- 1484 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Yayla Evi
Tahta kapı, acı acı, gıcırdayarak açıldı.
Nazım, gördüğü manzara karşısında neye uğradığını şaşırdı. Gözleri boşluğa bakar gibi olduğu yere yığıldı...
Aradan geçen üç saat zarfında, Nazım hala boş gözlerle bakıyor bir türlü aklını toparlayamıyordu.
Kapı açıktı.Kapının girişinde bir kilim.Renkleri solmuş. Gelişi güzel serilmiş.
Ahşap, yer yer dökülmüş pencerede, asılmış sarı kumaş üzerine kırmızı lale desenli perde, uğultulu rüzgarın her esmesinde uçuşuyor, eteklerinden.
Ev, tek bir göz odadan mevcut.Buna rağmen her şey var. İki divan karşılıklı konulmuş. Biri pencerenin önüne.Diğeri tam karşısına. Eski bir kuzine, önüne bir kucak çalı-çırpı bırakılmış.Gazete kağıtları demet yapılmış.Bir kaç çıra parçası. Koca bir paket henüz açılmamış kibrit kutuları...Dökme tezgah. Tezgahta koca bir bidon, musluk görevini yapıyor. Bir kaç kap kaçağın olduğu, naylon örtü serilmiş terek. Sol tarafta, bir ipin üzerine asılmış bir örtü perde görevini yapıyor.Arkasına, bulgur, soğan, patates, gibi yiyeceklerin konulduğu erzak dolabı.
Sabaha karşı aklı başına gelen Nazım, soluğu kasabada alıyor. Doğruca karakola gidiyor.Olanı- biteni ne gördü ise komutana anlatıyor. Hemen Ankara’ya telefon ediyor komutan." Tez gelin. Cinayet var!"
Jeaplerle yayla yoluna çıkıyor, komutan, Ankara’dan gelen savcı, cinayet yeri inceleme ekipleri.
Eve varıldığı zaman gördükleri manzara herkesin ürpermesine sebep oluyor.
Bir yandan soruyor Komutan.
" Kanlın var mıydı? Düşmanın.Yada şüphelendiğin biri?"
Nazım olduğu yerde, elini ne yana koyacağını bilmeden dönüp duruyor. Aklı karma karışık. Başını kaşıyor. Çömelip elini bir zaman başına koyup düşünüyor.”Yok Komutan.Bildiğim kimse yok.Amma…”
“Eee amma derken.Aklına biri mi geldi?”
"Geçen yıl köyde tarla sınırı yüzürden Emmimin oğlu Ahmet ile biraz tartışmıştık. Ama onun böyle bir şey yapacağını sanmam. Sanm…” Ağzının içinde gevelemeye başladı.”Sanmam. Sanm…”
Cesetleri otopsi için torbalara koyup fermuarlarını çektiler.Niyazi’nin içinde bir yangın yeri … Gözleri sustu, yüreği ağladı. Ağladıkça yandı.Yandıkça dağlandı.
Hayrullah Demirbaş: 62 yaşında
Necmiye Demirbaş: 59 yaşında
Zülal Demirbaş: 33 yaşında
Ali Demirbaş:12 yaşında
Baharda herkes gibi Nazım, annesi, babası, eşi ve oğlu, ineklerini ve koyunlarını önlerine katarak yaylada ki derme çatma evlerine geldiler. Akşam olmak üzereydi. Bir taraftan iş bölümü yaptılar.Akşam yaklaştığı için, Nazım dağa çıkıp bulabildiği kadar odun yükleyip getirecekti, emektar karakaçana. Hayrullah dede ise karısı Necmiye nineyle, bidonları alıp tepenin oradaki çeşmeden su doldurmaya koyuldular.
Bu arada Ali ise kapının önündeki sedirde oturuyordu. Çok isterdi babasıyla beraber dağa gitmek ya da dedesiyle suya, ama küçükken vurulan yanlış iğne sonucu ayağının biri sakat kalmıştı. Okula bile bu yüzden gitmek istemiyordu.Arkadaşları dalga geçiyorlardı. “ Topal Ali aşağıya, topal Ali yukarıya. Derslerine evde çalışıyor sınav zamanı gidiyordu.Müdür anlayışlı bir adamdı…. Alinin çalışkanlığını ve azmini gördükçe diğer çocuklara Aliyi gösteriyor ve “ Örnek alın” diyordu. Ali hiçbir şeyi ihmal etmiyordu. Okumak ve öğrenmek azmi gün geçtikçe artıyor, dünyada ne kadar bilgi varsa beynindeki kütüphaneye doldurmaya çalışıyordu.Çantasına alabildiği kadar kitap almıştı… Yapacak başka işi yoktu. Sonra saatlerce kuşların sesini dinler, çayırda gezinen börtü böceği izlerdi. “Onlar kadar bile düzgün yürüyemiyorum,” der kendini yok yere heba ederdi …Yinede bu hali ona inanılmaz bir güç verirdi…
Zülal evin içinde ne var ise dışarıya taşıdı. Silip süpürüyor bir taraftan getirdiği temiz örtüleri seriyor, kirlenmiş olanları dışarıda yaktığı kazandaki suya bastırıp arınmasını sağlıyordu.
