- 1255 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MEHRALİ BEY... (2)
(2)
Az sonra,üçü birden odunu bitmiş közleri külle kaplı kuzinenin başında toplandılar.Anneleri, kuzinenin kapağını açarak elindeki demir maşayla közlerin üzerindeki külleri bir kenara itti. Bir taraftan arta kalan közleri bir araya topluyor, diğer taraftan, kenarda yığılı bulunan küçükçe parçalanmış meşe odunlarını yılların alışkanlığıyla közlerin üzerine yerleştiriyordu. Az sonra odunlar tutuşmuş, ateşin yansımaları, ahşapları kararmış tahta tavanda o bildik raksını yapmaya başlamıştı.
Mehrali, başından geçen her şeyi bütün soğukkanlılığı ile tekrar anlattı.Hepsi, bir daha bu birlikteliğin olamayacağını sezmiş, öylece birbirlerine doya doya bakıyor, bu anı hafızalarına kazıyorlardı.
Gün neredeyse ağarmak üzereydi...
Mehrali, salonun en dibindeki yatak odasına geçti. Üzerinde kaba ve bir o kadar da eski demir elcekleri* olan ceviz sandıktan çıkarttığı yöresel Kara papak kıyafetlerini giydi.Çocukluğundan beri her baktığında kendisine masalsı hayaller kurduran, "yemyeşil bir dere kenarında ki altı kişilik geyik ailesinin figürü işlenmiş" has ipekten Acem duvar halısının üzerinde asılı " Rus beşlisini* alarak omuzuna doladı. Fişekleri, omuzunda çapraz asılı duran ceylan derisi fişekliğine özenle yerleştirdi. Kuzu postundan yapılmış papağını taktı. Sandığın yanındaki deri çizmelerini giydikten sonra, tıpkı Şeyh Şamil’in, bıyıkları yeni terlemiş, korku bilmez genç fedailerine benzemişti.
Artık gitme vaktiydi. Oysa, nereye ve kime gideceği konusunda ise en ufak bir fikri yoktu. Uzun salondan yavaş yavaş dış kapıya doğru yürürken, bu eski odada geçirdiği çocukluk günlerini aklına getirdi.
Hayalinde;
" Babası, kahvesi önünde sedirin başında oturmuş, gümüş tabakasından çıkarttığı kaçak İran tütünü ile sardığı cigaranın kağıdını dudakları ile yapıştırmaya çalışıyordu."
Her zaman onlardan biraz önce yemeğini yiyen babasının, belki de bu ölümlü dünyadaki en çok keyif aldığı, cıgarasını tüttürürken, çocuklarının yer sofrasında yemek yiyişlerini izlemekti.
"Annesi ise yer sofrasını kurmuş, o ve bütün kardeşleriyle hep birlikte hıngel* yiyorlardı."
Kaç kez sahurda, uykusuz gözlerle o sofranın başına geçmiş, yediği ekşili fetirin* yağlarının lekesini çay bardağının üzerinde bırakmıştı. "Annem o vakitler ne kadar da gençmiş" diyerek içini çekti . Gözleri dolmuştu. Biraz daha orada kalsa neredeyse ağlayacaktı. Oysa geçmiş, geçmişti. Hayal kurmanın şu an için ona hiç bir faydası yoktu.
Bir kaç saniyelik de olsa, güzel bir hayaldi...
Dış kapıya doğru yöneldi. Kapının eşiğinde annesi bekliyordu. Annesinin kokusunu doya doya içine çekti. Son bir kez daha annesinin ıslak gözlerinin içine baktı ve sol yanağına derin bir öpücük kondurdu. Yıllardır onları fedakarca besleyen ve büyüten nasırlı ellerinden doya doya öptü. Belki de bu onu son görüşüydü. Ani bir hareketle sırtını döndü ve ocaklığa doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ağabeyi İsa ise, alnında beyaz lekeli, kapkara bir kısrak olan Zifir’ı eyerlemiş, yularından tutarak ahırdan ocaklığın önüne doğru getirmekteydi.
Mehrali’yi gören Zifir, sanki neler yaşayacağının farkına varmış gibi, daha uzun süre sırtında taşıyacağı bu yol arkadaşını heyecanlı bir şekilde yarım şahla selamladı...
