- 969 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
DİVİTİN KOKULU RÜYALAR
DİVİTİN KOKULU RÜYALAR
Ne kadar tanıdık idi bu koku.
Divitin etekliğin havına yapışıp kalmış ağır aksak nemli koku, küçük çocuğun başını gömdüğü yerde burun deliklerinden içeriye girip ciğerlerinin en ücra yerlerinde gezindi.
Korkuyla içini çekti.
Başında gezinen anne elinin şefkatindeki sıcaklık ensesinden yol alıp yüreğine kadar ulaştı. Lakin bu sıcaklık ürkekçe çarpan kalbine merhem olmaktan ziyade göz kapaklarının yavaşça kapanmasına mucip oldu.
Az sonra uyuyakaldı.
***
Kadının hulûskâr sesi duvarları tokmak gibi döverek koğuşun küçük demir parmaklı penceresinde boş avluya doğru yol aldı. Avlunun orta yerinde dikili olan yaşlı çınar ağacının dallarında pinekleyen kargalar kulaklarına çarpan çığlığın etkisiyle korkuyla kanatlarını çırpıp uzaklaştılar. Hapishanenin kırmızı kiremitli damına doluşan karga sürüsü, olağan dışı ötüşleriyle mahfuz bir haberin ulakçıları gibiydiler.
Zaman ikindi sularıydı.
Önce gökyüzündeki bembeyaz bulut kümelerinin rengi grim tırak hale geldi. Sonra; griden zifiri siyaha dönüşen bulutların aksırıp tıksırmasıyla beraber, yeryüzü ufalıp küçülmeye başladı. Şiddetle çarpan şimşeklerin ardından, yeryüzü önce karanlığa hapsoluyor hemen sonrasında ise parlak bir ışık huzmesinin içerisinde boğulup kalıyordu. Kuruyup çatlamak üzere olan toprağın üzerine düşmeye başlayan sağanak yağmur, şamarını vurduğu yerde tozu dumana katıyordu. Hiddetinden yerinde duramayan gök bu sefer azamî gücüyle esmeye başlayıp demir parmaklı pencerenin sımsıkı kapalı pervazından içeriye süzülmeye başladı.
Göğün buz gibi olan parmakları kadının iman tahtasına dokunup oradan sancı içerisinde kıvranan kasıklarına ulaştı. Bir sıkımlık canı olan cenin, gözlerini hiç açmadan sonsuzluğa karşı tamamen kapayıverdi. Kadının terli dudaklarının arasından çıkan son bir figan göğün arsız elleriyle beraber sır olup kayboldu.
Kadının başı usulca yana düşerken göğün yüzündeki grim tırak bulutların yerini akşamın ebrulî karanlığı sarmaya başladı.
***
Osman o günkü ikindi vaktini unutamıyordu.
Küçük bebeğin ölümüne gökyüzünün neden olduğunu düşünüyordu. Ürküntülü geçen gecenin sabahında kadının yattığı ranzaya baktığında, bir insanın bir gecede nasıl bu derece değişebileceğine tanık olmuştu. Kezban ablanın her daim parlayan gözlerinin feri kaçmış, gülkurusu olan yanaklarının yerini ölü sarısı bir renk almıştı. Beline kadar inen örgü saçları yolunmaktan tiftik tiftik olmuş neredeyse omuz boyuna kadar gelmişti. Asıl fevrî değişiklik ise çimen yeşili gözlerinin içindeki efsundu. Tahavvül o derece büyüktü ki koğuşun tüm kadınları gizli kaçamak sıngın sesleriyle kıyıda köşede bunu konuşur olmuşlardı.
Kezban ablanın ruhuna şamar gibi çarpan tezekkür duygusu, bebeğini kaybetmiş olduğunu yüreğine insafsızca fısıldıyordu. Her seferinde, fısıltıyla başlayan tahassüs yerini korkunç çığlıklara bırakıyor tarifi mümkün olmayan acının kıvamında kendini yerden yere fırlatıyordu.
İşte bu anlarda koğuşun bıçkın gardiyanları Kezban ablayı apar topar revire sürüklerken; Osman bir daha o bildik divitin kokusuna burnunu dayar, sesler kesilene kadar başını oradan kaldırmazdı. Sesler uzayıp gittikçe çoğu zaman oracıkta uyur kalır, rüyasında bir tepeden aşağıya Kezban ablaya doğru kaşarken ellerinde minik bir bebek olurdu.
