emekçileri tenzih ederim.
Saygılar...
Samsunda görev yaparken ilköğretmenlerin imtihanları vardı.Bizim müdür eline kolanya şişesini alıp tüm sınıfları dolaştı.Bir öğretmen arkadaş-hocam dün...okulunda idik,müdürün bir dövmediği kaldı şimdi bu durum ne gibisinden serzenişte bulundu.
müdür -kabahat sizde deyince öğretmen şaşırdı.müdür devam etti bizi yetiştiren sizsiniz...
Tebrik ederim hocam saygılarımla.
sami biberoğulları
Yorum için çok teşekkürler. Sağolasın var olsaın.
Selam ve saygılarımla.
Dünyadaki bütün küfürkerin gerçek olmadığını insanlar idrak edebilseler. hapishaneler de bu kadar dolmazdı herhalde. İnsana her şeyden önce seviye lazım.
Saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.