- 1750 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Talanlanmış Bir Sevgidir Asil Yalnızlığımız
Yaşamın kirli kaldırımlarından geçerek sevgiye yürürdüm, uhdeli kucaklaşmalarla
Kirli gülümsemelerin soğuk avuçlarında sahte dualar, bir nefes uğurlanır coşkularla
Her ırmak kendi yatağını arayan bir ağıt, kurur çağlayanlar da bir gün vefasızlıklarla
Bir ömrün anılarını kara toprak gizler gülüm, kıyameti yaşarken biz dünyada talanlarla
B ize ayrılmış mutlulukların gölgeliklerinde bastırılmış sevinçlerin kıyılarına vurunca adımlarımızı içten içe yanan bir yüreğe rest çeker deli nabzımız. Binlerce yılın keskin ışıklarına nefesimizi savurur, dolambaçlı yolların menzillerinde sevdayla buluşmayı dileriz. Birbirimize gecikmişliğin saydam göğünde iç çekişlerimizle köhne bir odadan bakarız uzaklara. Yüzümüzde biriken yol yorgunluklarını uykularla bastırır, hep kendimize dönüşlerin değişmez ütopyasında fısıltılı bir sessizliğin ayrılık içlenişlerini derinlerimize çekeriz.
Oysa her gecenin yorgunluk travmalarına yabanıl bir merhaba sokulur ve her gölge kendinin inkârını saklar yıllardır okşanmamış bölgelerde. Sevdadan payımıza düşen yenilenmiş şiirlerin imgeli vuruşmalarından kan damladıkça ve kendimizi aşkla her suçladığımızda dilini anlayamadığımız bir devinimle körelir gönlümüz. Yangınlarımızı rüzgâr titrettikçe, gönlümüzdeki sahte kalabalıklar birer birer bizi terk edince yapayalnızlığımızın tükenen ışıklarına avuçlarımızı kuşkuyla uzatırız.
Yine de, tekrarı olmayan unutuluşların, hayatı inadına teğet geçmeye alışık yakarışların soğuk odalarında bir anlık bir düşünüşle bakarız durmadan tekrarlanan sevişmelerin kırışık çarşaflarına. Yorulmuş kollarımızın, asla doyurulamamış ruhumuzun ve okşamayı unutmuş yalnızlığa alışık parmaklarımızın parçalı hüzünlerine takılır gözlerimiz. Suyun rengini ararız yağmurun masum dökülüşlerinden, göçmen bir bakışla uzakları gözler, dayanaksız bedenimizin kederli masallarıyla işkence sıramızı bekleriz. Bunun içindir ki, aşkla gerdiğimiz sevda yayından sabır okumuzu uzaklara savurmak isteriz.
Anlamlarını kaçışlara yüklediğimiz ve her kaçışta kendimizden çok şeyler verdiğimiz bir sevda muhasebesinin yanık tarlalarında yürüdükçe, her gidişin hüzünlerle depreştiği bir tükeniş düşlerini kendi dirliksizliğimize yükledikçe, mevsimlerin dağınık yüzleşmeleriyle sevgisiz uzaklıkların kuşluklarına dalar bunun için gözlerimiz. Yükseklerden dökülen sularla, kendi yuvasını unutan kuşlarla ve her kaçışta aslında kendi yalnızlığını dinleyen bir sevda destanıyla birbiri peşi sıra kapanır aşkın isimsiz hanları ve kopar bir bir yaşanmışlığın sararmış yaprakları.
Suyu tam ortasından ikiye bölen, sustukça sessizliği birbirine ekleyen, özlemin sancılarıyla sol ağrılarımızı inadına törpüleyen bir direncin çıplak düşünüşleriyle kendinden bile gizlenir karanlık. Dar zamanların denklemsiz isyanlarıyla dağlara vururuz kendimizi kırlangıç kanatlarına tutunarak, hatalarla biriktirdiğimiz küfürlerimizin sabrını atarız kirletilmiş denizlere. Naramız kulaklarımızı deler geçer, nabzımızdaki özleyiş türküleriyle döneriz saatler turunu bitirince yeniden kendimize.
Kırık cümlelerimizin çürük tekneleriyle açıldığımız denizlerin ulaşılmaz derinliklerinde kendimizi izledikçe, değişken kimliklerimizin şakaklarından akan terlerle yüzümüzü yıkadıkça, sevda oltamızın imgeli sayfalarında her harf yalnızlığımızı tasvir eden cümlelerle buluşur anlayacağın. Dinleyince gönlümüzü karalara bağlayan türkülerle tutuşur, dört bir yanımızı çeviren sevdalı sözcüklerimizin çürüyen bahçelerinde bağdaş kurarak sevgiliyi getirecek gemileri boşuna bekleriz.
Ah sevgili, içimizdeki yalan dünyanın sahte ganimetleriyle tek bir söz yetmiyor işte mutluluğun tarifine. Gözlerinde tutulan ay yaşama aşık bir ışıksa, dudaklarındaki sevda yıldızları saçlarımdaki aklara karışmışsa ve ellerindeki sıcaklık çöl rüzgarlarımı başlatmışsa söyle bana bu dilimdeki hüzzam şarkılar da neyin nesi? Yıllardır kendi masalımızı yazamamış iki sevdalı yıldızca bakarken birbirimize uzaktan, ben sana vurgunluğumun, sana tutuşmuşluğumun yangınlarını nasıl hissetmeyeyim en derinden söyle!
Sana ölümsüz sevişmelerin cesaretli provalarından kostümler diktim, yüzyıllık bir öykünün üşüten mevsimlerinden biçtim. Eski bir sevdanın yorgun yolcularını çağırdım yaşanası saraylarına, tanımsız aşkların suskun ilahileriyle yalnızlıkların bütün meşalelerini duvarlara astım. Bir ömrün bütün baharlarıyla, bir hayatın bir ömre sığmayacak dualarıyla her gece öfkeli düşünüşlerle sana geldim. Sensizliğin çoğalan dalgalarıyla uzadı gece, alışkanlığımın delirmiş cümleleriyle bu gece de seni en baştan yazdım.
Kökünü kemiren hüzünlü düşünüşlerimizin polenleri savrulurken havada, tepemizdeki buluşma bulutları sınırsız yalnızlığımızın dualarıyla nemlenir ve yüreğimizin şafaklarına vuran güneş er geç bizi hüzzam uykularımızdan uyandırır. Işıltılara muhtaç utkularımızın satır aralarına tedirgin sarılışlarımızın mutluluk yaşları damlar. Karışırız gülüm az sonra krizlerle yağmalanan bir hayatın tam ortasına, yaşam sağanaklarının öylesine aktığı saçaklara gizlenir, ellerimizden kayıp giden sevgi tabutunu hırsla deşilmiş topraklara bir çırpıda ve gözlerimizdeki yaşlar kurumadan gömeriz.
Selahattin Yetgin