- 1069 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
Tüm Kızları Çağırmak
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çağırmasa gitmeyecekti. Üzerine paltosunu aldı ve sokak kapısını açtı. Çocukluğundan beri süregelen gelenek devam etti ve kapı gıcırdadı. Öncekilerden daha mı içliydi bu sefer? Yıllar öncesinden ninesinin yalvarmasını hatırlatıyordu:
“Aman bey, artık hallet şu kapıyı. Sabah akşam gırç gırç, beynimi deldi vallahi. Artık torun da bizde, iyiden iyiye zıvanadan çıktı.”
Dedesinin “Olur, hallederiz”leri de gıcırmanın yankısı gibiydi. Kapı gıcırdarsa mutlaka dede de bu sözleri ederdi. Bir seferinde Rasim Efendi gerçekten halletmeyi denedi. Sonuç şaşırtıcıydı:
“Bey, senden kapının gıcırtısını kesmeni istedim, sen kapıyı boyamışsın.”
Dede oralı bile olmamıştı.
“Nine! Dedem kapıyı niye yeşile boyamış?”
“Bilmem yavrum, herhalde hacca filan gitmeyi planlıyordur.”
Dede asla hacca gitmedi. Yeşil kapı ise geçen yıllarla solgunlaştı. Rasim Efendinin cenazesi evden çıkarken o da sonbaharını yaşıyordu. Yeterince beklenince kış da geldi. O gün Ayşe kapıyı açtığında ise yeşilden çok çürümeye yüz tutmuş ahşap rengindeydi. Ama sesindeki inlemede bir değişiklik yoktu. Ninesinin siyatiği yüzünden çektiği azabı paylaşıyor gibiydi. Belki de bir deniz kabuğu misali, kapı ninesinin inlemelerini hapsetmiş, evden kaçıp uzaklaşmak isteyenlere nineyi siyatiğiyle başbaşa bıraktıklarını hatırlatıyordu.
Dışarı çıkıp, kapıyı kapadı. Yağmur devam ediyordu. Göğü bir şemsiye mesafesine getirdi ve yürümeye başladı. Kendisini çağırmıştı. Uzunca bir mektup yazıp, kuryeyle yollamıştı. Kötü yazısı yüzünden mektup daha da uzunlaşmış, belki de en dokunaklı olacak yerinde yazdıkları iyiden iyiye okunmaz olmuştu. Bir tek sondaki mesaj açıktı: Seni görmek istiyorum, söyleyecek çok önemli şeylerim var!
Önemli şeyler geride kalmıştı, farkında değil miydi? Ilk karşılaştıkları okul kantini mesela: İkisi de mezun olmuşlardı. Ya ilk gittikleri sinema tüm protestolara rağmen yıkılmamış mıydı? El ele tutuşmanın verdiği heyecan? Geçen ay o da yerini Yağız’ın elini itmeye bırakmıştı. İlk öpüşme? Füsun’a sormalıydı, Yağız’la ilk öpüşmenin nasıl olduğunu konusunda en son haberler ondaydı. Ya Gümüşhaneli Ekrem’in işlettiği Milano kafedeki buluşmaları? Ekrem onlara kuytuda bir masa ayırırdı. Onlar da gün boyu orada otururlar, saat başına bir çay söylerlerdi. Fazla yakınlaşırlarsa Ekrem başlarına dikilir, konuşacak bir konu yaratırdı. Onlar da ister istemez Ekrem’in suyuna gider, onu masalarına davet ederlerdi. Bir seferinde
“Neden Milano kafe? Hiç gittiniz mi Milano’ya?” diye sormuşlardı.
Büyük bir gururla “Gitmedim” demişti Ekrem. Hemen ardından eklemişti: “Ama müşteriler de gitmedi.”
Milano kafenin bol dumanlı, kesif havasını sürekli çalan müzik de yaramazdı. Bir uğultu şeklinde kulaklara gelir, canı çok sıkılanlara “Acaba çalan neydi?” oyununu oynatırdı. Ayşelerin canı ise asla sıkılmamıştı. Bu yüzden şimdi kaldırımda hızlı hızlı yürüyen genç kadına sorsanız size çalan tek bir şarkının adını bile söyleyemezdi.
