- 1000 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Demokrasiye İnce Ayar -6
1- Bölüm Sivil Düşünce Vesayeti.
Sivil &Askeri & Örgüt Tahterevallilerinin nin iki ucu aynıdır.
Sivil Tahterevallinin iki ucu aynıdır. Askeri Tahterevallinin iki ucu aynıdır. Medya Tahterevallisinin iki ucu aynıdır. Örgütlerin Tahterevallinin iki ucu aynıdır. Millet oyun içinde oyu seyretmek den memnundur da, ucu kendisine dokunmasa.
Halk arasında bir deyim vardır. Atlar tepişir eşekler ölür. Çok amiyane oldu biliyorum. Hakikati bundan başka bir şeyle ifade etmekte maalesef mümkün değil.
Yıllar önce idi, Anadolu’nun şirin bir ilçesinde baba dostu bir tüccar vardı. Mağazasının adı YEŞİLLER idi. Sanırım adam öğretmen. Çocuklarının her biride Fakülte mezunu idiler. Hiç usanmadan ilçelere ve kasabalara gider pazaryerlerinde tahta açar ve ticaret yaparlardı. Müşteriler ile sohbet ederlerdi. Kalabalık bir aile mensubu idiler. Sosyal insanlardı. Mustafa Kemal ATATÜRK’ü çok severlerdi. İyi bir CHP’li idiler. Şimdi öyle CHP li bulmak maden aramak gibi bir şey.
Bir gün beni de yaşıma başıma bakmadan, makasa aldılar. Başladık sohbet etmeye. Ben dinlemekten başka bir şey yapamıyordum. Onlar ise espri ile beraber hem bir şey anlatıyorlar. Hem de benim hazır cevaplarımdan kendilerince bir şey çıkarmak isterlerdi. Sanırım iktidarda CHP+MSP koalisyonu vardı. Kıbrıs Barış harekâtı yapılmış, Rahmetli Ecevit, Karaoğlan Kıbrıs Fatih’i oldu. Rahmeti Erbakan da Mücahit olarak Kıbrıs fatihi olmanın kendince haklı gururunu yaşıyordu.
Bana sordular;
— Bu sohbette o zaman bir gazete önüme koydular. Ve oradaki yazarları bana gösterdiler. Ve dediler ki, bu adamlardan yazar mı olur. Bu gazetenin neresi okunur?
Tabii bende onların gazetelerini okuyorum. Çünkü birden fazla gazete alıyorlardı. Haftada bir bizim kasabaya gelirlerdi.
Bu soruları üzerine onlara dedim ki;
Siz her gün gündemi takip etmek ve kim ne düşünüyor diye okuduğunuz bu gazeteleri, farklı şeyler zan ediyorsunuz. Aynı siyasi partiler gibi. Gerçekte ise, bu gazetelerin tümü bir gazetedir. Patronlarda, yazarlarda, fikirleride tek tornadan çıkmış insanlar. Bir gün gelecek bu insanlar devleti yönetecekler. Dedim. Ve güldüler. Gülüştüler.
Birkaç yıl sonra, bir vesile ile o gazetenin yazarları ile tanıştım. Tabi aslında gündemde olan ulusal gazetelerin hepsinden tanışma fasılları oldu. Ama o gazetenin yazarları ile özel bir bağ kurdum. Çünkü onları hakir görmüşlerdi. O gazetenin kalkınmasını, çok okuyucusu olmasını itiraf edeyim çok istedim. Fikir gazetesi idi. Yazarlar tanıyınca, onları gök ehlinden özel insanlar zan ettim. Bir müddet sonra başka bir gazetenin muhabirliğine, o eleştirilen fikir gazetesinin de temsilciliğini bulunduğum il de aldım. Yazarları tanıyınca, bunların hiç birinin Allah’ın babasız dünyaya gelmesine müsaade ettiği ve ruh üflediği İsa aleyhisselam olmadıklarını anladım. Acaba bu yazarlar, Muhammed Mustafa saa. Gibi seçilmişlerden mi idi? Merak ettim biraz daha yakınlaştım. Bu arada toz kondurmuyorum tabii yazarlara. Baktım ki bu yazarların hiç biri seçilmiş değiller. Evet hayır bunlar SEÇİLMİŞLERDENDE değiller.
Bunların hepsi acizdir. Size bu hikâye, putları deviren ve baltayı en büyük putun üstüne atan, Kuran-ı Kerim kıssasını anımsatsa da asl olan fıtratın nasıl devam ettiğinin göstergesidir.
Kendilerini seçkin kabul eden bu insanlar ile hala görüşürüm. Gariptir ki, 1978 de görüşlerimi kendisine aktardığım, birbirinden farklı iki insan bana aynı şeyi söylediler. Biri Bir öğretmendi. Daha doğrusu öğretmenim H. Erdal beyefendi. Diğeri Mahalli Gazeteciler derneğinin başkanıydı.
