KUŞÇU (9.BÖLÜM)
Nehir uykusuz bir gecenin ardından, sabah işe gitmek için hazırlanmaya başladı. Evden çıkmadan önce yemini ve suyunu vermek için Şeker’in yanına gitti:
-Günaydın, nasılmış bakayım bu sabah benim Şeker’im?
-Zafer babasını mı özlemiş? Seni yaramaz seni, baban olunca nasılda konuşursun?
-Hadi bakalım, özlemini giderdin onunla, şimdi yaramazlık yapmada o güzel cümleyi söyleyelim birlikte.
Birkaç defa “Hayat ne güzel” cümlesini tekrarladı. Oysa Şeker’in yine konuşmaya niyeti yoktu.
-Yapma ne olur, senin konuşman için mutlaka ikimizin bir arada mı olması gerek?
-Hadi lütfen “Hayat ne güzel” “Hayat ne güzel” “Hayat ne güzel”
-Allah’ım yine konuşmuyor bu… Ayıp ama senin bu yaptığın, biz her dakika Zafer’le birlikte olamayız ki. Bak böyle yaparsan seni dükkâna götürmek zorunda kalacağım.
Birden Şeker’in bu lafı duyunca, kafesin içinde çırpınmaya başladığını gördü ve hayretle;
-Neler oluyor sana? Konuştuklarımı anlıyor gibisin?
Genç kadın saatine baktı, biraz daha oyalanırsam işe geç kalacağım diye düşündü.
Kapıya doğru yönelirken son bir kez Şeker’i konuşturmayı denedi. Ama nafile ne yaparsa yapsın ağzını bıçak açmıyordu.
Çaresizce:
-Anlaşıldı “Sen bilirsin, konuşmazsan konuşma, belki akşama kadar yalnız kalırsan, akşam konuşursun, hoşça kal cici kuş” Diyerek evden ayrıldı.
Zafer Nehir’lerin evinden ayrıldıktan sonra hemen eve gitmedi. Çok güzel bir akşam geçirmişti. Özellikle tam çıkarken Nurten hanımın söyledikleri, onu ziyadesi ile memnun etmişti. Hayatında yeni bir dönem başladığı kesindi. Ancak yüreğinde geçmişi ile ilgili acıyı halen taşıyordu.
Sahile doğru yürürken, ağzından ah oğlum, ah yavrum kelimeleri dökülüverdi.
Gecenin sessizliğinde deniz kenarında bir banka oturdu. Biraz soğuk olmasına rağmen hava açıktı. Karşı sahildeki ışıkları görebiliyordu. Hafifçe esen rüzgâr boynuna doğru değdikçe üşütüyordu. Üzerindeki paltonun yakasını kaldırdı. İstemesede yine geçmişi gözünün önüne geliverdi.
Farkında olmadan tekrar "Ağzından sessizce ah yavrum, ah oğlum, ah Nesrin " sözcükleri döküldü ve derin bir düşünceye daldı:
Nesrin’in hamile olduğunu öğrendiklerinde, doğacak çocukları için hemen hayaller kurmaya başlamışlardı. Hele bir de erkek olacağını duyduklarında mutluluktan uçuyorlardı. İnşallah ilerde bir de kızımız olur dileği ile oğullarının doğumunu beklemeye başladılar.
Nihayet bir bahar günü başta Nesrin ve Zafer’i olmak üzere bütün aileyi sevince boğan bebek dünyaya gelmişti.
Bebeğe konacak isim konusunda hiç tartışmadılar. Nesrin önceden Zafer’e erkek olursa ismini sen koyarsın, kız olursa ben koyarım demişti. Bebek henüz doğmadan Zafer’in teklifi ile adının "Burak" olmasına karar verilmişti bile.
Artık küçük ailenin bir neşe kaynağı vardı. Oğullarının her yeni hareketi, büyüdükçe geçirdiği evreler karı koca için inanılmaz haz veren duygulardı.
Her ikisi de çalıştığı için bebeğe Nesrin’in annesi bakıyordu. Akşamları evlerine götürüyor, her sabah mecburen yine anneannesine bırakıyorlardı. Hafta sonları sırf onunla ilgilenmek için neredeyse dışarı bile çıkmaz olmuşlardı.
Üç-dört yıl hiç tatil yapmadılar, yıllık izinlerini birlikte alıp oğulları ile beraber evde geçirdiler.
Artık Burak dört yaşına basmıştı o yaz ilk defa tatile gitmeye karar verdiler.
Nesrin’le, Zafer uzun süredir tatil yapmadıkları için;
Tatile çıkmak, hele oğulları ile birlikte tatil yapmak onlara büyük heyecan vermişti. Burak’da bu heyecanın bu sevincin farkındaydı.