“Bu yüzden mi bizim şarkımız hiç olmadı?” diye içinden geçirdi.
Kendisi farkında olmasa bile Ayşe’nin bir şarkısı vardı: Mesut’un dinlediği. Şarkıyı dinlemekten de öte içinde hissetmek istediğinden olsa gerek Mesut sesi daha da açtı. Kendince de eşlik ediyordu müziğe: Kolin ol görls! Kolin ol boyz! Belki de bu yüzden fren bile yapmadı, hız kesmeden artık kaldırımda yürümeyip sokağı geçmeye çalışan Ayşe’ye vurdu. Ayşe’nin ayakları yerden kesildi ve ikinci kattan düşen bir çuval edasıyla arabanın kaputuna çarptı. Mesut ne olduğunu anlamadı, araba yola devam etti, Ayşe kaputun üzerinden yola yuvarlandı. Az ileride Mesut durup kapıyı açtığında müzik de arabadan can havliyle çıktı. Artık özgürdü.
YORUMLAR
Güzel yazıydı.Ayşe'nin suskunlugunda gizlenmiş sesleri duydum satırlarızda.En sonunda ise şarkısını dinledim.Hazindi sonu...Kaleminize saglık.Saygılarımla...
İlhan Kemal
Yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Sanırım Ayşe ve şarkının bir boyutta bütünleşmesi gerekiyordu ve zaman o zamandı...
Bir de çok merak ettim, Yağız ile Füsun'un bir şarkıları oldu mu? Yoksa Yağız Ayşe'ye bunu mu anlatacaktı? :)
Yola çıkmadan, kapı gıcırtısı tarafından yolculanmak da, sanırım o evin halkının kaderi olmalı.
Gıcırtısız kapılar ve önemsenen hayatlar diliyorum :)
Çok şık bir yazıydı, tebrikler.
İlhan Kemal
Yağızla Füsunun şarkıları oldu mu? Zor diyorum; mahalleliden, ailelerden uzak durdukları gibi bir de Ayşe yi hesaba katmaları gerekiyordu. Şarkı dinleyebilecekleri bir sosyal ortamları olmaması şaşırtıcı gelmezdi.
Sırf o kapıdan çıkabilmek uğruna kendisini aldatan eski sevgilisyle buluşmayı göze almış Ayşe. Bunu düşününce gıcırtısız kapılar temenniniz fazlasıyla yerinde.
Gülümseyen yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Zeynep Süberk
Bu kez de herkese şarkı dinleyebilecekleri sosyal bir otam dileyerek ayrılıyorum :)
İlhan Kemal
Diğer kızları toparlayan zavallılar ise (Üniversite kantininde dört genç) bir sabit diskin köşesinde pineklemeye terk edildiler. Hayır gelmez onlardan artık.
Zeynep Süberk
Kalan dört gencin ailelerine ve toplanmayı bekleyen kızlara da sabır dilemekten başka bir gelmez bundan böyle elden :)
İlhan Kemal
Farklı bir anlatım. Devamı olsun isterdim.
Yerine yakışan yazınızı kutluyorum. Saygımla.
İlhan Kemal
Okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim. Saygılarımla.
açısı farklı güzel kalem
tebriklerim günün yazısına hayata kattığınız erdemli özgün sevi yürekli eşsiz cümle güzelliklere iyi ki varsınız İlhan dost..:)
sevgim saygımla hep selamlar...
İlhan Kemal
Yazılarını takip eden müdavimlerindenim hemen hemen hepsini okuyorum...yoruma gerek olmayan kaliteli ve okunası yazılar çok şeyler katan yazılar...Sizi can'ı gönülden tebrik ediyorum...
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim. Eleştirilerinizde kırıp geçirmekten çekinmeyin. Düşüncelerinizin önemi benim için her zaman büyük. Saygılarımla.
reyya
İlhan Kemal
diye başlar söze. Belki de günlük deyimlerde evimizin en çok bahsi geçen öğesi. Yine de ağırbaşlı davranıp, fazla sır ele vermeyeceğini tahmin ediyorum.