Sabah oldukça serindi. Mehrali, son bir kez etrafına bakındı. Derin bir nefes çekti. Yaprakların ve çimlerin üzerindeki ki çiy taneleri, güneşin ilk ışıklarına misli ile parlayarak cevap veriyor, her yer mis gibi toprak kokuyordu.
Ağabeyini kucakladı;
- Kendine ve anneme iyi bak ağabey. Hoşçakal.
-Yolun açık olsun Mehrali. Kendine dikkat et. Konuştuğumuz yerde bekliyor olacağım.
Mehrali, sol ayağını üzengiye koydu ve bir hamlede atına atlayarak hiç arkasına bakmadan Zifir’in yumuşak karnını topukladı. Geceki rüzgarlarla yere düşmüş cevizleri toplayan kargalar, çirkin sesleri ile bağırarak sağa sola kaçıştılar.
At ve süvarisi, buğday tarlasının boynundaki toprak yolun tozlarını kaldırarak, ufukta ki Güneş’e doğru küçülerek kayboldu. İsa, gözleri dolmuş, Güneş’e doğru el sallıyordu. Annleri ise, elindeki bakır tastaki suyu göz yaşları ile birlikte yerlere serpiştirdi. Elindeki boş tasla birlikte ağır adımlarla İsa’nın yanına geldi. Ana oğul birbirlerine sarıldılar.Bir müddet öylece kalakaldılar...
Ağaçta tüneyen kırmızı horozun ötüşüne, ağıldaki buzağı cevap veriyordu. Doğa, üzerinde yaşayanlar için meçhul ve yepyeni bir gün daha doğurmuştu...
Borçalı. O sabah.
Selvi ağaçlarının sık yaprakları arasında geceleyen serçe sürüsü, Güneş’in ilk ışıkları ile kan gölünün ortasında yatan iki cansız bedene aldırmadan, üç dört metre ötedeki küçücük su birikintisine ufacık cüsselerinden beklenmeyen bir gürültülü kanat sesi ile üşüştüler. Küçücük su göletini kendilerince okyanus yapmışlardı. Okyanuslarından, hem kana kana su içiyorlar,hem de kıyısında yıkanıyorlardı. Kanatlarını şımarıkça çırparken kendi dillerince konuşuyor,damlaları havada rengarenk damlacıklara parçalıyorlardı.
Tanrının kendilerine verdiği kısacık zamanı, insanoğlunun gereksiz kavgalarından uzak bir şekilde,tadını çıkarta çıkarta harcadıkları her hallerinden belli oluyordu.
Gece devriyesini değiştirmeye gelen dört Rus askeri ikili sıra olmuş, önlerindeki çavuşlarını uygun adımla takip etmekteydiler.
Mezarlığın duvarının tam dibinden sola döndüklerinde, gözleri, gecenin ayazında nöbetlerinin bitmesini sabırsızlıkla beklediklerini düşündükleri iki nöbetçi devriyeyi aradı. Ortalıkta hiç kimse görülmüyordu. Oysa bir an önce nöbetlerini bitirerek, on saatlik dinlenmeye geçecek olan arkadaşlarının bu köşede onları beklemeleri, alışkanlık haline gelmiş bir durum idi.
Mezarlık duvarının üzerinden, aniden havalanan güvercinlerin kanat sesleri hepsini bir anlık olsa da ürkütmüştü.
Görecekleri manzaradan habersiz, sert adımlarla mezarlığın orman tarafındaki kapısına doğru ilerlemeye başladılar...
d.e.
* Elcek; bir nevi kulp.
* Rus beşlisi; Yarı otomatik beş adet mermi atabilen uzun menzilli Rus yapımı tüfek.
* Hıngel;Yöresel adı hınkal da olan bir mantı yemeği.
* Fetir; Üzerine tereyağı sürülerek yenen, ekşi hamurla yapılan sıcak kete.
ahad...
YORUMLAR
Neden bu kadar kısa tuttunuz bu kez? Okurken bölünmeyi sevmeyenlerdenim de.
Kurgu tasvirlerle zenginleştirilmiş. Abartıdan uzak, sanatsal ama duru bir anlatım. Öykünün konusu sürükleyici. Bana göre okuru içine alan manzaraya ekleyen, olaylar içinde uzak bir figuran yapan bir kurgu.
Tek olumsuz eleştirim fazla kısa tutulmuş olması. Sanırım o da uzun yazı kompleksi olan okurları sıkmamak için.
İlgiyle okumaya devam.
Saygılar.