aşkın bilmecesi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Son bir aydır iş yerine süslenip gidiyorum. Nevin, her gün göz ucuyla manalı bakışlar fırlatıyor bana. Bense görmüyor gibi davranıyorum. Değişen ne var ki?
Oysa değiştim. Bir aydır bambaşkayım.
Nevin’le beş yıldır aynı iş yerindeyiz. Çok iyi anlaşırız. Kardeş gibiyiz. Bazen atışırız, ama hiç küsmeyiz. O , çok okur, kültürlüdür. Onda her sorunun bir cevabı vardır.
Şıkır şıkır giyinip iş yerinde salına salına gezmem sadece Nevin’in değil birçok kişinin dikkatini çekmişti.
Fakat benim gözüm tek bir kişiyi görüyordu; Selim’i…
Deliler gibi aşıktım. Bu aşkın tek kusuru. Selim’in evli ve bir kız babası olmasıydı.
Gerçi henüz aşkımdan haberi de yoktu. Belki de anlamıyormuş gibi davranıyordu, bilemiyorum. Ama bir bahane bulup sık sık masama gelmesi, her fırsatta süzgün nazarlarla çevremde dolaşması, bana karşı ilgisiz olmadığını gösteriyordu.
Nevin bendeki sarhoşluğu günbegün takip ediyordu. Elbette imalı sözlerle üstüme üstüme de geliyordu. Ama ben direniyordum. Elimden geldiğince yakayı geç ele verecektim.
Nihayet kendi ellerimle tuzağa düştüm. Bile isteye attım kendimi onun önüne. Nereye kadar kaçacaktım ki. Bir an önce Nevin’le bu işin müzakeresini yapayım da kurtulayım, diyordum.
O gün, yine en şık giysilerimle salınırken, Nevin’le göz göze geldik. Bana gülümsedi.
---Ne zamandır, şöyle karşılıklı oturup sohbet etmiyoruz. Bak sıra bende, ben ısmarlayacağım, dedi.
Ben sanki epeydir bu teklifi bekliyormuşçasına atıldım;
--Tabii. Nevinciğim, çok iyi olur. Çıkışta buluşalım, dedim.
Yine de kalbimin güm güm atmasına engel olamadım. Zira nevin, böyle özel durumları masaya yatırmaya bayılır. Bu nedenle akşam kesinlikle, bir yargıç gibi soğukkanlı olacak, bir psikolog gibi derin ruh tahlilleriyle beni terletecekti.
İçimden, boynum kıldan ince, deyip, işime gücüme döndüm.
Akşam yaklaştıkça, süngüm düşmeye başladı. Keşke Nevin unutsa diye dualar ettim. Nafile…Mesai biter bitmez dibimde bitiverince, darağacına giden bir mahkum gibi düştüm önüne.
Yazları sık sık oturduğumuz büyük çınar ağaçlarının altındaki çay bahçesine geldik.
İçecek ve yiyecek bir şeyler ısmarladık. Günün sarı sıcağı geçmiş. Gölgeli bahçeye ılık bir esinti hakim olmuştu. Bu akşam, tasasız bir akşam olmalıydı ,diye düşündüm. Öyle olmalıydı. Ama değil.
Bir süre havadan sudan muhabbet ettik. Ardından iş yeriyle alakalı birkaç dedikodu. Derken Nevin sadede geldi.
--E, küçük hanım söyle bakalım.. Son zamanlardaki bu şıklığını neye borçluyuz? Herkesin gözü sende. Yoksa bir damat adayı mı var gündemde? Ne güzel olur, canım şöyle güzel bir düğün çekiyor.
İçimden, bana daha fazla işkence etmese de bir an önce konuya girse, diyordum. Ama o hiç acelesi yokmuş gibi, önündeki yiyecekleri iştahla atıştırıyordu.
--Düğün filan istemem..ne saçma , düğün köylü işi , deyiverdim.
