AYENİL -NEDEİL /3
İkindi ezanını dinleyeli bir hayli olmuştu. Düşünceleri sık sık kopuyordu. Bir taraftan Ayenil ve Nedeil ile konuşuyor diğer taraftan düşünce kopmalarından da sıyrılmak istiyordu. Ne yapabilirim? Sorusuna uygun cevabı aramaya başlamıştı ki:
-Emeseeg. Diye fısıldadı Ayenil.
-Evet, Ayenilciğim.
-Hadi bana Nedeil ile ne zaman tanıştığını ve onun adını nasıl bulduğunu anlat.
-Ayenil’in benden ne istediğini duydun mu Nedeilciğim?
-Duydum Emeseg.
-Peki, anlatayım mı? Ne dersin?
-Evet, anlatabilirsin?
-Siz, birbirinizden habersiz misiniz ki benden böyle bir şey istiyorsunuz?
-Biz habersiz değiliz. Düşünceni toparlamanda faydalı olacağına inanıyoruz, Emeseg.
-Ayenil’in sesini duyduğum fecr vakti, Nedeil’ i de ufukta gördüğümü sanıyorum. Ortaokul 2. Sınıfta okurken bir kış akşamı, okuldan çıkmış eve doğru gelirken sağ taraftan tam omuz üzerimden bir sesin “annen Emeseg, annene koş” dediğini duyunca başımı sağ tarafıma henüz çevirmiştim ki bir de ne göreyim! Sınıf arkadaşlarımdan çok sevdiğim Ahmet’in başı bir portre gibi adeta omzum üzerinde durmuyormu. Fakat, gözler Ahmet’in değil. Sevgi dolu, bir o kadar merhamet yüklü ve şefkatle bakan bir çift göz. Annemin bakışlarını andırıyordu. Annemin bazen sevgi dolu, bazen merhametle, bazen de şefkatle bakmışlığı olmuştu. Lakin bu bir çift gözün bakışlarında her üçü belki, dile getiremediğim daha nice güzelliklerin hepsi barınıyordu. Hayran bir halde o gözlere ne kadar bakakaldım bilmiyorum. Aniden kayboldular. Ve baktığım tarafta zifiri koru karanlığı. Birkaç adım sonra “annene koş” deyişi geldi aklıma. Koşmaya başladım. Hiçbir şey düşünemiyordum. Daha doğrusu ne annemi ne de gözleri düşünebiliyordum. Koşuyordum, koşuyordum ama yol bitmiyordu bir türlü. Nihayet eve ulaşmıştım. Annem mutfakta yatıyordu. Sol eli kanıyordu. Sağ eli açık ve hemen parmak uçlarında ekmek bıçağı vardı. Tezgahta bir kısmı dilimlenmiş ekmek, yerde dilimlenmemiş diğer bölümü duruyordu. Demek ki annem ekmek dilimlerken elini kesmişti. Kan görmeye dayanamazdı. Bayılırdı hemen.” İnşallah başını betona çarpmamıştır” diye içimden geçirirken önce ellerini sildim, cebimden çıkardığım mendilimle. Ayıldığında görmesin diye. Sonra soğuk su ile alnını, yüzünü ovmaya başladım. Ağlamak istiyordum. Ağlayamıyordum. O bir çift göz aklıma geliyor ağlamak isteğim geçiveriyordu. Nihayet ayılmıştı annem. “kesik parmağımı sar” dedi yavaşça. Sarıverdim bir çırpıda. Annemin kalkmasına yardım ettim. Somyaya uzanmasına da. Bu arada o bir çift güzel gözlü başa görmeden de olsa teşekkür ettim, yüreğimle.
Gördüğüm ve duyduğum şeyin ne olduğunu anlamaya çok çalıştım ama olmadı. Birkaç gün öğretmenlerime sormayı denedim. Kimi, “deli misin” dercesine elini salladı. Kimi, “dersimi kaynattırmam” deyip dinleme gereği bile duymadı. Mahallede ki caminin hocasından sorayım diye hafta sonu camiye gidip gamet getirdim. Namazdan sonra konuşmaya başlangıç olsun diye. “hocam, yanlışım oldu mu” diye soracak, arkasından da asıl sorumu yöneltecektim. İyi yapmışım. Namazdan sonra hoca: “aferin, bu vakitte hem gamet getirmek ve hem de namaz kıldıran bir imam değil, müezzini olan bir imamdım sayende.” Diyerek konuşmayı başlatmıştı bile. Neden sonra sorabilmiştim ki sorumu; “heyuladır, heyula” deyiverdi hoca. “Bilmiyorum” demek, öğretmenin de hocanın da işine gelmiyordu. Halbuki bilmediklerine “bilmiyorum” diyebilme cesaretini gösterebilselerdi o gün kahramanım olacaklardı belki de. Diyebilselerdi şayet, yolunda gitmeyen bir çok şey yolunda olacaktı bu gün. Tren misali benliğimizin rayları, “bilmiyorum” diyememe dinamitleriyle, yok edilip durmakta hala.
Merakımı giderme başvurularım birer birer hayal kırıklığına dönüşmüş, umutlarımı da kemirmeye başlamıştı ki:
-Emeseg, Emeseg! Fısıltıyı andırır bir sesle irkiliverdim. Sesi etrafımda aramaya başladım.
-Kimsin?
-Aradığınım.
-Hani gözlerin. Neden göster miyorsun?
-Adımı bulduğunda saklamayacağım. Önce bana bir ad bulmalısın.
-Adını söyleyiver.
-Adımı ancak sen söyleyebilirsin. Doğru adla seslendiğinde, o gözleri hep görebilirsin.
-Nasıl bulabilirim? Ne yapmalıyım?
-Senin gibi bir insanın gözünde ara. Bir çiçeğin tacında, bir dalın yaprağında ara. Akan bir nehrin, denizin dalgasında ara. Yere düşen yağmur tanelerinde, yerden biten otların yeşilinde ara. Bir kalemin ucunda, bir kitabın sayfalarında ara. Bir film oyuncusunun rolünde, bir müzisyenin bestesinde yahut enstrümanından yayılan melodide ara. Hiçbir şeyi önemsiz deyip geçme. Her şeye hakettiği değeri vermeye gayret et. Doğru ile yanlışı ayırt edecek güç içinde. Bu gücü kullanabilirsen bakış açını düzeltecek ve görmek istediğini göreceksin. Sana nasıl baktığımı unutma. O bakışı bulduğun an adımı koyacaksın. Beni adımla seslediğinde çok mutlu olacağımdan emin olabilirsin….
……..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.