- 879 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
AYININ DA GURURU VAR
Ortaokula başladığım yıllarda da yaz tatillerinde bir takım işlere girmiştim. Mesela Erzurum gibi bir yerde matbaada , Palandöken Gazozhanesinde çalışmış, sokaklarda simit ve gazoz sattığım olmuştu. Hatta Orta ikinci sınıfta İstanbul Beykoz’da tam karşımızda bulunan açıkhava Bahar Sinemasında akşam beleş film seyretmek için tüm sinemayı süpürüp akşamları da kasa kasa gazoz satttığım günler de olmuştu ama o dönemlerde seve seve yaptığım bu satıcılık işi Lise yıllarına geldiğimde artık gururuma dokunmaya başlamıştı. Hele hele de Bakırköy Lisesi gibi bir okulun öğrencisi olduğum için Bakırköy Postanesi önünde kartpostal, zarf, kağıt satmak oldukça ağırıma gidiyordu.
O merdivenlerin dibine açtığım mincik tezgahta kartpostal satarken kendimi Kemalettin Tuğcu romanlarındaki köprü altı çocukları gibi hissederdim hep.
Lise Yıllarım adeta bir cehennem hayatıydı. Sınıfımı geçmisem ödülüm yazın postane önünde kartpostal satmak, sınıfta kalmışsam evden hiç bir şekilde dışarı çıkmadan sürekli ders çalışma gibi bir durum...Kısacası aşağı tükürseniz sakal, yukarı tükürseniz bıyık. Arkadaşlarım yaz tatillerinde Ataköy Plajında kızgın kumlardan masmavi Marmara’nın sularına atlarken, ben postane önünde ’Karpostallarım var, üç zarf yirmibeşe ’ diye gırtlak patlatıyordum. Hele hele de Haftada en az bir iki kez Tarık Akan’ı görmek, o dünyanın paralarını kazanıp, Türkiye’nin en güzel kızlarıyla aşnalar fişneler yaparken ondan bir kaç yaş küçük olan benim böyle sefil bir hayat sürmem iyice dokunuyordu...Benim de bir gururum vardı...Var olmasına vardı da sıkıysa bunu babama izah etmeye kalk.
O gün de her günkü gibi binlerce kez küfür edip lanetler okuduktan sonra açtım tezgahımı...Uzun zamandan beri oralarda olduğum için artık arkadaş da edinmiştim...Ataköylüler çok iyi bilirler: Bir kunduracı - boyacı arkadaşım vardı: İbo...Şu an itibariyle Rahmetli Olan İbo yaramaz bir çocuktu. Benden sanırım bir iki yaş küçüktü. Zaten benden daha çok kardeşim Raci ile ardaştı. İşte o İbo sık sık yanımıza gelir ya da biz onun dükkanına gider gırgır şamata yapardık...Bazen o gelir bizle kartpostal satar, bazen de biz onun dükkanında boyalı kuru süngere tükürüp ıslatarak ayakkabı boyardık.
İşte o gün İbo sayesinde bir şey daha öğrenmiş oldum...