--Bence de ama, senin böyle düşündüğünü bilmiyordum. Ne zaman fikrini değiştirdin?
Artık dayanamadım:
--Aman Nevin, yeter, uzatmayalım. Konuya gelelim. Sen de biliyorsun. Aşık oldum işte ne yapayım! Elimde mi aşık olacağım kişiyi seçmek.
En masum ifademi takınıp baktım gözlerinin içine.
--Tamam sana kızan kim? Sadece konuşalım istedim. Senin yanlış bir şey yapmana gönlüm razı olmaz,dedi.
--Yanlış olduğunu bilmiyor muyum? dedim çaresizce.
Nevin, söylevine başlamadan önceki tavrını takındı. Önce yargıç mı, yoksa psikolog mu konuşacak pek kestirmedim. Sanırım o da, ikisi arasında gidip geliyordu.
--Neden bu yanlışı yaptığını da biliyor musun, peki?
Evet, yargıç edasıyla başladı ama, soru, ruhsal çözümlemeye dayalı gibi…Ama, beni de kuzu zannetmesin. Dikleşip cevap verdim;
--Bilsem ne olur bilmesem ne olur. Nefes almam için havada oksijen olduğunu bilmem şart mı? Bak kendiliğinden ikimiz de nefes alabiliyoruz. Yani sabaha kadar laboratuarlarında havayı inceleyen kel başlı bilim adamları, bizden daha mı iyi soluyorlar havayı?
Nevin yüzünü buruşturdu;
--Yine başlama, bu Diyojen numaralarına. Bal gibi ne demek istediğimi biliyorsun.
---Bilmiyorum, neymiş ? diye devam ettim.
--Sen evli bir adama aşıksın. Muhtemelen, yakında o da bundan etkilenecektir. Ne olacak o zaman? Birkaç iyi mutsuz çoluk çocuk.
Bu son lafa çok öfkelendim;
--Ben çocuk değilim.
Nevin, nihayet psikolog gömleğini giydi, sevecenlikle bakıyor bana.
--Kızma, senin elbette bir suçun yok. Bu, seni yetiştiren ailenin suçu.
Arkadaşım, çok okuyan biridir biliyorum ama, ukalaca , aileme kadar her şeyi bildiğini sanması dokundu bana. Savaş zamanı, susmayacağım.
--Bak, Nevinciğim, başkalarının kitaplarından arakladığın tahlilleri kendine sakla. Hayat kitaplardaki gibi yaşanmıyor. Senin o çok bilmiş uzmanların ruhlarımızı deney tüplerinde seyreyleyip, bizi ninelerimize kadar çözdüklerini zannetsinler, umurumda değil. Duygularıma engel olup, çektiğim acıyı yok edebilecekler mi? Yağmuru durdurabilir misin? En kral bilim adamın engel olabilir mi rüzgarın çıkmasına?
Nevin, çetin ceviz olduğumu anlamıştı sonunda. Ama kalender gülümseyişi, asla pes etmediğini gösteriyordu.
--Tamamen haklısın. Ama birkaç söz söylememe izin ver lütfen. dedi.
Sessizce onayladım başımla.
--Ailenle ilgili söyleyeceklerim, senin benimle daha önce paylaştığın , dertlendiğin konular olacak. Hemen celallenme. Kendi kendime tahminlerde bulunmayacağım. Israrla, evli bir adama aşık olmanın sebeplerine inmem, farkındalık sağlamak için. Bunun sana bir faydası olup olmayacağını denemeden nereden biliyorsun?
Nevin benim sakin yüz ifademden memnun devam etti:
--Sen kendin anlattın bana. Baban seni hiç sevmemiş. Nerdeyse onu hiç görmezmişsin. Eve geç gelir, erken gidermiş. Küçük bir kız, babasına aşıktır. Ben de öyleydim. Ama bu aşkı doyasıya yaşayamamışsa, vay haline. Büyüdükçe, içindeki baba özlemi de büyüyecek, sonra, bu boşluğu doldurmanın yollarını arayacak.Yakışıklı,evli ve kız babası adamlar bu boşluk için idealdir.