Tebrik ediyorum İlhan Bey. Bana göre bütün çalışmalarınız kurdelalık.
Saygılar.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Böyle kıymetli bir yazardan alacaklı olmak gurur verici:) Saygılar.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Maşallah diyeyim de kıskanç bakışlarım felaketiniz olmasın. Saygılar benden.
Düğümler hep sonda açılır ama burada sonda bir kilitlenme olmuş.Yada ben sonunda kilitleniyorum..
Bu sadece sizde oluyor.Belki başka arkadaşlarda da vardı bilemiyorum...
Bir kitabın-bir hayatın özeti gibi.Belki de bu yüzden beynime uyguladığım baskı sonucu okuduklarımı toparlayamıyorum.Belki de hala uyanamadığım için...
Ama şunu söylemek istiyorum.Sizi bundan sonra daha sıkı takip edeceğim...
Söylemler farklı olmasa da beni götürdüğü boyut farklı...
Nerede kalmıştık.
Selam ile hep başarıya.
İlhan Kemal
"Öykülerinizi asla tek okumada anlayamadığımı, bu nedenle kendimi biraz safça bulduğumu belirtmem gerek:) Önce okuyorum, sonra eleştirileri, sonra yanıtları, sonra tekrar öyküyü."
Kendisine de belirttiğim gibi genelde öykü sonlarımın sorunlu olduğunu düşünmüyordum. Ama bu yönde yorumlar gelince de kayıtsız kalmak imkansız. Belki kendimi şöyle ifade edebilirim:
Dediğiniz gibi düğümler sonda açılır. Bence benimkilerde de açılıyor. Ama o çözüm başka sorunların ya da soruların çıkış noktası oluyor. Bir olasılık, bazı okuyuculara da "Bunun devamı olacak, değil mi?" sorusunu sordurtan da bu. Bugünkü öykünün sonu ortalamanın üzerinde bir belirsizliğe sahipti. Bunu da doğal karşılamak lazım, "Katil uşak mıymış?" dan çok anlatıma ağırlık verdiğim bir öykü oldu.
Epey düşünme malzemesi verdiniz bana. Bunun için özellikle teşekkür ederim. Saygılarımla.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Bir resim öğretmenimiz vardı. Resmi iyi miydi bilmiyorum ama her sabah kendi yüzünü de bir tablo gibi boyardı ve doğal görünmemekle beraber renk uyumu gerçekten bir harikaydı. Bize resmin sırrının benzer tonlarla daireler oluşturmak olduğunu söylemişti. Siz de ses ögesiyle daire çizmişsiniz. Gıcırtı, Milano kafedeki şarkılar ve son olarak da kolin ol görls. Kapı gıcırtısıyla siyatik ağrısı ve arabaki şarkıyla candan çıkan ruh metaforlarını kurmuşsunuz ve bunlar çok güzel olmuş. Ama favori cümlem: "Göğü bir şemsiye mesafesine getirdi." cümlesi oldu. Yüksek kalitede birşeyler okuduğum hissi uyanıyor bende, gold kahve ve bitter çukluata gibi.
Sadece şu var: Mesut'un Ayşe'nin geçmişinde bir karakter olduğunu sanmıştım diğer isimlerle beraber. Herhangi biri ise ismi olmaması gerekirdi diye düşündüm. Sonra, belki de kaderimizin öyle ya da böyle kesiştiği kişi artık herhangi biri olamaz diye de düşündüm.
Öykülerinizi asla tek okumada anlayamadığımı, bu nedenle kendimi biraz safça bulduğumu belirtmem gerek:) Önce okuyorum, sonra eleştirileri, sonra yanıtları, sonra tekrar öyküyü.
Ellerinize sağlık.