Tatile yolculukta her şey çok güzel başlamıştı:
Sabah erken saatlerde yola çıktılar, niyetleri İzmir’den çıktıktan sonra, ege sahillerinde bir kaç yer de konaklamak. Ardından Antalya’da on günlük bir tatil yapmaktı.
Öyle de yaptılar, her gittikleri yer de üçü birlikte denize giriyor, akşam gezileri yapıyor, tam manasıyla tatilin tadını çıkartıyorlardı. Hele deniz kenarında Burak’ın anne ve babası ile oynarken attığı çığlıklar onları o kadar mutlu ediyorduki, belki de hayatlarının en güzel günlerini yaşadıklarını düşünüyorlardı.
Beş gün bu şekilde dolaştıktan sonra, sonunda Antalya’da on günlük tatillerine başladılar, buradaki günleri de her yerde olduğu gibi neşe içinde ve çok güzel geçmişti. Dönüş zamanı yaklaştıkça, Zafer ve Nesrin keşke biraz daha zamanımız olsaydı diye düşündüler. Fakat her ikisininde daha fazla izin alma şansları yoktu.
Tatilin son gününü de akşama kadar değerlendirip öyle yola çıkmayı kafalarına koymuşlardı. Bir an bunun sakıncalı olduğunu deniz yorgunluğu ile Zafer’in araba kullanmasının iyi olmayacağını düşünselerde bu kararlarından vazgeçmediler.
Akşam üzeri saat dört civarında dönüş yolculuğuna başladılar.
Yaklaşık dört saatlik yolculuktan sonra Zafer göz kapaklarının ağırlaşmaya başladığını hisseti. Nesrin’e dönerek uyukusunun gelmeye başladığını kendisini konuşturmasını istedi. Burak uyumuş Nesrin’in de içi geçmeye başlamıştı.
Zafer’in sözleri üzerine bir iki defa hı, hı dedi ama Zafer’i doğru düzgün duymadı.
Zafer Nesrin’in de uyuduğunu görünce, torpidodan bir ciklet çıkardı. Bu beni oyalar diye düşündü. Ancak karşıdan gelen bir kamyonun kornaya basması ile kendine geldi. Uyumaya başlamıştı. Hemen arabayı uygun bir yere çekti ve sabah işe geç kalmayı göze alarak, bir iki saat uyuma kararı aldı.
Aradan yarım saat geçtikten sonra Nesrin uyanmıştı. Saate baktı bir hayli geç olmuştu. Ertesi gün işe gideceklerdi. Bir an önce evde olmaları lazımdı. Hemen Zafer’i uyandırdı. Zafer zorla kendini toparlayabildi. Çok uykusu olduğunu, bu durumda yola çıkmanın sakıncalı olduğunu söyledi. Ama Nesrin’in ısrarı karşısında tekrar yola koyuldu.
Az sonra Nesrin bebeğine sarılarak tekrar uyumuştu.
On dakika kadar ancak gitmişlerdi. Zafer büyük bir gürültü ile gözünü açtığında olan olmuştu. Kaza anını ve ondan sonrasını hatırlamıyordu.
Hastane’de gözünü açtığında yanında eşi ve oğlu yoktu. Karşısında Rüstem isminde bir subay arkadaşı duruyordu.
Şaşkınlıkla Rüstem’e baktı ve konuştu:
-Rüstem Yüzbaşım ne işin var burada, ne oldu bize, kaza mı?
Doğrulmaya çalıştı. Belinde duyduğu büyük bir acıyla tekrar yatmak zorunda kaldı.
Rüstem Yüzbaşı başucuna gelerek yastığını düzeltti ve:
"Evet bir kaza atlattınız" Dedi.
Zafer endişe dolu gözlerle Rüstem’e bakıyordu:
-Peki ya oğlum, eşim onlar neredeler? Bir şey olmadı onlara değil mi?
-Hayır merak etme, onların durumu iyi, hatta eşinin durumu çok iyi,
-Ya oğlum?
-O da iyi merak etme
-Nasıl görürüm onları? Doktorlar, hemşireler nerede?
-Şu an gecenin ikisi, doktorlar yok, nöbetçi hemşire de burada değiller, yaklaşık bir gündür yatıyorsun sen.
-Ya eşim ve oğlum?
-Dedim ya onlar da iyiler, başka bir bölümüde yatıyorlar.
-Benden bir şey saklamıyorsunuz değil mi yüzbaşım?
-Hayır merak etme, şimdilik dinlenmene bak, sabah ola hayır ola...
Zafer ilaçların etkisi ile tekrar derin bir uykuya dalmıştı.
