- 2182 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ACININ VE UMUDUN ŞAİRİ AHMET ERHAN...
1958’ de, Ankara’da doğdu. Gece Lisesinde okudu. Gazi Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. 1975’te, Ataol Behramoğlu’nun çıkardığı Militan Dergisi’nde toplu şiirleri yayınlandığında henüz 17 yaşındaydı. ’Alacakaranlıktaki Ülke’ kitabıyla Behçet Necatigil Ödülü’nü 22 yaşında alan şair, yirmi yıl edebiyat öğretmenliği yaptı.
Ahmet Erhan’dan söz ediyorum.Kendi deyimiyle ’Acının Son Şairi’nden...Erhan’ın şiiri 70’lerde genç insanın yaşadığı dramın bir çeşit güncesidir. Şiirlerindeki karamsar ses tonu, geri planda bastırılmış, direnen bir yaşama sevincini gizler:
Usul usul birikiyor gözyaşlarım
Bir ölünün gitgide soğuyan ellerinde
Bir kaç parıltı kayıyor gözlerimden
Bir sırça gibi dağılıp dökülüyor yere
Akşam, çekiyor güneşin önüne
yine kara darabalarını...
Usul usul birikiyor gözyaşlarım
Korkuya kapıldığım günler de oluyor
Kapının her çalınışında sıçradığım
Ağır bir kan pıhtısı gibi ay ışığı
Vuruyor yatağımın üstüne...
Usul usul birikiyor gözyaşlarım
Koca kent, boğuyor her içtenliği
Ağaçlar karlarla kaplanmış
Küflenmiş birer ceset sanki.
Dostlarım şimdi çok uzaklardan
Bir mırıltı halinde sesleniyorlar
Bir deniz ufukta kayboldu,
Bir ışık kayıp gitti avuçlarımdan.
Usul usul birikiyor gözyaşlarım
Arkadaşlarım ölüyor güpegündüz
Ve her ölenin ardından insanlar
Daha çabuk yürüyor oluyorlar evlerine
Sıkıca örtülen her kapı, görüyorum
Boş bir alan daha bağışlıyor katillere.
Usul usul birikiyor gözyaşlarım
Yanım yörem durgun bir kar denizi
Potinlerim boyasız, şiirler yarım
Yüreğimde bir şeyleri özleme, bekleme isteği.
Kırabilsem
Umudun zaten aşınmış kapılarını
Usulca girsem içeri..
Acının şairidir Erhan, Hemen her şiirde acının anlatılacak bir yönünü bulmuştur. İçerken, severken, sevilirken, sevişirken, sokaklarda , meydanlarda , mapusanede, tımarhanede...Hayatı algılama biçimine dönüştürmüştür acıyı; başkalarının neşe duyduğu ayrıntılarda onun içi sızlar:
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
Dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
Ürperdim, korktum ve biraz da şaşırdım
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Yağmur altında ya da karanlıkta
Bir başıma kalmış gibi.
Sevgilim böylesine alımlıyken
Güz kuşlarının güneye doğru akıp gideceği yol
İyice belirmişken gökyüzünde
Onarırken sararken hayat
Çocukların incinmiş gülüşlerini
Artık her park yeni bir apartman inşaatı
Her sokak bir otomobil nehriyse de
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Soğuk camlara dayayarak yüzümü
Kuşağımın acısını, kefenlenen gençliğimizi
Yaşayan ya da yaşamayan dostları
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Örterek yüreğime bir kara tülü.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Kapkara bir gece pencereme dolarken
Öleceğimi bile bile karşı koymanın onurunu
Yiğitliğin, özverinin, sevginin
Arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Bir darağacında ya da yolda yürürken
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken.
Acısının peşinde gezen şairdir Ahmet Erhan. Erhan’ın şiiri mi daha acılaştırıyor dünyayı yoksa Ahmet Erhan acıyı yazmak için mi geldi dünyaya bilinmez:
Bir gecenin en güzel duygularını
Alıp götürüyor silah sesleri
Hayat bu kadar güzel olmadı
Ölüm böylesine gerekli
Ürküyorum bir rüzgar esince
Çürük bir dal çıtırdayınca dışarda
Bir dal hiç bir zaman benzemedi
Pencereye uzanmış bir namluya
Gökyüzüne de bakamadım nicedir
Ay, dalında unutulmuş bir portakal gibi
Çocuklar bilir bunu ne demektir
Yıldızlar oynaşırken perdelerin örtülmesi
Yüreğim sokaktaki seslerle iç içe
Her ayak sesinde damarlarımı geriyorum
Kulağım bütün evlerin eşiklerinde
Yumruğumu sıkarak öylece bekliyorum
Uzak dağları, nehirleri koymadan araya
Özlerin ben bir şeyleri
Beni dillere, beni yollara vurur
İnsanlara ve doğaya duyduğum sevgi
Sevgilerim kaybolup gider bu kargaşada
Özlediklerim artık özlenmekten yorulurlar
İşte özgürlük, diye bağırdığımda
Bir çocuk, başını duvarlara çarpar
Anlatmak istiyorum, bağırmak istiyorum
Ülkemin üstünde yürüyen geceyi
Hayat hiç bu kadar güzel olmadı
Ölüm böylesine gerekli...
Ahmet Erhan, hem yaşadıklarını unutmak, hem de, acıların yüreğini daha derinden oyması için alkolün dostu olur...Alkol şairin sessiz çığlıklarının tek alfabesidir...Ahmet Erhan sistemin kirli kapılarını kendisine sonuna kadar kapatmakla kalmamış, bu kirliliğin içinde kendisini korumanın yolunu, kendine sürgün yaratmakta bulmuştur. Şairin iflah olmaz sürgünlüğü şiiredir, şiirinedir...
Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan
Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yol ağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bir adam
Kurumuş kuyunun suyu incirin
Sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş
Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
At nalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda
Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak
Anne ben geldim, oğlun hayırsızın...
Ahmet Erhan’ın şiiri yabancılaşmaya özellikle de yalana yabancıdır. Hepsinden önemlisi yazdıklarıyla, konuştuklarıyla, davranışlarıyla katıksız Ahmet Erhan gibi, Ahmet Erhan olması, onu günümüz şairlerinden ayıran en önemli özelliktir.Ahmet Erhan’ın şiiri, bitmeyen, tükenmeyen duyarlılığın , acıların, hasretlerin, yürek burkan sancıların şiiridir...
Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim
Yakasına böyle bir gül takmıştı
O gün bir görseydin sen onu
Çiçekçi bana bir gül ver
Sanki o güldendi mutluluğu
Sen de:-Bir arkadaşın öldü
Ben diyeyim:- Kardeşim!
Çiçekçi bana bir gül ver
Götürüp tabutuna iliştireyim
Kaldırımlarda kömür tozları
Bacalarda koyu bir duman var
Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin
Çiçekçi bana bir gül ver
Kapalı perdeleri açabilse gülüm
Kapalı kapıları kırabilse
Kapalı yüreklere girebilse
Çiçekçi bana bir gül ver
-Beyim gül olmaz ki bu mevsimde!
Acının son şairini bir kez daha saygıyla selamlıyorum...