***
Küçük çocuk elindeki tahta arabayı evirip çevirirken kopmuş olan tekerleğin yerine neyi koyabileceğini uzun uzun düşündü. Az sonra bunu düşünmekten sıkıldı. Tahta arabayı yatağın köşesine fırlatıp attı. Uzanıverdi. Gözlerini bir üsteki ranzanın demir raylarına dikti. Paslı rayların üzerinde kendi ismi yazıyordu. Bir gece uyku tutmayınca annesiyle beraber kazımışlardı. Yedi yaşındaydı. Okumayı ve yazmayı beş yaşında öğrenmişti. Burada zaman insanın aleyhineydi. Ahır aksak giden günler boyunca yapılabilecek pek fazla bir şey yoktu. Annesi kendisine göre bunu Osman’ın lehine çevirmeye çalışıyordu.
Genç kadın Osman’a göre kapalı bir kutuydu. Mücevher kutusu gibi... Uzaktan izleyebilirsin. Gözlerin kamaşsın. İlle velâkin elini uzatma. Yanarsın. Yasak olan bir şeye dokunma.
Âdeta annesiyle arasında sessizce imzalanmış bir ahit vardı. Tarafların her iki sininde makulce kabullendikleri bir mutabakat… Osman kendini bildi bileli bu dört duvarın arasındaydı. Ona göre dört duvarın öncesinde bir hayat yoktu. Veyahut vardı da o hayat koca bir sırdı. Bir kez sormuştu bunu annesine.
Öncesini.
Sonrasında dilinin ucu yanmıştı. Annesinin ise dili buruk bir tadın çeşnisiyle dolmuştu. Ardından göz pınarlarına dolan gözyaşların dökülmesi Osman’ın önce yüreğine sonrada hafızasına işlenmişti. Kendisine ant verdirmişti. Bir daha ağzını bu kelamlar ile açmayacağına dair. Sözünü tuttu da. Küçük bir çocuğun sözü sımsıkı kapanmış sandığın hiç açılmayan kapağı gibiydi.
Tozlu ve ağır...
***
Gökyüzündeydi. Baş aşağıya doğru sarkık bir halde yeryüzünü seyrediyordu. Havada esen yeğni bir rüzgâr ensesinden kulağının kenarına doğru üflüyor tenini gıdıklıyordu. Çok aşağıda kalmış toprak parçasının üzerine kondurulmuş onca şeyler gözüne küçücük gözüktü. Nasıl bu kadar küçük kalabildiklerini düşünürken bir anda sallanmaya başladı. Rüzgâr ile beraber ileri geri yaptıkça aşağıya doğru inmeye başladığın fark etti. Yüreği sıkılır gibi oldu. Gözlerini kapadığı anda düşüşün hızlandığını yüzüne çarpan rüzgârın sertliğinden anladı. Korku başından fışkırmak üzereyken gözlerini açtı. Kırmızı kiremitli damın üzerine tünemiş kargalarla burun buruna geldi. Alelâcayip şekilde hepsi kendisine gülüyordu. Siyah gagalı olanın ağzının içinde Kezban ablanın minik bebeği duruyordu. Ağzını kocaman açmış yutmak üzereydi. Osman ağzını açtı. Bağırmaya çalıştı. Dili ağzının içerisinde işe yaramaz şekilde dolanıp durdu. Elini kargaya doğru uzatıverdi. Eli boşlukta kaldı. Önce kafası çakıldı. Kırılan kiremitlerin her bir parçası küçük çocuğun uzuvlarına batarken büyük bir acıyla çığlık attı.
****
Korkuyla irkilip uyandı. Kalbi yerinden çıkacakmışçasına çarpıyordu. Terden sırılsıklam olmuş yüzünü avucunun tersiyle silerken diğer eliyle annesinin bedenini yokladı. Arkasını dönüp annesinin omzuna doğru yöneldi. Loş aydınlık içerisinde olan koğuşun duvarında kıpırdayan nesneye gözü takıldı. Duvarda boylu boyunca sallanıp duran şeyi seçmeye çalıştı. Gözlerini yarı karanlığa alıştırmak için birkaç kez kırpıştırdı. Küçük gözlerinin minik göz bebekleri seçmeye çalıştığı nesnenin gerçeğiyle karşılaşınca vücudu buz gibi oldu.