Öğlene doğru adını unuttuğum yumuşak tipli bir vatandaş geldi yanımıza...Bir kaç gündür bize takılmaya, ben ve kardeşimle arkadaşlık kurmaya başlamıştı...Bizim İbo hiç hoşlanmazdı böyle tiplerden. Ayrıca da birilerini gözüne kestirdi mi sataşmadan edemezdi...Başladı çocuğa sataşmaya...Çocuk, ’ Lüften ama ayıp oluyor, rica ederim kabalaşmayınız ’ filan dedikçe İbo iyice azıttı...Ben bile ’ Oğlum rahat bıraksana çocuğu sana bir zararı mı var ’ dedim ama beni de dinlemedi. Sonunda çocuğun üzerine yürüdü ve belinden sarılarak yere atmaya çalıştı...Çocuğa göre oldukça iri yarıydı...Ben eyvah gitti çocuk diye düşünürken çocuk öyle bir hareket yaptı ki hiç birimiz anlayamadan İbo iki seksen sırt üstü yere yapıştı. Hayretten gözleri faltaşı gibi olmuş olan İbo tekrar ayağa kalktı...Çocuk ise ’ Abi lütfen ’ demeye devam ediyor. Ben de İbo’ya ’ Oğlum tamam bak madara oldun artık vaz geç ’ dediysem de İbo bir hamle daha yaptı. Bu sefer iyice gördüm çocuğun hareketini...Rahmetli Bruce Lee ile Vang Yu da buna benzer şeyler yapıyordu aynen...Gerçi bizim Kırkpınardaki elenselere daha çok benziyordu ya sanırım tamamen kendine özgü bir teknikti. İbo yine yerde... O gün öğrenmiştim görüntüye aldanmamak gerektiğini...Hatta bu görüntü yumuşak olsa bile...Ve o gün anlamıştım bir insanın gururuyla oynamanın ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini...Her neyse ben bu gün sevgili Kardeşim, Ataköy 4. Kısımın maskotu kunduracı - boyacı İbrahim Beyazgül’ü ( Yani İbo’yu ) Rahmet ve bana yaptığı onca iyilik dolayısyla şükranla anıyorum...Ruhu şâd olsun.
O gün anlamıştım ki ben gibi başka insanların da bir gururu vardı... Hatta hayvanların bile....
İbo çizilmiş karizmasını nasıl tekrar tamir edebileceğinin hesaplarını yaparken birden bir ses duyduk ’ tımbıdı tımbıdı’.Belli ki Ayıcı geliyordu. Bu ses, ayıcıların definin sesiydi...Gerçekten de az sonra geldi ayıcı...Şimdiki nesil bilmez. O günlerde sokaklarda ayı oynatılırdı. Burunlarına halka ve zincir takılı ayılar, def eşliğinde ’Ha bakayım kelle kelle’ müziği ile gerdan kırıp göbek atarlar, hamamda kocakarıların nasıl bayıldığının taklidini yaparlar, gösteri bittikten sonra ayıcı şapkasını çıkarır ve seyircilerden para toplardı. Gönüllerinden ne koparsa artık.
Gösteriyi seyrettik..Üçbeş kuruş bıraktık şapkanın içine. Ayıcı tam tası tarağı toplayıp gidecekti ki vatandaşın biri ’ Ayıcı senin ayı, benim belimi çiğner mi? ’ diye sordu. Ayıcı da ’ Parasını verirsen neden çiğnemesin be yav ’ diye cevap verdi...Adam ayıcının tüm seyircilerden topladığı paranın belki üç dört misli para vererek yüz üstü uzandı postanenin önünde. Ayıcı, ayının burnuna kafes gibi bir şey taktı. Zincirini çözdü ve ayı adamın sırtını çiğnemeye başladı...Ben ’şimdi adamın b.ku çıkar arkasından’ diye bekliyorum...Çünkü ayı dediysem öyle çizgi film kahraman Yogi değil...Neredeyse bir ton var ayı. Fakat adam , ayı çiğnedikçe sanki Japon geyşalar tarafından masaj oluyormuşçasına mayışmaktaydı. Beş dakika süren bu seanstan sonra, daha önce beli iki büklüm olan adam sanki yirmilik delikanlı zindeliği ve çevikliği ile ayağa kalktı. Biz gösteri bitti sanıyorduk ki adam yeni bir teklif sundu ayıcıya: ’ Bu ayı ile güreş tutarsan sana bir bu kadar daha para var benden... ’ Ayıcının gözleri parladı ’ A be sen paradan haber ver..Elbette tutarım.’
