- 968 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yağmur (Aralık)ında aşk...
Tarih 18/12/2009
Evet, çıkış zili çaldı. ’Saat 24:00 araçları lütfen çıkış terminaline yöneliniz. ’Sanki bu zilin sesini önceden duymuş gibi, tüm kelimelerim hepsi birden hızlı hızlı kalemime doğru akın etmekteydiler. Sanki az önce bendim onları yazmamak için çabalayan. Ne oldu da birden dökülmek için yüreğimden akın ettiler kaleme bilemiyorum. Aslında bilmekte istemiyorum. Dökülmeleri her daim beni iyi etmekteydi çünkü. Aslında iyiliğimin bir sebebi daha vardı...
Neyse şu an Cem ALTINTAŞ’ in ’Sensiz güneş sanki hiç doğmamış’ şarkısını dinliyorum... Bilmiyorum ama sözleri çok yakın geldi bana.
Yağmur olsan yine
Yağsan düşlerimde,
Ilık ılık dokunsan
Direk sen ellerime...
Kış olsan kar olsan
Hissetsem en soğuk halini
Bilirsin kışın ardından
Baharın geleceğini
Sensiz güneş sanki doğmamış
Yağmur ellerime yağmamış
Bahar sanki hiç gelmemiş
Sen gelmeden önce...
Çok uzun ve yorucu geliyor şimdi, bu yol. Yabancı ve meraklı bir konuk gibi burnunu sağa sola sokarak tırmanan otobüs ürkek ürkek hırıldıyor. Ya da ben, üzerime geçirdiğim ruh elbisemi, ona da örtüyorum. Ortak bir yanımız olmalı; yoksa taşıyamayız birbirimizi.
Hiç bitmeyecek sanki dönemeçleri büke katlaya tırmanışımız. Makiliklerin arasından ilerledikçe, sol yanda, git gide kuş bakışına dönüşen irili ufaklı ovalar geride kalıyor. Görmüyorum fakat hissediyorum. Sağ yanımız Toros egemenliği. Yıllar önce, yine buralardan geçerken, ilk kez gördüğü keçi sürülerine bakıp “Aha!.. Keçi tarlası” demişti Karadenizli bir arkadaş. Uzun uzun gülmüştük. Kulakları çınlasın.
Biraz evvel de bahsetmiştim. Yüreğimde, kulağımda çınlayan bu şarkı ile o kadar ince sızı debi deryasında dolaşan kelimelerin korları artık daha fazla duramadı ve bir hışımla dökülmeye başladılar. Ne diyecektim nasıl, diyecektim derken uzun zamandır doğru düzgünce içimdekileri dökmediğimi fark ettim. Belki yağmurun beklide artık içimde hapsetmeyi başaramadığım kelimelerim ile yeni bir güne, yeni bir şehre, yeni bir mevsime merhaba diyecektim. Bekleyeceğim ve göreceğim. İçimden bir ses her şey güzel olacak diyor. İlk defa aldırıyorum onlara. Çünkü hem içimdekiler, hem kalbimdekiler, hem de beynimdekiler aynı anda ilk defa bu kadar güzel bir koreografiye imza atıyorlardı.
"Saat 2:45"
Şuan yağmurun sesi kulağımda bir masal gibi bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sanki evet devam et, sonunda duyuracaksın sesini diyordu. Ve bende bir elime kalemi alırken camı biraz daha ortalıyordum, sanırım uzun zamandır bu sesi duymamıştım ve özlediğimi fark ettiğimde ise yağmurun şiddeti daha da artıyordu. Yağmur ne kadar şiddetliyse içimdekiler de o kadar şiddetliydi. O kadar eksikliğe rağmen mutluydum. Ve bu mutluluğumu daim kılan herkese de bir o kadar minnettar...
"Uyuyup uyandım"
Koltuklar çok rahatsız. Ama olsun huzur içimdeydi... Yağmur şiddetlendikçe, kelimeler yerinde duramayan ufak çocuklar gibi oradan oraya koşturmaktaydı. Hangi kelimeyi hangi doğru cümlede kuracaktım bilemiyordum. Fakat bilmemi de gerektirmiyor, ben devrik cümlelerimde tamamlıyordum yarım bıraktıklarımı. Beklide bunu bildikleri için hiç oralı bile olmuyorlardı, doğru cümlenin doğru hecesi olmak için. Doğru cümlenin doğru hecesi olmak için zaman verilir. Çünkü ’zaman her şeyin ilacıdır’ bu böyle bilinir. Ben yağmuru seviyorum, yağmur yağdıkça kelimelerimi daha güzel ifade edebiliyorum ya da ben öyle sanıyorum. Hüznü yaşamak için sonbaharı beklediğim gibi, kelimelerimi konuşturmak için yağmuru bekliyorum. Ve ne kadar özleyeceğimi bildiğim yaza ise elveda diyerek hoş geldin kış diyorum…
En başta da söylediğim gibi kalemimden, dilimden kelimelerin dökülmesinin bir sebebi daha vardı. Ben aşık olmuştum delice.