Kezban ablanın çoktan buz kesmiş bedeni boşlukta salınırken, divitin kokulu etekliği aradı. El yordamıyla ulaştığı etekliğe yüzünü gömdü. Tanıdık kokuyu ciğerlerine çekti. Divitin kokulu rüyalarına ulaşmak için gözlerini sımsıkı kapattı.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
çok güzel bir yazıydı beğenerek okudum okurken uçurtmayı vurmasınlar filmi geldi aklıma ustaca yazılmış harika kurgulanmış kutlarım sizi emeğinize sağlık saygılarımla selamlar
SEVİLAY DİLBER
onur verdiniz efendim..
sağlıcakla kalınız..
konuyu hariika işleyişin ve hayal gücünün derinliği muhteşem...
ve uzun benzetmeler, ironiler de çok iyi biraz fazla gibi ama iyi, kutlarım...
bence bu ironileri mütamadiyen kullandığın denemeler yazsan muhteşem olur
çok heycanlı şeyler çıkar bilinç altından... gerçeküstücülük.... gerçeküstü denemeler gibi...
ve nesir şiiri de okunası muhteşem yazacağından eminim...
sevgi ve saygılar değerli okunası nar tanesi yazarım:)))
bizim memlekette pırtıcı derler bu tür dükkanlarda kokuların çümbüşü vardı....o kokular şimdi hiç bilmiyorum varmıki.....kalemin güzelliği tescillidir... saygılar
SEVİLAY DİLBER
kırsal kesimlerdeki manifaturacılarda halen bu kokulara rastlamak mümkün..
güzel yorumunuz sağolun tacettin abi
sevgi ve selamlarımla..
Osman o günkü ikindi vaktini unutamıyordu.
...
Küçük çocuk elindeki tahta arabayı evirip çevirirken kopmuş olan tekerleğin yerine neyi koyabileceğini uzun uzun düşündü.
...
Gökyüzündeydi. Baş aşağıya doğru sarkık bir halde yeryüzünü seyrediyordu.
...
Önce kafası çakıldı. Kırılan kiremitlerin her bir parçası küçük çocuğun uzuvlarına batarken büyük bir acıyla çığlık attı.
...
Korkuyla irkilip uyandı...
...
Divitin kokulu rüyalarına ulaşmak için gözlerini sımsıkı kapattı.
"Divitin kokusu küçük bir çocuğun rüyalarının içine girip, hapsolmayı nasılda bilmiş."
TEBRİK EDERİM.
SEVİLAY DİLBER
sevgi ve selamlarımla..
ve kapattığı gözlerinin perdesi olan kirpiklerini bir gölge kesiyordu...
gecenin kundağını yıkayan sokak lambasına teslim etmek için!...
tebrikler...
SEVİLAY DİLBER
sayfada sizi görmek ne güzel..
sevgilerimle..
selamlar..
Yeni serilmiş, temiz bir nevresimin kokusuna bayılırım. Ama, evimdekilere, cezaevidekilere değil...Cezaevlerinde, anneleriyle kalan çocuklar hakknda öyle bir araştırma yapılsa ki, cezaevi yaşamının büyüklüklerindeki etkilerine dair...ilginç olur...Sosyoloji öğrencileri için iyi bir tez çalışması kousu da olabilir...Yazınız MUHTEŞEMDİ... 10 PUANI TIKLARIM BEN BU YAZIYA ABİ...SAYGIYLA
kemnur tarafından 12/24/2011 10:53:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
SEVİLAY DİLBER
safamı her defasında onurlandırıyorsunuz..
sevgi ve hürmetlerimle..
Kemnur
tasvirler çarpıcı konu bütünlüğüne uygun gözler önüne serilen duygular acı gerçekler etkileyiciydi kutlarım...
SEVİLAY DİLBER
beni onurlandırdınız..
sevgilerimlle..
SEVİLAY DİLBER
varolasınız..
sevgi ve hürmetlerimle..
selamlar..