İZMİR'DE GARİP BİR ŞAİR, KUL HİLMİ ...
Eli cebinde Konak kaldırımlarını adımlarken, lüks mağazaların vitrinlerinde sergilenen elbiselere takıldı gözleri. Küçüklüğünden beri mavi renge tutkunluğu onu mavi takım elbisenin şık duruşuna götürdü bakışlarını. Sigarasından derince çekti. Öbek öbek dumanlarını akciğerleri ile buluştururken hafifçe öksürdü. Gözlerini hala ayırmıyordu mavi takım elbisenin üzerinden. Almaya niyetlenir gibi oldu. Elini cüzdanına atıp içine baktığında topu topu elli lirası vardı. Takım elbiseye iliştirilen fiyatta ikiyüz kırkdokuz lira yazıyordu. Dudaklarını büktü, gönlünü mavi elbisede bırakarak uzaklaştı oradan. Saat kulesine doğru yöneldi. Kemer’e dalmak istese de, adımları onu saat kulesine, rıhtıma doğru yöneltti. Aheste ,aheste adımlarken kaldırımları, akşama yazacağı şiirin omurgasını çiziyordu hayalinde...
Duraksadı bir bankın önünde. Körfezi süzdü. Karşıyaka’ya yolcu taşıyan vapurun çıkardığı karadumanlar onu alıp götürdü uzaklara. Gençliğinde her gün Karşıyaka’ya arkadaşları ile geçer, oradaki çay bahçesine giderlerdi. Aşk şarabına banmış yüreğinin sevdası ile buluşur, gün batımına kadar güvercinler gibi koklaşırlardı. Bir seferinde sevgilisi Nuray’ın annesine yakalanmış, onun kovalaması ile paçayı zor kurtarmıştı. Sırtına aldığı ayakkabı darbesine de şükürler ederek evin yolunu tutmuştu. Gençlik yılları aklına geldikçe, bazen güler, bazen hüzünlenerek; defteri kalemi kaptığı gibi şiir yazardı. Yine öyle bir durumla karşı karşıya idi Hilmi.
Kıyıya doğru yürüdü. Karşıyaka’dan gelen nazlı dalgaların kıyıya vuruşları onu daha da duygulandırıyordu. Boş bulduğu banka oturdu. Henüz bitmiş olan sigarasını tazeledi. Peynir ekmek gibi tüketiyordu sigara ve çayı. İlerlemiş yaşına rağmen dimdik ayakta, yürüdüğü kaldırımları titreten dinç adımları ile içtiği sigaraların etkisi bile olmuyordu. Ara sıra öksürse de, aldırışı yoktu. Hele efkarın bastığı anlarda bir paket sigaranın çabucak yarıya indiğinin bile farkına varmazdı. Efkar duygularının doruk noktasına ulaştığı zamanlar bir kaç birayı da götürdüğünde Hilmi’nin yazdığı aşk şiirleri mahalleliye destan olurdu. Onu seven çoktu. Kimsenin kalbini kırmaz, gönül ve ikram zenginliği ile örnek insan diye parmakla gösterilecek tek insandı çevresinde...
Oturduğu bankın etrafında çocukların şen şakrak oynayışlarına bakıyor, onlara tebessümler yolluyordu. Az ilerisinde tepsiye dizdiği simitleri satan çocuğa seslendi;
- Simitçi çocuğum, gelir misin?
Simitçi çocuk hızlı adımlarla Hilmi’nin yanına geldi;
- Buyur abiciğim, kaç tane istersin? En gevreğinden, çok susamlı simit vereyim mi?
-Tamam evladım ver! Ah ülen ahhh!.. Zafer abüüüüü senin yerinede yiyeceğim bu simitleri... Gelsen de şu saat kulesinin altında birlikte götürsek bu simitleri olmaz mı? derken, sanki körfezle konuşuyordu.
Simitçi çocuk hayretle yüzüne baktı;
- Abi, sen kimle konuşuyorsun? İyi misin?
- Len oğlum bu özel! Sen nerden bilecen Zafer abümüüü? O burada değil, çoookkk uzaklarda. O simitleri çok sever. O aklıma düştü bir de Bahar abam...
- Anladım abi, simit şimdi üç mü oldu?
- Kurnaz seni, onları andık diye bize fazla simit satacaksın kerata: sevdim seni ama hadi iki tane ver!