Biraz evvel 2009 yılının Aralık ayında aşk uğruna İzmir’e gidiş anımı anlattım. O zamanlar serseri hayatım son bulmaya başlamıştı yavaştan. Hiç unutmam Aralık ayının 6. Günü arkadaş ortamımda tanışmıştım onunla. Bir arkadaşıyla birlikte okul çıkışımıza gelmişlerdi. En yakın arkadaşımın arkadaşıydı. Tanıştıktan sonra soğuktan korunmak için evimize gidip bir şeyler içmeyi istedik ve düşündüğümüzü gerçekleştirmek üzere yola koyulduk. Eve vardıktan sonra onunla pek ilgilenememiştim çünkü aklımdan aşık olup uğruna bir Kerem, ya da Ferhat olabileceğimi hiç geçirmemiştim. Yemeğimizi yiyip, içeceklerimizi yudumladıktan sonra bir baktım ki iş başındalar. Bulaşık yıkıyorlardı onlarda biliyordu erkek eliyle bazı şeylerin gerçekten başarılı iş çıkarmayacağını. Hamarattı da. Çok güzel ve seviyeli bir şekilde muhabbetimizi bitirdikten sonra onları evlerine bırakmak için yola koyulduk. Yağmur yağıyordu. Komiktir ama şemsiye olduğu halde ıslanmıştık. Otobüs durağında uzun bir müddet bekledikten sonra nihayet otobüs gelmişti. Çünkü ikisi de eve geç kalmışlardı. Yağmurların önemi burada başlamıştı benim için. Ama dikkatimi de çekmemiş değildi. Çok eğlenceli, şen şakrak bir bayandı. Güldüğü zaman çiçekler açıyordu yanaklarında, nereden bileyim ki o çiçeklerin gece rüyama gireceğini…
Sonra aradan 2 gün geçtikten sonra bir haber aldım, ev arkadaşımdan. Benim iki gün boyunca rüyalarımı süsleyen bayan bizim evde bulaşık yıkarken saatini laminanta koyup unutmuştu. Kader devreye girmişti aslında. Sonra saatini teslim etmek için o zamanlar çiçeğimin yakın arkadaşı olan bayana saatini bizde unutmuş dedim. Aslında bir şeyler yavaş yavaş belli olmaya başlamıştı. Heyecanlıydım, çünkü rüyalarımın prensesine saatini ben teslim edecektim. Gün geçti ve o teslimiyet günü geldi. Hiç unutmam o gün üstünde yeşil bir kaban, ona uyumlu güzel bir çift ayakkabı ve kombineyi tamamen sağlayan bir giysi vardı. Tabi o kaban rengindeki gözlerini ve elma kırmızısı yanaklarını es geçmemek lazım. Kısacası karşımdaki bir prensesti. İçim de o an neler olduğunu ne dile getirebilirim, ne de kalem yazabilir bu güzelliği. Yüzüm pancar gibi kızarmış, heyecanın ve soğuğun vermiş olduğu titremeyle dişlerimi kaybedecek duruma geldiğimi hissettim. Bir an kendime “Dur bakalım, hadi sevdiği varsa ya da seveni”. Ama kendimi ondan alıkoyamıyordum nedense. Buluştuk selamlaştık ve aşkhane bir tebessümle yüzüme güldüğü an nereden geldiğimi şaşırdım. Titrek ellerimle saati bileğine takmaya çalıştım. Tabi erkeğiz ya, duygumuzu dışa vurarak kendimizi ele vermeyeceğiz ya. Doğal olarak tedirgin oldum ve nihayetinde saat artık kolundaydı. Telefonunu isteyememiştim korkumdan. Çok güzeldi açıkçası kendimi ona yakıştıramamıştım. Fakat böyle bir durumda kader denen din simgesi de hep yardımcı olur hani, her zaman bir yerlerden çıkıverir kaderin olmasını istediği şeyler. Kendi içimde çelişirken “Arkadaşı ne güne duruyor, ondan alırım” dedim ve isteğimi gerçekleştirdim. Velasılkelam artık konuşmaya başlamıştık. Laf aramızda ama o benim gözümde sevgilim olmuştu bile, ammaaa çaktırmıyordum.
Aradan zaman geçti. Artık sevgilim olmasına yardımcı olan arkadaşlarımın yavaş yavaş aradan çıkması gerekiyordu. İş başa düşmüştü. Tüm cesaretimi topladım ve baş başa olabileceğimiz bir yer seçerek onu davet ettim ve davete kabul gecikmedi. Hemen ertesi gün buluşma kararı aldık. Buluşma yeri, ilk tanıştığımız yerdi. O gün benim için hayatımın unutulamayacak anlarından biriydi. Evet o gelmişti ve karşımdaydı. Utangaç bir eda ile çöktük koltuğa, öyle heyecanlıydık ki koltuk bile bize yabancılaştı. Aşkımı haykırmak istedim onu görür görmez, küçük kalbinde yer almak hatta yine aşkımdan ağlamak. Onunla aynı şehirde olduğum, aynı yıldızlara baktığım, aynı havayı soluyup geceleri aynı aya iyi geceler diyebildiğim için kendimi şanslı hissediyordum. Dualarıma yeni biri eklenmişti. Her gece uyumadan önce hayatımda olduğu için Allah’a şükrediyordum. Her geçen gün daha da bağlanıyordum ona. Aşk buydu, o ise aşk!
İşte o yüzdendir ki yağmurların ve aralığın önemi büyüktür benim için.
Aykut Hayati Gündoğdu
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.