- 517 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kaybolmak
Çok düşündüm yine. Sıyırdım birer birer anlamlarından her şeyi. Bir şeye çok bakınca bir o kadar da yabancılaşıyorsun ona. İşte hep bu hatayı yapıyorum ben de. Fazla takılı kalıyor, nesnelerin ve kavramların üzerine fazla düşürüyorum gölgemi.
“Kalk!” diyorum kendime. “Biraz gez dolaş… Yabancılaş bunca aşina olduğun görüntülere. Onları yepyeni gözlerle gör, gerçek kimliklerini iade et...” Dün bu kararıma uyarak bol bol hareket ettim. Yolları aştım, iki saniyeden fazla görüş alanımda kalmasına izin vermedim hiçbir şeyin. Her şey tanıdık görünümünden sıyrıldı böylece, yürüyüşümün bir parçası olup hareket etmeye başladı.
Bir baktım çok uzaklaşmışım mahalleden… Gerçekten yabancı bir yerdeyim. Uzun uzun baksam da eskitemiyordum çevremdekileri. Bu hem aradığım yenilenme hissini veriyor ama bir yandan da tedirgin ediyordu beni. Ne zaman denize girecek olsam öncelikle kıyıda durur, ayaklarımı suya değdirerek alışmaya çalışırdım soğuğa. Birtürlü bırakamazdım kendimi denize. İçimin ürpertisinin geçmesini beklerdim. Şimdi de aynı şeyi yaparak bu yalnızlık duygusunun geçmesini, çevremin daha tanıdık bir çehreye bürünmesini bekliyordum.
“Yolunuzu mu kaybettiniz?” dedi orta yaşlarda bir adam. Bu kadar mı saklamaktan acizdim kendimi! Gerçekten de bulunduğum duruma bir ad koymam söylense düşünmeden ‘kayboluş’ derdim hemen. Demek ki sözcüklerle olmasa da bedenimle söylemiştim zaten.
“Hayır!” dedim canhıraş sarılarak içimde bir şeylere. Adamın gözlerindeki merhamete neden olacak kadar zavallı değildim ben! “Sadece dolaşıyordum ben. Biraz uzaklaşmışım. Kaybolmuş değilim yani. Önceden yolum düşmemişti buraya. O yüzden birden yabancı geldi.”
Adamın yüzündeki şefkat parıltısını yoğunlaştırmaktan öte bir etkisi olmadı bu sözlerimin. Biraz düşününce ben de hak verdim ona. Topu topu bir sokaktaydım. Önceden geçeyim ya da geçmeyeyim tanıdığım sokaklardan ne farkı vardı ki! Ayrıntılarda farklılıklar olsa da apartmanlar, kırtasiyeci, kafe ve sokak levhasıyla yüzümdeki bu dehşeti haklı çıkarmaktan çok uzak bir sıradanlıkla uzanıyordu önümüzde.
“Anlıyorum.” dedi adam, bu sözü kullanan herkes gibi hiçbir şey anlamadan… “Ama yanlış anlamazsanız isterseniz gitmek istediğiniz yere kadar size eşlik edebilirim.”
Her zaman gittiğim marketin adını söyledim. “Oraya bırakırsanız benim topraklarıma girmişiz demektir.” diyerek gözlerindeki endişeyi kahkahaya boğmaya, yanımdan ayrıldığında bana ilişkin zihninde kalacak ‘kaybolmuş, çaresiz kadın’ imgesini elden geldiğince silikleştirmeye çalıştım.
Umduğumdan da güçlü bir kahkaha patlattı. “Lütfen ayıplamayın beni. Ama dediğiniz yere ne kadar yakın olduğumuzu bilseniz siz de aynı tepkiyi verirdiniz.”
Birkaç dakika sonra beklediği tepkiyi fazlasıyla verirken buldum kendimi. “Peki bana neden o kadar uzak geldi orası?” dedim ondan çok kendime sorarcasına.
“Sanırım önce epey uzaklaştınız buradan. Sonra öylesine gezerken farkında olmadan bu sokağa geldiniz. Yani uzaklaştım sanırken yaklaştınız aslında.”
“Sanırım alışkanlıklarınıza çok bağlı olmanızdan kaynaklanıyor bu durum. Sizin gibiler yenilikleri çok kolay kabul etmezler yaşamlarına. Bu, sevdiklerine duydukları sadakatten gelir. Evet çok iyi tanımıyorsunuz bu mahalleyi. Hala tanımadığınız birsürü sokağı var belki de. Ama tanıdığınız şeyler o kadar çok yer kaplıyor ki kalbinizde, onlardan yeni şeylere yer kalmıyor. Onlarcasına verilecek değeri birkaç şeye bölüştürüyorsunuz siz. Bu yüzden kaybolmaktan hiç korkmayın bence. Çünkü asıl korkulması gereken hayatınızdaki insanların gözlerinde kaybolmaktır. En yakınlarınızın yüzünde bir yabancıyı görmek…”