Birkaç saat sonra uyandığında bu defa başında bir doktor ve hemşire ile bir başka subay arkadaşının olduğunu gördü. Yine doğrulmaya çalıştı ancak aynı acıyı tekrar duyarak yattı.
Doktor yanına yaklaştı ve kımıldamadan yatmasını, belinde problem olduğunu söyledi.
Zafer ise doktor ve hemşireden ziyade subay arkadaşı ile ilgilendi:
-Merhaba Nejat Üsteğmenim, hoş geldiniz. Bakıyorum sırayla başımda nöbet tutuyorsunuz. Rüstem Yüzbaşı eşimin iyi olduğunu söylemişti. Neden o hiç gelmiyor yanıma? Sonra, sonra annesi ve babası neredeler? Neler oluyor Allah aşkına? Benden bir şey saklamıyorsunuz değil mi?
Bir an bu kadar soru karşısında ne diyeceğini bilemeyen Nejat Üsteğmen’in imdadına doktor yetişti ve sakin bir sesle:
-Bu kadar çok soru soracak ve konuşacak durumda değilsiniz yüzbaşı, zor kurtardık sizi, yakınlarınız iyiler merak etmeyin.
-Neyim var doktor? İyi hissediyorum kendimi, Ne olur birisi, yakınlarımdan birisi gelsin.
-Gelecekler elbette, öncelikle şimdi kendinize dikkat edin ve çok fazla zorlanmayın. Az sonra hemşire hanım size bir iğne yapacak, sonra konuşuruz.
-Hayır, ne oldu? Şimdi konuşalım.
-Tamam şimdi konuşalım, ama önce iğne.
-Pekâla yapsın bakalım, hayırdır inşallah, Allah’ım ne olur!
Bir kaç dakika sonra hemşire Zafer’e kuvvetli bir sakinleştirici iğne yaptı. Doktor, hemşire ve Üsteğmen Nejat birlikte odadan çıktılar.
Yaklaşık beş dakika sonra geldiklerinde Zafer yavaş yavaş iğnenin etkisi ile gevşemeğe başlamıştı.
Üsteğmen sağ tarafına geçti ve elini tuttu, hemşire ise sol tarafına geçti. O arada içeri iki hemşire daha girince Zafer bir şeyler olduğunu anladı.
Daha hiç kimse bir şey söylemeden ağlamaya başladı.
Üsteğmen elini iyice sıktı.
Doktor önce yutkundu, zor konuşuyordu, ister istemez söze başladı.
-Zafer bey ne olur sakin olun, maalesef kazada oğlunuzu kaybettiniz. Eşinizin durumu iyi sayılır, ama o da şu anda sizin durumunuzda ve bir başka bölümde yatıyor. Aileniz onun yanındalar.
Zafer bir anda nefesinin kesildiğini hissetti. Belindeki acıya ve iğnenin etkisine rağmen yerinden doğruldu.
-Bir kaç defa "Hayır" Diye bağırdı. Yataktan kalkmak istedi. Ama bu defa duyduğu daha büyük bir acıyla yığıldı kaldı.
-Hemşirelerin ve üsteğmenin yardımıyla tekrar yatağına yattığında iyice güçsüzleşmişti. Bir müddet sonra uyudu.
Tekrar uyandığında, yaşayabileceği travma düşünülerek gerekli tedbirler alınmıştı.
Gecenin geç saatlerinde gözünü açtı. Bu defa yanında Nejat Üsteğmen’den başka, bağlı bulunduğu birlikteki komutanı Albay Nurettin beyi de gördü.
Uyandığını gören Üsteğmen hemşireye haber vermek üzere hızla odadan çıktı.
Albay Nurettin bey ise Zafer’in yanına yaklaştı ve alçak bir sesle:
-Geçmiş olsun yüzbaşım, başın sağ olsun.
Zafer konuşmaya çalıştı:
Fakat sadece Albayım diyebildi ve gözyaşlarına boğuldu.
Albay yanına iyice yaklaştı. Elini Zafer Yüzbaşının başına koydu ve sen askersin yüzbaşım, metin olmalısın dedi.
Az sonra Üsteğmen Nejat yanında iki hemşire ve bir psikolog doktorla birlikte tekrar içeri girdi.
Zafer artık yüzünü içerdekilerden saklamaya çalışarak sessizce ağlıyordu.
Albay tekrar yanına yaklaşarak Zafer’in elini yüzünden çekti ve:
-Sana metin ol derken, ağlama demek istemedim. Kolay değil yavrunu kaybettin sen. Ama eşini de düşünmelisin. Sen babasın, o da bir anne, biz erkekler, hele bir de askersek daha metanetli olmalıyız. Değil mi ama? Şimdi bizler dışarı çıkıyoruz. Doktor bey seninle özel görüşecek. Gerekirse uzun süreli bir tedavide göreceksin.