İki simit alan Hilmi, çocuğa ilerideki çay ocağındaki garsonu yanına göndermesini tenbihledikten sonra simidin birini banka koydu, diğerini küçük parçalara ayırmaya başladı. Simidin parçalara ayrıldığını gören Körfezin arsız martıları etrafında sortiler yapmaya başladı. Biliyorlardı ki, cömert amcaları Hilmi, onlar için yemek hazırlıyordu. Simit parçacıklarını gören güvercinlerde başına üşüşmüştü Hilmi’nin...Çay ocağındaki garson çay tepsisi ile banklarda oturanlara çayları dağıta dağıta Hilmi’nin yanına geldi. Tebsiden bir çay verip parasını beklerken;
- Garson, sen bir çay daha koy buraya!
-Abi, ama sen teksin.
- Çayın birini martılarımla, güvecinlerimle içeceğim, dedi gülümseyerek.
- Martılarla, güvercinlerle çay içenede ilk kez rastlıyorum abi, dedi şaşkın şankın.
Hilmi çay paralarını ödedikten sonra, parçaladığı simidin bir kısmını martılara, bir kısmınıda güvecinlere verirken;
’Zafer abüüü, Bahar abaaa sizin hakkınızıda bu garibanlara veriyorum, biraz sonra da ikinci çayımı sizin için içeceğim’ diyordu içine doldurduğu buruk tebessümlerle...
Günbatımına doğruydu. Güneşin yakıcı sıcaklığı kaybolmuş, koskoca tepsi büyüklüğündeki kızıllığı körfezin derin sularına doğru gömülüyordu. Günbatımı bir başkaydı İzmir’de. Akşama düşen günün kızıllığında ne aşklar yaşanıyordu Kordonboyu’nda, Karşıyaka’da, Konak’ta. Genç aşıklar Kordonboyu’nda faytonlara biner, akşam sefasını yüreklerinde yaşarlardı sevgilileriyle. Sanat güneşi Zeki Müren’in sahne aldığı mekanlar, tıklım tıklım dolar, en kibar insanların romantik takıldıkları barlarda sabahın ışıklarına dek gönül eğlendirirlerdi. Oturduğu banktan kalkıp doğruldu Hilmi. Eve mi, Konak’taki arkadaşlarının toplandığı aşıklar derneğine mi gideceğine karar veremedi, düşündü. ’En iyisi mi arkadaşların yanına uğrayayım, biraz da orada oturur öyle eve giderim’ dedi içinden.
Konağın yokuşuna kurulmuş binaların arasına sıkışmış, kimsesiz, garip, kendi yağları ile kavrulan kültür abidesi Aşıklar derneğine vardı. Kapı önüne konmuş masaların etrafında oturmuş arkadaşlarını selamladı. Hilmi’ye çok değer verdiklerinden olsa gerek, oturanların hespide kalkmıştı Hilmi’yi gördüklerinde. Selamını ayakta alan Aşıklar ve ozanlar, Hilmi oturmadan oturmadılar yerlerine. Oturur oturmaz da ocakçıya seslendiler;
- Üstadımıza en demlisinden çay lütfen.
Ocakçı içeriden seslendi;
- Ooooo abimiz, mahallemizin, derneğimizin,İzmir’imizin medarı iftiharı gelmiş, hoş gelmişler! En kralından çayın da geliyor abim...
- Sağolasın Horoz Kadir. Senin demlediğin çaylarda İzmir’in en kral çayı ...
Aşık Fuat arkadaşlarına Hilmi’yi işaret ederek;
-Arkadaşlar Kul Hilmi üstadımıza yurt dışından şiirlerinden dolayı plaket verilecekmiş duydum. Adımıza ne kadar onu verici değil mi?
Hepsi birden bu söyleneni ilk kez duyuyorlardı. Çok sevinmişler ve kendilerine sürpriz olmuştu bu haber. Ozan Mustafa sandalyesinden kalkıp Hilmi’ye kollarını açarak yöneldi;
- Gel seni bir kucaklıyayım gardaşım, üstadım! Çok mutlu olduk derneğimiz adına. Sen başımızın tacısın üstadım!
- Ya sen nerden duydun Aşık Fuat? Sizden de bir şey saklanmıyor haa!.. dedi Hilmi.
- Üstadım ben Ortadoğu gazetesinin kültür köşesinde okudum dün ama arkadaşlara dememiştim bir de senden duyalım diye.
