- 988 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CEZERYE...
1977 yılıydı, siyasal olaylar nedeniyle Selçuk Eğitim Enstitüsü’ne devam edemeyince Ilgın’da taksicilik yapıyordum. Okula gidemeyen arkadaşlarla mektuplaşıyor geleceğimizle ilgili kaygılanıyorduk..
Babamın, Köy Enstitüsü’nden arkadaşı Hayrettin Amca‘nın Ilgın’da bir dairede müdür olarak görev yapan damadı beni çağırtmıştı. Yanına gittim, O’nun sıkı bir Ülkücü olduğunu biliyordum.
- Bak Güner, babanı ve ailenizi severim. Babanın da seni ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Diğer ağabeylerinin üniversite şansı kalmadı. Böyle giderse senin de fırsatın kaçıyor. Sen de okuman için, geleceğin için biraz fedakarlık yap, aileni üzme, ben senin için kefil olurum. Okuluna devamını sağlarım. Ancak, orada eski arkadaşlarınla görüşmemen lazım, aksi halde kimseye engel olamam. Dedi. Ailem adına, benim adıma büyük bir incelikti, teşekkür ettim. Tek başıma geri dönemeyeceğimi söyledim.
-Yanlış yapıyorsun, gençlikte insanlar kendilerini işte böyle harcıyor. İleride pişman olursun. Dedi. Kararlı olduğumu, asla dönmeyeceğimi anladı. Gerçek bir aile dostu idi, elinden geleni yapmış beni ikna edememişti. Üzüldü…
Arkadaşlardan haber gelmişti, CHP’nin Mersin’de mitingi vardı. Mitinge katılıp, Ecevit’e sesimizi duyuracaktık. Bizim gibi can güvenliği olmayışı nedeniyle okula gidemeyenlere hak tanınması için sloganlar atacaktık. Nasıl olsa seçimi kazanacak, O başbakan olacaktı.
Babam mitinge gitmemi istemiyor, doğrudan da söylemiyor. Dolaylı imalarla anlayışıma bırakıyor. Ancak, bende O’nu anlayabilecek olgunluk yok, gitmeyi dayatıyorum.
- O zaman Konya’ya kadar birlikte arabayla gideriz. Duruma bir bakarız, belki coşarsak Mersin’e kadar biz de geliriz bir gezmiş oluruz. Dedi.
- Konya’ya kadar birlikte gidelim de, sonrasını biz otobüsle grup olarak gideceğiz. Diyerek, O’nun beni yalnız göndermek istemeyişine karşı direniyorum.
- Neyse bakalım. Dedi
Gün geldi.Ilgın’dan birlikte Konya’ya kadar gittik. Oradan öteye
dayattığım için gelemediler. Akşam Konya’da dünürlerinde kalacaklar,ertesi günü birlikte Ilgın’ a döneceğiz.
Konya’dan, CHP’nin önünden grup olarak geceleyin hareket edeceğiz. Öğleye doğru Mersin’de olacağız. Hava ayaz, yerler buz. Konuk olduğumuz evden çıktım, potinimi giyip, paçalarımı yukarıdan boğup üzerine döktüm. Parkamı giyip kapüşonumu kafaya çektim. Yine de üşüyorum. Hızla meydana geldim. Otobüs kalabalık, yola çıktık. Toroslar’da Sertavul geçidini aştık, gün doğdu, sahile yaklaştıkça çiçek açmış badem ağaçlarını gördüm yol kenarlarında, Göksu’nun kıyısından bir hayli gittik. Silifke’de denize karıştı. Biz hala yoldayız. Akdeniz’in kıyısından Mersin’e geldik.
Meydan çok kalabalıktı, miting çok hararetli geçti. Geleceğimizin, sesimizin Ecevit’e duyurulmasıyla çok ilişkili olduğunu biliyor, sürekli sloganlar atıp konuşmasını bölüyorduk. Konuşmasını keserek bize döndü azarladı. Hiç hoşumuza gitmemişti.
Babamı bunun için mi kırmıştım? İçime bir azap ateşi düşmüştü. Yanlış yapmıştım.
Mersin’in cezeryesi meşhurmuş. Bir cezerye götürüp elini öpmeliydim. Belki affederdi… Bir tane onlara bir tane de dünürlerine aldım. Toplandık. Dönüş için yola çıktık. Sabaha karşı gün doğmadan Konya’ya geldik. Otobüsten indiğimizde, kuvvetli bir poyraz esiyor, acı poyraz açıkta kalan yerlerimizi ısırıyordu. Bademlerin çiçek açtığı bir mevsimden gelip, zemheri soğuğuna dönmek inanılır gibi değildi. Kapüşonumu başıma çektim, hızla eve doğru yola koyuldum.
Sultan Veled Caddesi’nde, İsmet Paşa İlkokulu’nun kavşağına geldim. Arkamda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Yanı başımda bir karaltı belirdi. Bağırıp söyleniyor. Kim kime neden söyleniyor? Diye döndüm baktım. Adam bir mahalle bekçisi, elinde tabanca kafama doğru yöneltmiş, meğer bana söyleniyormuş. Öfkeyle sordu;
- Sana kaç kez bağırdım. Neden durmadın?
- Duymadım. Dedim.
- Nasıl duymazsın?
- Nasıl duymam?... Kapüşondan her halde dedim. İnanmadı.
- Nerden gelip, nereye gidiyorsun? Diye sordu.
- Sana ne ? Dedim.
- Ulen çocuk zaten kafam bozuk. Sıkarım kafana… Dur dedim, durmadı… İşte o kadar. Bok yoluna gidersin.
- Nerden gelip nereye gidiyorsun? Ciddiydi. Elinde tabanca, sıkar mı sıkar…
- Mersin’den geliyorum. Eve gidiyorum.
- Ne işin vardı Mersin’de? Garaj öte yanda bu yandan Mersinden’mi gelinir? Haydi anlat bakalım…
- O elindeki ne?
- CEZERYE
- Cezerye ne?
- Tatlı
- Nasıl tatlı?
- Ne bileyim nasıl tatlı?
- Bilmediğin tatlıyı niye aldın?
- Yav amca bela mısın? Vur vuracaksan!
- Vururum valla!
Adamın şakası yok, kafa bulduğunu sanıyorum ama hiç de öyle değil. Vurur mu? Vurur. Asabiyetimi bir derece daha aşağıya düşürüp, paketin bir kenarından yırtıyorum. Bir parça cezerye ikram ediyorum. Bir parça da ben alıp, ilk kez cezerye tadıyorum.
-İşte bu. Diyorum
Memnun oluyor.
- İyiymiş
- Elinde silah olan adama bir daha ukalalık yapma! Deyip, kendince tatlı bir öğütle gitmeme izin veriyor…
Ah! Ah babacığım… Sana ne diyebilirim ?