Zafer Albaya doğru baktı ve yine sadece Albayım diyebilecek kadar güç buldu kendinde.
Diğerleri dışarı çıkarken, Psikolog doktor hemşireden bir iğne daha yapmasını istedi. Zafer o kadar güçsüz düşmüştü ki, bir iğne daha yapmayın diyecekti, fakat bunu söyleyecek gücü bile bulamadı kendinde. Onun bu durumunu fark eden doktor iğne yaptırmaktan vazgeçtiğini söyledi ve şu anda konuşacak durumda değil zaten. Benim de bir faydamın dokunacağını sanmıyorum. En iyisi biz bu işi yarına bırakalım diyerek odadan ayrıldı.
Az sonra tekrar odaya gelen Albay Nurettin ve Üsteğmen Nejat, Zafer’in tekrar uyumuş olduğunu gördüler. Bir müddet sonra Albay da hastaneden ayrıldı.
Artık Zafer’in başında sadece Üsteğmen Nejat kalmıştı.
O günden sonra Zafer normal tedavisi yanında, sürekli psikolog doktorunda kontrolü altındaydı.
Hastanede yattığının sekizinci günü sabah saatlerinde eşi Nesrin kolunda bir hemşire ile birlikte yanına geldiğinde, boğazına bir şeyler düğümlendi. Ama ağlayamadı.
Çünkü Nesrin o kadar kötü durumdaydı ki, bir hafta içinde inanılmayacak derecede kilo vermiş, adeta avurtları çökmüş, gözlerinin altı morarmıştı. Ancak hemşirenin yardımı ile ayakta durabiliyordu.
Zafer zor da olsa yerinden doğruldu ve zorlukla konuştu:
-Canım, bir tanem hiç iyi görünmüyorsun. Neden geldin. Keşke beni senin yanına getirselerdi.
Nesrin boş gözlerle ona doğru bakıyordu. Bu durum Zafer’i daha da korkuttu. Hemşireye döndü ve:
-Neyi var hemşire hanım? Neden konuşmuyor?
Hemşire Nesrin’i sandalyeye oturturken cevap verdi:
-Çok halsiz, kolay değil, ikiniz içinde hiç kolay değil, ama o daha kötü durumda. Israrla gelmek istedi yanınıza, yoksa birbirinizin yanına gidecek durumunuz yoktu.
O ana kadar sessizce durup, boş boş bakan Nesrin birden bağırarak ağlamaya başladı ve haykırdı:
-Ben sebep oldum Zafer, ben sebep oldum. Oğlumuzu ben öldürdüm. Hiç affetmeyeceğim kendimi. Keşke ben ölseydim onun yerine.
Hemşire Nesrin’in ellerini tuttu, sakinleştirmeye çalıştı fakat genç kadın daha fazla dayanamayarak orada bayıldı.
İlk müdahale yapıldıktan sonra, tekrar odasına götürdüler.
-Kaç gündür ağlayamayan Zafer’de artık gözyaşlarına boğulmuştu.
Biraz sonra yapılan yeni bir iğne ile derin bir uykuya daldı.
Zafer hastanede yirmi iki gün yattı. O taburcu oldu ama Nesrin’in durumu hiç iyi değildi. Genç kadının fiziksel tedavisi tamamlandıktan sonra, İstanbul’a Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edildi.
Karısının tedavi sürecinin ne kadar süreceği belli olmadığı için göreve başladıktan sonra Zafer’de İstanbul’a tayin istedi. Ancak çalışacak durumda değildi. Bir müddet izin aldı. Ardından sağlık problemleri ve içinde bulunduğu durum nedeniyle iki ay kadar heyet raporu ile dinlendirildi.
Hastaneyi her ziyaretinde Nesrin’i teselli etmeye çalışıyor. Geçirdikleri kazada ve oğullarının kaybında kendini suçlamamasını istiyordu.
Fakat Nesrin Zafer’i uykusuz halde yola devam ettirdiği için, kazadan ve oğlunun kaybından kendini sorumlu tutmaktan bir türlü vazgeçmiyordu.
Genç kadının gördüğü terapilerden bir türlü sonuç alınamıyordu. Sürekli oğlumun yanına gitmeliyim. Onu ben öldürdüm sözü Zafer kadar doktorları da korkutuyordu.
Ve sonunda olan oldu. Zafer işe başlayalı henüz iki gün olmuştu ki, hastaneden aldığı haberle yeniden yıkıldı.
Maalesef Nesrin dediğini yapmıştı ve eline geçirdiği bir cam eşya ile canına kıyıp hayatını kaybetmişti.
Devam edecek