İlhan Kemal
Edebiyatın (ve de günlük hayatın) bir parçasıdır: Sizi büyütmemiş bile olsa dünyaya gelmenizi sağlayan kişiyi tanıma çabası. Burada ise, sizin de isabetle farkettiğiniz gibi, sizi (Ayşeyi) dünyadan götüren kişiyi en kaba düzeyiyle tanıtmak istedim. Sonuçta Mesutun Ayşenin hayatına olan etkisi Yağızınkinden kat be kat fazla.
=> Öykülerinizi asla tek okumada anlayamadığımı, bu nedenle kendimi biraz safça bulduğumu belirtmem gerek:) Önce okuyorum, sonra eleştirileri, sonra yanıtları, sonra tekrar öyküyü.
Bu çok iyi bir şey değil, tabi sizin değil benim açımdan. Deseydiniz ki "Öykünüzü okuduktan sonra bitmiş olmasına dayanamıyorum, tekrar okuyorum" alabileceğim en iyi iltifat olurdu herhalde. Ama şu andaki durumda öykülerin açıklığından şüphe etmeye başladım. Bugünkü öykü dışında, fazla gizemli, sözcük oyunlarına dayanan, uzun tasvirleri ve iç konuşmaları olan hikayeler yazmıyorum. Çoğunlukla teatral diyebileceğim hareket ve diyaloğa dayalı yapılar seçiyorum. Açık olduklarını ümit ediyordum ama öyle olmayabiliyormuş.
Kabul ediyorum, bazen aralarında gizlenmiş nüanslar olabiliyor. Ama onlarsız da öykünün ayakları üzerinde durabilmesi gerekiyor. Hatta bir seferinde öykünün temel dayanağını kimse farketmemişti (alternatif tarih öyküsüydü; Osmanlılar Viyana yı alsalar Johann Sebastian Bach bir dönme mi olurdu? gibi bir soruya cevaptı. Okuyucular bu soruyu farketmedi ama gayet güzel öykü kendini idare etti) Ama bu tip hikayelerim oldukça nadirdir. Sanırım yorumunuz sayesinde onlara yeni bir gözle bakmam gerekecek.
Bence sizin ellerinize ellerinize sağlık. Saygılarımla.
Hayallerin de ötesinde bir öykü. Yine İlhan Kemal farkı.
Tüm Ayşe'leri özgürleğe çağırmak, yollamak. Sabahın ilk saatlerinde bu öyküyü çok severek okudum.
Tebrik ve sevgilerimi yolluoyrum...
İlhan Kemal
Bir Pazartesi sabahı için karamsar bir öyküydü ama neşenizi kaçırmamış olması güzel. Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Sevgilerimle.
Müzik kutularının acayip bir özelliği vardır derler. Artık çalışamaz hale geldiğinde, son kez çalışma umuduyla müzik dinlemek istenildiğinde, buğulu gözleriyle son kez hayata bakan bir insanın sesi gibi titrek bir sesle müzik çaldığını söylerler. Derler, derler de; bu zaten yaylara özel bir şey!
-Belli bir gerilmeden sonra artık esneme özelliğini kaybetmesi-
Öyküye dönersek, Ayşe'nin özgürleşmesinde ki sır, gıcırdayan kapı içerisinde hapsolan ayarsızlık gibi. Peki ne kadar özgürleşiyor; yani bir insan gözleri buğulu, sesi titrek kaç kelimeyi korkusuz gökyüzüne asabilir ki?
Benim sesli düşündüğüme bakma ağbicim, esasında bu tür öykülerde esas manidar şeyin, bitmez tükenmez bir hayalgücünü okuyucuya armağan etmesi. Tabi ki bu konuda sınır tanımamazlık konudan uzaklaştırıp, Ayşe'nin öldüğünü bile bize söylettirebilir ..
Bu öykülerini ciddi bir şekilde kitap halinde görme hevesim inşallah sekteye uğramaz..
Hürmetle daim..
İlhan Kemal
Kitap konusu ile bu bahar sonunda gerçekleşecek gibi. Tek kopya bastıracağım, anneme doğumgünü hediyesi olarak.
Gecenin bu vakti öyküyü okuma inceliği gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Saygılarımla.