— Sen bir gün yazar olacaksın. Araştırmacı olacaksın. Ve uçlarda gezeceksin. Bakalım kendini nasıl koruyacaksın. Dediler.
İki ayrı tespiti can kulağı ile dinledim. Ve kararımı verdim. Yanlış bir karar vermiş olabilirim. Fakat kararı uyguladım. Sürekli öğreneceğim. Fakat aleni yazmayacağım. Kararımı uygulamaya soktum. Kurduğum ekiple ve bağlantıya geçtiğim insanlar ile, ve resmi yazışmalar ile (bakanlıklar ve bağlı kuruluşlar)tam 30 adet çaplı dosya çalışması yaptım. Ve hiç birinin kopyasını almak gibi bir düşüncem olmadı. Bu otuz dosya hazırlanırken görüştüğüm insanların en cahili, o gün bu memlekete başbakanlık yapan insanların düzeyinde idi. Ve ben ne büyük imkânları kaçırdığımı 30 kusur sene sonra anlayacaktım. Yazılarımı yayınlayabileceğim, mahalli gazeteler olduğu gibi, kullandığı mahla yı bana verip, bu isimle bu gazetelerde yazabilirsin diyen Rahmetli bir Ağabeyimde vardı. İkisini de yapmadım. Sadece öğrenci seminerleri ve sosyal aktivitelerde söz alırsam birer pasaj geçiyordum. Her özel sohbet bana dünyayı da ediyordu.
Öğrenmenin başı soru sormaktır. Kariyer yapmanın başı da, sorgu yaparken şüphe edeceksin. Şüphe ile yargılayacaksın. Bir müddet sonra soru sormaktan vaz geçtim. Şüphelerimi de sadece kendime indirgedim. Nen sormaktan ve şüphe etmekten sakındıkça, sohbet ettiğim insanlar, sabahlara kadar anlattılar, ellerindeki v belgeleri paylaştılar. Yetmedi benim adıma şüphe ederek, şüpheleri resmi vesaik ile delillendirdiler. Evet, gerçekten şok bilen insan içindir. Hayatında bomba veya silah sesi duymayan birinin dibinde patlayan silah veya bombanın tesiri bir iğne veya çuvaldız açış kadardır. Tepki bununla sınırlıdır. Bilen adam için tepki korkunç bir zaman dır. Hem de zaman içinde milyonlarca zamandır.
Bir örnek vereyim sonra dosyalara döneyim.1983 de Denizli de emniyet Md. ’lüğünde gözetim altındayım. Nezarethane arkadaşım sayılır esnaftan birinin oğlu olan N.K.ÇİBAROĞLU dur. Suçu ağır. Sanırım şimdi çıkmıştır içerden. Çok garip ve özel bir hali vardı. Zamanla sohbetle açılınca. Sordum bu hal sende neyin nesi? Bak ben ne kadar sakinim. Sendeki telaşı anlamadım. Deyince, bana işimi ve tahsilimi sordu. Ve sonra dedi ki, sen benim için cahilsin. Ben elektrik mühendisiyim. İstanbul Vatan Devlet Mimarlık ve Mühendislikte okudum. Bana manyeto ile verecekleri elektriğin etkisini bilirim. Şu elektriğe çıplak elle dokunurum, korkmam. Ama o manyetoya asla. Bu hareketler o korkunun ifadesi. Şimdi anladın mı dedi. Evet anlamıştım. Ama dediği gibi, işte o kadar anladım. İşkence bile cahilde farklı, âlimde farklı etki bırakıyor.
Ve 12 Eylül 1980 de ihtilal olduğu gün, kitap halinde basılabilecek tam 30 adet araştırma ve inceleme dosyam maalesef evimi basan emniyet ve sıkıyönetim güçleri tarafından yok edildi. Yok edildi diyorum, çünkü, sorgularda, ne sıkıyönetim mahkemesinde, ne ağır ceza mahkemelerinde bana bu dosyalar hiç sorulmadı. Biri o dosyaları yedi Özel eşyalarımı yedi. Spor aletlerimi yedi.
Çıktıktan sonra bölgenin sıkıyönetim komutanı olan subay ile görüştüm. Meseleyi anlattım. Ve sordum.
- Dosyalarıma nasıl kavuşabilirim? Evimden alınan kitaplarımı nasıl alırım? Spor malzemelerimi nasıl alırım?
- Hiçbir zaman alamazsın. Tutanaklarda öyle bir şey yok dedi.
