- 576 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gecenin Kâbusundaydı Kanımızla Dolaşan Günahımız...
Bir Gün Kesikliği...
Yine imkânsızlıkların ardında kalan o uzun ve darlık gecelerindeki uçuşan sen düşünceleri ile boğazlaşıyorum...
Kaç karanlık düşüncelerin tan şafağına uzayacak kâbuslu içsel düşünceler bunlar...
Beklentilerin ardında kalan düşünce karmaşaları bunlar...
Bir Gün Kesikliği...
Gecenin tam da ortası, saatin duramayasıya gonk’unu tam da on iki defa vurup, durduğu an.
Kahredici uykusuzluğun yorgun düşürdüğü göz kapaklarının kapanmaya var gücü ile direnç düşürdüğü bir an...
Bir ayırım çizgisi, bir gün kesikliği, yarım kalmış karanlığın kesik duruşunun şaşkınlığı sanki...
Gece mi denir, yoksa gecenin ortasının zaman aşımı mı denir, bilinmez ama gecenin de tam yorgun olduğu an dönüşümü...
Hâlâ anlayamıyorum nedendir seni düşündüğüm yabanıl gecelerin ortalarında hep içime acıların çöker... Her gecenin içindeki saatin gonk vuruşundaki akustik, sanki içimi titretir, sanki acıların kol kola üşüştüğü bir seremoni çemberinin etrafında kalır benliğim...
Her gecenin ilk yarısı sen acıları doluşur duvar diplerinden savrularak benliğime...
Yine özletir bu saatlerde tan şafağının alaca renkleri kendilerini bakışlarımı zıpkınlayarak...
Bilmeze gelirim renkleri, bilmeze gelirim zamanı, bilmezde kalırım gece yarılarına altı çeyrek kala zamandan sonrasında kendimi bir boşluğa bırakırım. Bin kez olumlu düşüncelerini içime doluştururum ve yokluk savaşımındaki etkenleri yok sayarım, gömülürüm seslerimin iç tınısına, kaybolurum düşlerin yorgunluğunda ve üşengeç bakarım sönük ışığın ölgün yansıtılarına...
Belki de bir gölge savaşı bu durgunluğun aydınlıkta kayboluşu gibi, gölgelerin ışık demetlerinde uçuşması gibi her şeyin boşluğunun yanına düşürürüm gözlerimi...
Seni ararım uçurum uçurum bakışlardaki kaçışlarda...
Gecenin kâbusundaydı kanımızla dolaşan günahımız...
Sevme Acısıyla Benlik Savaşı Verirken İçimizde…
Eksik yaşadık hep sır düşlerinden dolanırken...
Bir bakışın ardındaki gizemdi aslında çözemediğimiz...
Dolanıp durduk hep söyleyemediğimiz cümlelerin etrafında, çaresiz bir düştü aslında senle olmak, belki de imkânsızın peşine takıldık ama yokluktu sonu bu beklentilerin...
Sadece de var olmak isteğiydi bu çemberin içinde kalışımız...
Sadece merkezinde olmak istedik ama sökemedik kendimizi bu darbelerden...
Sadece savrulduk o merkezden...
Bakışlarımız hep eksik kaldı, sorgulayan gözler hep donuklukla uğraştı farkındasızlıkla uzaklara düştük… Kanadık, oysa neden kanatıldık sorusuna hiç cevap bulamadık…
Düşündük köprünün altından geçen sulardaki kırık kanatların neden çırpındığını, bir resme takıldı gözlerimiz arar oldu uzaklardaki bakışları sesleri yüreğimizdeki çırpınışlarla…
Sevme acısıyla benlik savaşı verirken içimizden söküp atamadık sadece eyvallah bu hayata diyebildik belki de razı olmaktı bu acıların tümünü içimize gömmeye…
Eyvallah hayat sana uzattığın tüm okları içimize atışına da eyvallah…
Yüzyıl çiçeğinin kokusunu zehir etmene de eyvallah…
Riyasız olsun bakışların sadece sevmeye dahil olsun sözlerinin kökleri bir ben masalımsı aşka dair olayım bir de düşlerimdeki masallarla sen ol yanımda...
