- 1258 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
MADEM DARI DEĞİLSİN
MADEM DARI DEĞİLSİN
1978 yılı aralık ayında, Konya Selçuk Eğitim Enstitüsünü Fen ve Tabiat Bilgileri Bölümünü bitirmiştim. Artık Fen Bilgisi, Fizik, Kimya Biyoloji derslerine girebilirdim. Ancak bir türlü tayinim çıkmıyordu. Öğretmenlikle ilgili umudum kırılmaya başlamıştı. 1979 yılında yeniden üniversite sınavlarına katıldım. Sadece İstanbul ve Ankara Hukuk Fakültelerini seçmiştim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığıma dair belgeyi alınca evde düğün bayram yaşandı. Hazırlandım. İstanbul’a gittim. Eskişehir Öğrenci Yurdu’na yerleştim. 7 Kasım 1979’da ilk derse girmiştim. Sürekli olaylar oluyor ve okul kapanıyordu. Aileme yük olmamak için iş arıyordum.Orhan Cahit Tütengil Hoca bir pusuda öldürlmüştü. İstanbul Üniversitesi süresiz kapatılmıştı. Tam bu sırada eve Milli Eğitim Bakanlığından bir telgraf gelmiş. Gümüşhane, Torul, Kürtün Ortaokulu’na tayinim çıkmış. Babamın tüm direnişine rağmen Yurttan battaniyelerimi, çarşaf ve yastığımı, kitaplarımı alarak göreve başlamak üzere yola çıktım. 19.Aralık.1979 da ilk görevime başladım. Babamın yardımı ile 1980 yılı Nisan ayında Şişli İmam Hatip Lisesi Fen Bilgisi Öğretmeni olarak görevlendirilmiştim.
Okulumun adı Şişli İmam Hatip Lisesi olunca göreve başlamak için Şişli’ye gitmiş, uzun süre Şişli merkezinde İmam Hatip Lisesi aramıştım. Sonunda Dördüncü Levent’ten sonra, Gültepe ile Sanayi Mahallesi arasındaki mezarlığın içinde bulmuştum okulumu.
O yıllarda tüm yurt kamplara bölünmuş, siyasal düşüncelere göre kurtarılmış bölgeler oluşturulmuştu. Gültepe ve Sanayi Mahallesi sol grupların elinde idi, İmam Hatip Lisesi’nde de çalışacak olsam da, içten içe sol kökenli olduğum için seviniyordum.
Levent’ten mahalleye girişte sağda Sanayi Ortaoukulu’nda askeri birlik konuşlanmış, okulun önünde mahalleye girişe barikat kurulmuştu. Mahalleye giren çıkan araçlar durduruluyor, herkes indirilerek aranıyor, kimlik kontrolü yapılıyordu. Öğleden sonra görevli olmadığım günler Hukuk Fakültesi’ne derslere yetişmeye çalışıyordum. Pratik çalışmaların olduğu bir gün yine ders kitaplarımı bond çantama koydum. Görevim biter bitmez Hukuk Fakültesi’ne pratik çalışmaya yetişme telaşındayım. Sanayi Mahallesi girişinde barikatta belediye otobüsü durduruldu. Kimliklerimize bakıldı, bir er;
-Çantayı aç. Dedi. Açtım, Sulhi Dönmezer Hoca’nın kalın yaklaşık biner sayfalık Ceza Hukuku ders Kitaplarından çantamdakini gören er çılgınca bağırıyordu. “KİTAP BULDUM, KİTAP BULDUM” Diğer arkadaşları da geldi. Namlular bana yöneltildi, yolcular panik içinde arkaya kaçıştı, er heyecanla sordu:
-Bunlar ne kitabı ?
-Bunlar ne kitabı?
Bir yandan da heceleri çatarak kitabın adını okumaya çalıştı. “Na…za..ri ve Tat…bi..ki Ce…za Hu…ku….ku”
-Ceza Hukuku yazıyor.
-Evet,
-Yani ne demek oluyor?
-Bakın kimliğim. Ben Hukuk Fakültesinde okuyorum. Bu kitaplar ders kitabı, avukat, hakim, savcı olmak için bu kitapları okumak, çalışmak gerekiyor. Dedim. Tatmin olmadı, yanındaki birkaç askere daha aynı açıklamayı yaptım. Ancak anlamıyorlardı. Önemli bir suç aleti olan kalınca bir kitap bulmuşlardı. Hem de üzerinde ceza falan yazıyordu. Kesin teröristtim. Büyük bir heyecanla ve terörist yakalamanın mutluluğu içinde, aferin almak için komutanlarını bekliyorlardı. Belediye otobüsünde kimileri acıyarak bakıyor, kimileri nefretle, kitapla yakalanan teröristi yakından inceliyordu.