Evin işi yavaş yavaş bitmişti.Ocağa çay koyup yolluk olarak ne getirdilerse onlarla karınlarını doyuracaklardı. Bu arada Ali, dedesiyle ninesinin geldiğini görünce “ anne dedemler geliyor sofra hazır mı?” Bir yandan da babasının yolunu gözlüyordu.” Nerede kaldı babam?”
Sofranın "hazır" olduğunu söyleyen Zülal, Alinin koluna girip içeriye taşıdı. Yer sofrasına oturttu. Akşam yaylalar daha serin olur.İliklerine kadar işler insanın. Dilini, dişinin takırtıları arasında ısırdığının farkına bile varmazsın. Dedesinin, su getirirken toplayıp getirdiği çalı-çırpıyı sobanın önüne koyduğunu gören Ali” Dedeciğim ben yakayım mı sobayı?” Dedesi, uzamış beyaz kaşlarının arasından çakır gözlerindeki sevgi kıvılcımlarını saçarak ‘Tamam yakarsın. Az bir şeyler yeyip, içelim ondan sonra sen yak güzel torunum” Bu söz üzerine mutlulukla gülümseyen Ali sıcak sıcak çayını yudumladı…
Sonrası Nazım’ın eve gelipte karısının, ana babasının ve oğlunun cansız bedeniyle karşılaşması ve şoka girmesiyle devam ediyor.Ancak bu kadar değil…
Olay yeri inceleme ekipleri cesetleri Ankara’daki adli tıp morguna kaldırıyorlar Ve cesetler otopsiye alınıyor.
Bu arada amcasının oğlu ile tarla sınırı yüzünden kavgalı olmalarından dolayı hemen Ahmet apar topar evinden gece yarısı göz altına alınıp karakola sorguya alınıyor…
Nazım hastanade çıkacak sonuçları bekliyor. Hala yerde mi yoksa gökte mi olduğuna kanaat getiremiyor. Yorgunluk uykusuzluk düşünceler beyninin içinde birbiriyle savaş halinde. Koskoca dağ gibi adam, boş bir çuval gibi yığılıp kalmış olduğu yere. İki günde kırk yaş, yaşlanmış yüzündeki çizgiler…
Otopsiden çıkan sonuç herkesi şaşırtıyor…
Olay yerinde en ufak boğuşma izi yok. Bıçak- tabanca yok.Kan yok...
Zülal çayı demlemek için getirdiği çay paketlerini açmak yerine daha evvel orada bıraktıkları çay paketininden, alelacele demliğe çay koyuyor ve farkına varmıyor. Çay paketinin içine yuva yapan akreplerin varlığından. Sıcak çay suyunu akreplerin üzerine boşaltınca, akrepler ölüyor ve zehirleri çaya bulaşıp insanları zehirleyerek öldürüyor…
...
...
YORUMLAR
Ev, tek bir göz odadan mevcut.Buna rağmen her şey var. İki divan karşılıklı konulmuş. Biri pencerenin önüne.Diğeri tam karşısına. Eski bir kuzine, önüne bir kucak çalı-çırpı bırakılmış.Gazete kağıtları demet yapılmış.Bir kaç çıra parçası. Koca bir paket henüz açılmamış kibrit kutuları...Dökme tezgah. Tezgahta koca bir bidon, musluk görevini yapıyor. Bir kaç kap kaçağın olduğu, naylon örtü serilmiş terek. Sol tarafta, bir ipin üzerine asılmış bir örtü perde görevini yapıyor.Arkasına, bulgur, soğan, patates, gibi yiyeceklerin konulduğu erzak dolabı.
YUKARIDA TASVİRİNİ YAPTIĞIN BU EV BUGÜN Kİ ŞİİRE EKLEDİĞİM EVE BENZİYOR ...İNANMAZSAN Bİ BAK...
AYRICA BU KADER İŞTE...FARKLI VE GÜZELDİ...ANLATIMIN HER ZAMANKİ GİBİ AKICI VE İÇTENDİ...SELAMLARIMLA
İbrahim ERZURUMLU tarafından 12/6/2011 2:29:14 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ülviye Yaldızlıı
Benim kafamda ki ev daha derli toplu.
MaşaAllah senin fotoda ki ev almış başını gitmiş:)
Hürmet ile
Ülviye Yaldızlıı
Sevgiyle yüreğimin inci-si
Nasıl da alıştırmışız kendimizi cinnet, namus ya da bir takım dünya menfaatleri uğruna cinayetlere...Anormal de olsa başka türlü bir ölüm olabileceği hiç birimizin aklına gelmiyor...Ben bile okurken önce yakın zamanda Afyonda tarla meselesi yüxünden amca çocuğunu ve ailesini öldüren katili hatırladım...
Çok güzel ve başarılı bir öyküydü. Kutlarım.
Selam ve sevgilerle.
Ülviye Yaldızlıı
Ne yazık ki hayatımızda hep var olacak şeyler bunlar...
Temennimiz, bir an önce sonlanması...
Hürmetlerimle
Ülviye Yaldızlıı
Sevgi-dua-kalben
Kusursuz ölüm ve kusursuz zeka... Gerçekten kutluyorum... İlginç bir ölüm şekli..
Ülviye Yaldızlıı
Nasıl yani küt diye bitti mi?Gizemli bir polisiye okuduğumu düşünüyordum oysa ki!Anlatım tarzınız güzel akıcı ve sürükleyici.KALEMİNİZE SAĞLIK
Ülviye Yaldızlıı
Okuyan-yorumlayan yüreğine sağlık.
Selam ile