Unutulsun ne varsa karabasanlara dahil, unutulacak ne varsa riyaya dahil, asıl sevmenin dövmesi kazınsın bakışlarımıza bir ben, bir sen bakışalım hep mavilere...
Bu şehrin hikâyesinde de bir ben ve bir de sen vardın, tamlanmayan bir hikâyeydi bu, son cümleleri eksik kalmış son gözyaşları akıtılan yaş heybet karışımı korku alacası bir hikâyeydi bu alaca pembelik derken kan alacasına dönen...
Boşa geçmiş zamanlar, boşa salınmış sesler, boşta kalmış istekler doluşmuş gecenin günahına...
Adanmışlığın boş verilmişliği bunlar,
Sadece hınzırlık yapıyorum kendime...
Garip şeyler yaşıyorum...
Kimsenin olamayacağı bir dünya özlemim vardı, sanki kendi kendime pişmanlıklarımdı bunlar, saklardım, sen bilmezdin, bense umudun içinde kaybolurdum, sadece beklerdim bana gelmeni, senden önce sana gelmeyeyim diye...
Nefesinin üstüne düşmek isterdim sense bilmezdin seni beklediğimi, sadece haberci kuşlardan ve de kaderimden medet umardım, bir gün benimle olacağına dair isteklerimde ama kuşları da vurdular tam da gün kesiği gece sonunda hayıflandım, ellerini tutamadan vurulduk demeye kalmadı içim titremeye başladı gecenin günahı vardı boynumda...
Terleten, bedenimi sarsan, döküntülere sebep olan pişmanlıkları bırakıyordu içimde, bir nefese ter dökülür müydü veya bir nefes için yere serilir miydi insan?
Hayıflanıyorum kendime, hınzırlık dışlanmış, içgüdüye dönülmüştü artık her şey her düşünce istem dışımda idi...
Kayıpların korkusu ölmeye sebep miydi veya nefessiz kalmaya arzu edilen neydi?
Aslında bir el tutuşma mıydı beni bu kadar günah çemberinde dolandıran?
Sana susmakla, sana konuşmak arasındaki fark neydi, seni düşlemekten öte gitmeyen bu istekler aslında hınzırca istekler miydi, bir birine tam tezat olan, aslında susmak mıydı kurtuluşum, yoksa gecenin günahını alıp sana koşmak mıydı arzularım, aslında söylenmemiş sözlerin günahları, yapılmamış hareketlerin tutukluluğu muydu da bu çerçevede kalışım?
Söylenmemiş sözlerin suçunun günahı mıydı omuzlarıma yapışan belki de yaşanmışlığın arda kalanıydı bu kör kütük sallanan düşünceler ki değmeze ödenen bedellerdi bunlar günah dediğimiz...
Bir rüya olmasını, bir düş sarkıtı olmasını, ne kadar da çok isterdim ama rüya değildi tüm bunlar, çünkü bedenim hâlâ sarsılıyor, alnımdaki teri hissetmesem geçip gidecekti hepsi bir anda ama bu akan ter sana dönüşüm için değildi, aslında bunlar senden kurtuluşa bir adım daha atmak istememdendi beynimde, aslında bunların hiç biri istek değil sadece de günah zincirlerine bağladım kendimi seni ister gibi görünerek...
Hep bir şeyler eksikti içimizde hep yokluğuna dair izler vardı içimizde, acı gibiydi, yaş gibiydi gözlerde, bir de unutulmuşluğa dair sürgünlük vardı içimizde ama hep sen yoktun bakındığım zaman sağıma soluma, yoktun, yokluktaydım ben...
Bir gün vardı geçmişte kalan, ben yüksekte, sen dipte, bir tırmandın yükseğe omuzlarıma basarak, bir düşürdün ki beni, dipteyim... Adına seni çok sevmek dedin bu zaferinin keyfini sürerken...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.