- 1115 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SEYİRCİ Mİ, OYUNCU MU?
SEYİRCİ Mİ, OYUNCU MU?
Bir dram bir hayal, alır götürür keskin uçlara, oradan yuvarlar uçurumlara. İnsanın başı hep belada, etrafını sarar kara dumanlar Güneşin altında, yorgunluk terleri kurumadan bakar uzaklara, gezinir duru yine bir ütopya kentinde. Nedir bu hayal koşar da durur dramlara…
Soğukkanlı ve sıcak iletişimle kurulur, kocaman dünya, çözülürken ısınır kanlar, soğur iletişimler, konar her dala bir karga, kayaların yuvarlanışını seyrederken tutarlar bir alkış hep birden koro halinde. Yanılsama olabilir, yoksa bir rüya mı tüm yaşadıklarım diye düşünürken insan, kaptırır kendini reel yaşamın kurumaya yüz tutmuş, güz bahçesinde dolaşmaya…
Dramatik sahnelerin seyircisi olmaktan kurtulamamış insanlar, hayallerle avunur hayatında; her senaryoda bir oyuncu olmayı yeğleyenleyenler, yorulur da yorulur, onurlu mücadelenin azimli kollarında. O halde hayatı iki pencereden gözlemleyen insanlarla dolu bir dünya, bu dünyanın ağırlığı altında inleyen zavallı denekler, ne olabilir ki, başka hayatta…
Denek olmaktan kaçmış, kostümler altına gizlenmiş, hayatı boyunca alkış tutmaktan kurtulamayan varlıklardan uzaklaşıp, kendi benliği, kimliği ve tarzıyla ben de varım bu âlemde, benim var olmam oynamamı, varlığımı ortaya koymamı gerektirir, diyen hep yorulur, seyircisi bol olan bu atmosferde. Çünkü her bir yenilik kemikleşmiş, geleneklerin baskısından kolay kolay kurtulup kendini ifade edebilme şansı yoktur. Aniştayn’ın dediği gibi:”Bir toplumun yerleşik alışkanlıklarını değiştirmek, atomu parçalarına ayırmaktan daha zordur.”işte zorlukların insanları arasında bulunmayı bende çok istediğimden hep yorulanlar ve yılmayanlar sınıfına katıldım…
Ütopya, yaşadığı dönem için gerçekleşme ihtimali olmayan, ama bir gün mutlaka gerçekleşecek ortamı yakalayan gerçeklerden başka bir şey değildir. Bir tohum gibi, her tohumun doğup büyümesi ve gelişmesi için nasıl ki, o tohumun yaşayabileceği bir iklim ve toprak gerekliyse, ütopya da böyledir. Her ütopya ekilecek bir tohum gibidir. Ancak ekilecek ütopyalar, senaryoda oyuncu olanların ütopyasıdır. Seyircilerin kuracağı ütopyalar, tuzlanarak kavrulmuş, bir çekirdek gibidir. Hangi ortama taşırsan taşı doğma ve göverme imkânı yoktur.
Nedir bu dünyanın çilesi,kurumuş yozlaşmış,demode olmuş,insanlığa zarar vermekten başka bir yanı olmayan,bu kavrulmuş çekirdekleri,her tarafa dağıtarak,bunlardan medet ummayı bir alışkanlığa dönüştürmüş,zavallı seyircilerin hali…Biz bunlar içinde varlığımızı hep haykıracağız,biliyoruz hiçbir,zafere çiçekli yollardan gidilmez.Dünyanın döndüğünü inkar eden dinsel despotizm nasıl ki,tarihin çöplüğüne gömüldüyse,bizlerin sevdası,oyuncu olma arzusu,yorulmayan ayaklarımıza basarak dimdik ayakta durmamız,hayallerimizin yaşayacağı bir kente bizleri mutlaka bir gün taşıyacaktır.çünkü biz mücadeleyi başlatıp,sonuna kadar yılmadan yürüyen dünyaya ışık dağıtan,evrensel doğrular kervanının halkalarından bazılarıyız.Biz o kervana katılmadan halkalar hep eksik kalacaktır.”Her karanlık bir ışıkla yeniden aydınlanacaktır….”
Yer: Kadıköy/İst
Saat:10.40-11.10
Tarih:09.03.2004
EROL KEKEÇ
YORUMLAR
bahsettiğiniz dinsel despotizm ifadesi avrupayı kastediyor zannımca ve despotizm batının salgıladığı bir zehirdir bizim özümüzde olmayan şeylere zaman içinde hayranlık duymamız zehrine de aşina olmamızı sağladı..ütopyalarımızın hakim olmasının tek yolunun özümüzü çalışmamızın gereğinde yatar bahsinizdeki tohum örneğine kıyasla..yok eğer dinsel despotizmden kasıt islamsa bu haksız ve yersizdir..kaidelerinde baskıyı reddeden bir hayat tarzının baskı unsuru olarak kullanılması insanın eksikliğini gösterir,islamın değil..
hayatı tiyatro sahnesine çevirip insanlığa dramları yaşatan içimizdeki ve dışımızdaki tüm batı ve batılların son perdeleri olması arzularımla ayrıca saygılarımla..