Hilmi o çocuk mahcupluğun da arkadaşlarına;
- Evet ya, Hollanda Türk Şairler ve Yazarlar Birliği şiirlerimi incelemeye almışlar ve bana plaket vermeye karar kılmışlar. Bana da, mail yolu ile geçen hafta bildirdiler. Bursa’da bir şiir toplantısında takdim edilecekmiş. İnşallah haftaya oraya gideceğim. Ben de çok mutlu oldum buna. Bizi takdir edenlerimize ne mutlu...
Arkadaşları Hilmi’yi tebrik ettiler. Gecenin saat birine kadar şiir ve şairlik üzerine yapılan sohbetler, Ozan Mert’in çalıp söylediği türkülerle iyi bir vakit geçirdiler. Aşıkların dertleri dile getirilirken, belediyelerin kültür daireleri aşıklara el atılmadığından, kültürü bozan şaklaban , soytarı kılıklı düzenbazların zıpır konserlerine yüz binler verildiğini dillendirdiler konuşmalarında.Memlekette ozanların, aşıkların devrinin kapandığını söyleyenlerin inadına, binlerce ozan ve aşık Anadolu topraklarından fışkırdığını anlattı Hilmi sohbetinde. Aşıklık geleneğinin kültürü taze kıldığını, yabancılaşmanın önüne set gerdiğini dillendirdi.Bol bol çaylar ve sigaraların içildiği, sazın çalınıp,şarkıların söylendiği sohbet havası uykuya bırakırken, bir bir kalkıp evlerinin yolunu tutmuşlardı derneğin aşıkları, ozanları, şairleri.
Halkın kendisine lakabı özenle verdiği Kul Hilmi de, evinin yolunu tutmuştu. Yalnızlığın girdabında sıkışıp kalan Kul Hilmi, evlilik hayatındaki talihsizlikler nedeni ile bir daha evlenmemiş, kaderine küskün hayatına devam ediyordu küçücük evinde. ’ Bismillah’ deyip kapısını açtı. Sağ ayağı ile eşikten adımını attı. Merdivenleri yılların yorgunluğu ile çıktı yukarıdaki odasına. Ceketini atıp fırlattı minderin üzerine. Pencerenin kenarına oturdu. Solgun ışığın altında kafasında tasarladığı Emelim adlı aşk şiirini yazmaya başladı...
Şafak sökerken sabah ezanı okunuyordu. Gözlerini ufaladı, esnedi. ’Emelim’ şiiride bitmişti. Sevdalandığı birine yazdığı belliydi mısralara yürek koyuşu. Bazı mısraları yazarken gözleri buğulanıyor, ağlayacak duruma geliyordu. Bu şiirini yazıp bitirene kadar bir paket sigara ile kocaman demlik çayı götürmüştü. Kolay değildi sevdalanan yüreğe gem vurmak...
Ellerini Tanrı’ya açıp; ’ Yarabbi sen şu garip kulun Kul Hilmi’yi yarine kavuştur’ diye dua etti.
Derin hülyalara dalmak için yatağına geçip uzandı huzur içinde!..
Zafer Direniş
...
04 Ocak 2012 Çarşamba 01.30 Lahey
YORUMLAR
zafer abalm muhteşem bir hil bey gördüm burda ablam boyayıpta kayserilerin hesabı bize gerimi satacaksın ablam ): canım arkadaşım hilmi can çok güzel olmuş bu hikaye seni analtıyor hahah valla aklıma başka ieyler geldi onu söyledim zafere canlarım ya iyiki varsınız iyiki sizleri tanıdım ne güzel dostluğunuz var iyiki benimde dostumsunuz arkadaşlar zafer hilmi bey arit fatma hanım sayden aysu adem bey hasan bey ismni symadığım arkadaşalerın HEPİNİZİ SEVİYORUMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM
Üstadım tebrikler süper Dosta verilen deger ölümsüzleştirmiş Kul Hilmiyi yazınız okurken inanın çok kıskandım aranızdaki dostlugu ne mutlu bu kadar yakından tanıyabilmek dostları onların duygularını anlamak ne güzel sizleri tanımak banada daima onur olmustur canı gönülden kutluyorum yazan ve yazdıran yüregi selam ve dualarla sayğılar.
Cumanız mubarek olsun
Zafer kardeşim, görüntünde neden simit resmi olduğu şimdi daha iyi anlaşıldı. Hilmi, simit alırken seni aklına getirdiğine göre, simit sevdiğini biliyor demek.
Kaleminden bir şairi okumak güzeldi. Bir gün şair olursam beni de anlatır mısın kardeşim? Tebrik eder, iki dostu da kutlarım.
saygılarımla.
direniş
Selam olsun usta kardeşime..