Bakırköy Postanesinin önü ana baba günü oldu. İnanmayacaksınız biliyorum...Ama tamamen gerçek anlattıklarım...Ayı da ayıcı da önce peşrev çekmeye başladılar...Sanki Kırkpınardalar mubarekler...Ayıcı önce yaptı hamlesini...Gerçi ayıcının da ayıdan bir farkı yoktu ama ne de olsa karşısındaki gerçek bir ayıydı. Ayıcının elensesi ayıya vız geldi tabii ki. Ama ayının elensesi ayıcıyı yüz üstü yere sermeye yetti. Ayıcı yere düşünce ayı üzerine kapaklandı...Ayıcı bağırdı alttan ’ Tamam Leyla sen kazandın ’ ( Ayının adı Leyla imiş ve de dişiymiş meğerse ) ...Yaaa Vallahi doğru, yeminle....Tek bir satırı kurgu yada gönderme filan değil bu hatıranın...Neyse...
Ayı adamı bıraktı ve ’ben yendiiimmm’ havalarında ellerini kaldırdı ki adam kalleşlik yaptı. Arkasından birden bire sarılarak ayıyı yere yuvarladı...İşte ne olduysa da ondan sonra oldu.
Leyla yerden doğruldu...İki ayağı üzerine kalktı. Artık elense gibi basit oyunlarla işi yoktu.. Direkt çift daldı... Ayıcının bacaklarından yakaladığı gibi , önce havaya, sonra yere çaldı adamı. Adam ’ Leyla duuurrrr ’ diye bağırıyor ama dinler mi Leyla... Ayıcıyı iyice yaydı yere...Sonra yüzükoyon yatan adamı sırt üstü vaziyetine getirip göğsünün üzerine oturdu...İki pencesiyle adamın iki kolunu tutup kollarını pergel gibi açtı....Sonra tekrar iki pençesini havaya kaldırdı ve üzerinde parlayan fotoğraf makinalarının flaşlarına aldırmayarak ’ Zafer benim ’ pozları verdi..
İşte o zaman anladım ki bir dişinin gururu ile asla oynamayacaksın. Bu bir ayı bile olsa...
YORUMLAR
O leylaları hatırlıyorum hocam çocukluğumda bizim sultanahmet in baş kahramanlarıydı bizler alışmıştık ayılara ama turistlerin çok dikkatini çekerdi ve iyide para kazanırlardı o leylarlar üzerinden . Leylalar diyorum çünkü hatırlıyorumda genelde dişilere leyla erkeklere ise ya koca oğlan yada zühtü diye hitap ediyorlardı.
Bu leyla ve zühtülerin gururlu ve duygusal oldukalrına defalarca tanık olmuşumdur onun için anlattıklarınız abartısız ve çok gerçeğin ta kendisiydi tabi sizin kaleminizle çok keyfli bir hal almıştı herzamanki gibi kutluyorum hocam saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sizin yazılarınızı okuyuncahep bende çocukluğuma gidiyorum hocam siz erkeksiniz yazları birşeyler satıyorsunuz abim ve ben yazları at arabasıyla mısır sebze satardık anlatıcağım ama bizim oralarda yani Erdek te bir hikaye vardır çingenenin birinin ayı kaçmış havada kar tufan ayıda ekmek teknesi gitmiş aramaya bulmuş ama donuyormuş ayı alışkanlık haline getirmiş gene kaçmış yine kar tufan soğuk adam bir öncesinde donmaktan zor kurtulduğu için ekmek tekneside olsa ayıyı aramaya gitmemiş ondan sonraki zamanlarda çok soğuk kar yağmu rolduğunda dışarı çıkılamıyack gibi olduğunda derlerki
Ayısı kaybolan dışarı çıkmaz. böyle bir söz vardır Erdek te o aklıma geldi
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
vallaha guzel yazı yazanın eline saglık yani ole dalga gecer gibi degilde okurken ben gercekten eglendim ve cocuklugumu yeniden yasamak istedim onemli olanda bu degilmidir insanı gecmise goturen dizelere surulmus mermi gibiydi eline saglık pasam saygılar.
s II en t.H ı L l... tarafından 12/24/2011 2:32:40 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Öncelikle sayfama şeref verdiğin için çok teşekkür ederim.
Yorumun için de teşekkürlerimi arzederim. Selam ve saygılarımla.