Ve bir gün beni ilçeye yeni gelen kaymakamla tanıştırmak istedi. Kendisine oturduğum evi devir ettiğim Astsubay geldi ve komutan seni çağırıyor dedi. Bu yaşlı Astsubay çok çile çekmiş, sanırım 65 yaşlarında bir adamcağız idi. Çok sorunlu idi. İyi adamdı. Kimseye kötü söz ve fiil uygulamazdı. Peki dedim bindim aracına ve merkez komutanlığında ki odasında komutanla buluştuk. Sivil biri vardı yanında. Ama sivil subay olduğuna hüküm verdim. Ben hiçbir şey sormadan, siyasal mezunu bu genç adam, BİR SİVİL İHTİLALDEN BAHSETTİ. O subay da onu dinledi. Beni okuyanlar bilirler, bundan önceki yazılarımdan birinde senkronize durumlardan bahsetmiştim. Bu adamın anlattıkları benim kafamı allak bullak etti. Çünkü sivil denilen toplumun, sivil yöneticilerinde, 30 -40 yıllık ihtilalleri nasıl yaptıklarını anlattılar. Herkes bu tiyatroda oyuncak dedi. Ve bu gün memleket 30–40–50 sene sonrasına göre dizayn edilir .dedi. Ve ben bunu tam 31 senedir izliyorum.
Sivil düşünce vesayeti, ihtilal dönemlerinde bile vardır. Ve asla militarist düşünce ile kıyas yapamayacak kadar da vahşidir. Asker her ihtilalde sayılı günler iktidarda kalmıştır. Her ne kadar sert ve otoriter olsa da kendi görev sahasına dönmüştür. Sivil vesayet hiçbir zaman demokrasiye dönmemiştir. Dün öyle idi. Bu günde öyledir. Ve hiç birinin diğerinden zerre farkı yoktur. Sadece tabe/LALARI DEĞİŞİK, sadece slo/GANLARI değişiktir.
Başka bir gün bu noktayı açıklamak üzere osmanlıya dönceğiz. Ve Türkiye cumhuriyeti siyasi partilerinin, Osmanlı imparatorluğundaki köklerine gideceğiz.
Saygılar
Mustafa Mesut DURMUŞ
KIZIL BABA
YORUMLAR
Değerli yazarım ince ayar 5' i göremeden 6'yı okuduk. Yaşamın hızı, içindeyken farkedilmese de şu an geçmişte yaşananları okurken nasıl da çabuk geçmiş gibi geliyor. 1978 tarihi vermişsiniz, geriye döndüm o tarihime, siz neler yaşarken ve nelerle uğraşırken biz Dünya'yı nasıl görüyormuşuz. İçinde olmak ve dışında kalmak..Siz içinde yaşayarak en son diyorsunuz ki hepsi aynı. Peki dışında kalmakla ne fark etti. Birileri bir planı ince ince işleyip, tıkır tıkır uyguluyor. Yorulmaya değer mi de diyebiliriz, bir nebzede olsa kötü emellere ulaşılamaması için değer de diyebiliriz. Fakat aslolan herhalde her iki seçenekte de " insan" olmak ve insan olarak kalabilmeyi başarmaktır. Yoksa her işin sonu ebter'dir diyebilirmiyiz. Gerek ferdi gerek millet gerek ülke olarak.
Yaşayan Tarih gibisiniz velhasıl. Sağolun varolun. Hürmetler, saygılar.
özüne kurban bu baştaki siyasetcileri duşunur olsak
demokrasiyi dondurcuya koyduk
aydınlığı türkiyenin gelceğini
dondurcuya koyduk
baba sultan kızıl baba ozanım
senin bu eserine yazı yazmak erdemliğine sahip değilim
kalemin zülfükar olmuş
fetula tayip gibi amerikan uşakalrının
hak yoluna enel hak özüne getirmeden sakın
zülfükar kalemini
bırakma imanım
sevgilerrrrrrrrrrrrr
kizilbaba
hoş sefa geldiniz. kelamımız hak muhammed ali den yanadır. Emevi ve abbsi zihniyetinin taşeron porsenli ebu süfyan, muaviye ezid, mervan lanetullahların soyu zulum noktasında kıyamete kadar devam edecektir. Farkımız zincirüz zeheb yolunda hadim olmaktır. Bilmeyen ve blmek istemeyenlere oynanana oyunun farkında olduğumuzu ve bize ihraç edilmek istenen ABD PATENTLİ İSLAMIN VE DMOKRASİNİN bizleri hangi uçuruma götğüreceğini anlatmak boynumuzun borcumudurç ne olur , bizide zehirlerler. kılıç darbesiylegötürürler. veya kör bir kursunla faili mechullistesinde yer alırız.milletimizden bir fert okur ve anlatılmak isteneni anlar ise, mesele yoktur. bi pragraf için bu satırlar yazılmıştır.özü kavransın inşaallah dedem..
hüüü saygılar..