Durum komutanlarına iletilmiş, o da büyük bir heyecanla koşturarak gelmişti. Ona açıklama yapmaya gerek kalmadı, kitabı ve kimliğimi gördü, “Bırakın geçsin” Dedi. Artık Mahalleye girişte kontrole takılmıyordum. Ancak bunun iyi mi kötümü olduğuna karar vermek çok güç. Ben yine de ısrarla kimlik gösterip aranmak istiyordum. Zira mahallede askerle işbirlikçi konumunda algılanmak, görülmek … Sol grup elindeki mahallede ölüm fermanını kendi elinle imzalamaktı.
Zaman zaman silah sesleri okula kadar geliyordu. Kimi geceler okul taranıyordu. Mahallede oturan okulumuz matematik öğretmenlerinden arkadaşımız Tahsin Kahraman başından tek kurşunla vurularak öldürülmüştü. İmam-Hatip Lisesi öğretmeni olarak her an öldürülmek olası idi, korunma olanağı yoktu.
Her gün bin bir heyecanla Aksaray’daki yurttan iki saatte Sanayi Mahallesi’ne gidiyorum. Yurtta kalmak daha güvenliydi.
O gün, hukuk fakültesinde sol grup içinde olan selamlaştığım bir kız arkadaşla biraz söyleştikten sonra sana bir fıkra anlatayım. Dedim, başladım.
“Adamın biri kendini darı sanıyormuş. Uzun yıllar akıl hastanesinde kalmış, gördüğü tedavi sonunda artık darı olmadığına karar vermiş, doğru başhekimin yanına çıkmış.
-Efendim ben artık darı değilim. Bunu biliyorum. Beni taburcu eder misiniz ?
Başhekim gerektiği kadar inceledikten sonra ikna olmuş adamı taburcu etmiş. Adamcağız tam hastane kapısından çıkacakken, büyük bir heyecan içinde, can havliyle başhekimin yanına dönmüş.
- Tamam efendim, ben darı değilim bunu biliyorum. Ama kuşların, bundan haberi var mı ?
Arkadaş güldü güldü,
- Ne demek istiyorsun? Dedi. Kısaca sol geçmişimi ilk kez ona anlattım. Ekmek parası için Fen Bilgisi öğretmeni olarak İmam Hatip Lisesi’nde olduğumu Sanayi mahallesinde, darı olmadığım halde, kuşlara yem olmak istemediğimi söyleyerek, Sanayi Mahallesi’ndeki tüm kuşlara, tavuklara, horozlara selam gönderdim.
Birkaç gün sonra selamım alınmamış, geri geldi. “ Madem darı değil, ambardan çıksın” Demişler…
- Sizden solcu olacak, yazıklar olsun, siz ne ekmeği bilirsiniz ne de ekmek parasını, ne buğdayı bilirsiniz, ne darıyı, ne de ambarı… Lanet olsun size de solculuğunuza da, gelsinler önce beni vursunlar… Çıldırmıştım. Bağırıyordum…
Artık yıllardır süren kavgalarda öldürülme korkusu bitmiş, kırgınlık ve ölüme razılık başlamıştı. Hem de darı olduğum sanılarak…
Korkunun ecele faydası yoktu… Her gün yurttan çıkarken dönemeyeceğimi düşünerek çıkıyordum.
Ekmek parası için ölüme razıydım, hazırdım…
YORUMLAR
Traji komik... Bizim şanssız 78 kuşağımız bu acıyı ne çok çekti, değil mi? Öldürülen hocalarımız, arkadaşlarımız... En samimi arkadaşımı öldürüp E5 yolu üzerine attıklarını, çocuğun cesedinin bir köpek leşi gibi paramparça asvalta sıvaşmış vaziyette bulunduğunu hatırlıyorum... Ben ne sağcı, ne solcu olmadığım, aileden yetiştirilmiş bir Atatürk sevdalısı olduğum o dönemde Atatürkçüyüm bile diyemiyordum ve oturduğum mahalle ülkücülerin kurtarılmış bölgesi olduğu için onlardanmış gibi (daha doğrusu onların sempatizanı gibi) davranıyordum...Yazınız özenli yazılmış, meramını anlatan, bir solukta okunabilen, sade anlatımlı,on puanlık bir yazıydı...Tebrikler.
Güner Kutluk
Kemnur
Güner Kutluk
Ne sancılı günlerdi...
Her yönüyle sıkıntılı ve acı..
Anı öykünüzde ne kadar da güzel dile getirmişsiniz..
Bir an için taa gerilere gittim..
Ne yazık ki şu an benzerleri komşu ülkelerde yaşanıyor...
Zulümlerin bitmesi ve insanca yaşam adına öykünüz için sizi kutluyorum..
Güner Kutluk
çok güzel birhikaye ben ozamanlarda küçük bir yerde yaşadığımdan olaylardan uzaktık terar o günlere dönülmezinşallah yüreğinize sağlık