Hüzünle baktım Nevin’e, haklısın , dercesine. Çocukluğumla ilgili anılarımı hiç bıkmadan dinlerdi. Mükemmel bir dinleyici olması beni mutlu eder, böyle bir arkadaşa sahip olduğum için kendimi çok şanslı sayardım. Gerçekten Nevin benim dostumdu.
Ama İçimde buruk bir başkaldırı daha vardı;
--Peki , anneler ne demeli? Onların hiç günahı yok mu? Kocasız kalırız korkusuyla, defolu adamları sıkı sıkı tutuşlarına…Minicik kızlarına zarar veren, baba olmayı beceremeyen, o insansı yaratıkları koca diye evde tutan annelere ne demeli? Kim koruyacak yavru kızları? Söyler misin? Eğer anne de sahip çıkmıyorsa, kim bağrına basacak onları?
Boğazım düğümlendi. Gözümün önüne, oduncunu çocuklarını kafese kapatan orman cadısının korkunç yüzü geldi. Yine, masalların büyülü dünyasında savrulan o küçük kız oluverdim.
‘’İşaret olsun diye ormanın patika yoluna serptikleri ekmek kırıntılarını kargalar yemişti. Küçük kız ve erkek kardeşi kapkaranlık ormanda kimsesiz kalmışlardı.’’
Hava iyice kararmıştı. Çay bahçesinin solgun ampulleri altında, çınar ağacının yaprakları masalımsı fısıltılarla sessizliğimize eşlik ediyorlardı. Hayat her şeye rağmen güzeldi elbette.
Selim’in yakışıklı yüzü belirdi yine gözümde. Midemde hafif bir kramp. Aşk acısı geçer mi bir günde?
--Kızı tarafından sevilmeyen bir babayı, ağzıyla kuş tutsa bile adam saymam , dedi Nevin.
Sonra, bir gerçeği yeni keşfetmiş gibi devam etti:
--Tabii, bu adamı baba ve koca diye, bile bile evinde tutan kadın da aynıdır benim gözümde.
‘’ Ormanın derinliklerinde, pastadan yapılmış evin cadısı, görmüştü küçük kızla erkek kardeşini. Ağzının suları aka aka, tuzağa düşmelerini bekledi…’’
YORUMLAR
Edebiyat ve Psikanaliz arasındaki, ilişkiyi öykü örneğinde kaleme alan güzel bir çalışma..
''Elektra kompleksi, Sigmund Freud'un bir görüşü olan Oedipus kompleksinin kız çocukları için geçerli olanıdır. 3-6 yaş arası kız çocuklarının babaya aşırı düşkün olmaları ve anneyi rakip olarak görmeleri olarak tanımlanmaktadır. Bu karmaşa, yaş ilerleyince anneyle özdeşleşme yoluyla çözümlenir. Sigmund Freud, bu teorisini Yunan mitolojisindeki ünlü Yunan kumandan Agamemnon'un hikâyesinden esinlenerek isimlendirmiştir.'' Öykü de Nevin'in sorgulaması bu analize kök atan süreçtir.
Yazar'ın ''ben dili ile '' öykü kaleme alması okur üzerinde gerçeklik hissi yaratması ve samimiyet sağlaması açısında etkili bir yol fakat bir o kadar da risklidir.Benim görüşüme göre öykü '' o dilinde '' üçüncü tekille yazılsa Yazarın üzerine öykü yapışmaz.Kendi hikâyesi algısı oluşturmaz.Okur şimdi bu öykü yazarın öz öyküsü mü ? diye düşüp yazıklanır ve ortama göre teselliye bile kalkışır !..
İşyeri ve çay bahçesi tasviri belirginleştirilebilirdi. Başarılı bir öykü tebrikler..Saygılar..
müget
teşekkürler