- 488 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ölümü Günde Kaç Kez Düşünüyoruz?
Ölümü ne kadar da az düşünüyoruz. Oysa ölüm, hem mütevazı olmamıza hem de Allah korkumuzun artmasına sebeptir. Bizi sığlarda çırpınmaktan kurtarır, derin düşünmemizi ve dengeli yaşamamızı sağlar.
Ölüm konusundan kaçarak, düşünmeyerek mutlu olacağımızı mı zannederiz? Her nefis ölümü tatmayacak mı? Bir mezarlığın kapısındaki, üzerinde “Her nefis ölümü tadıcıdır" ayeti yazılı olan tabelanın kaldırılmasını istemişti bazı kişiler. Söz konusu ayet meali bir tehdit değil, insanın, yaşamını sorgulaması yönünde bir hatırlatmaydı yalnızca. Oradan ayetin kaldırılması gibi, yaşamımızdan ölüm düşüncesini kaldırdığımızda, dünya hayatına ve geçici süslerine hırsla bağlanır, bencilleşiriz.
Ölüme direnmek imkansız. Ölümü sıkça düşünmek, dünyaya ve metaına hırsla bağlanmaktan alıkoyar. Sıcak kalpli, cömert, sevecen olur insan; dostlarını arar, onlara daha yakın olur. Sevgi yoksa, dostluk, kardeşlik, merhamet, bağışlayıcılık ve sabır yoksa, yaşamımızda hiçbir şey yok demektir. İnsanda sabır olmazsa dostluğun ve sevginin sürmesi zorlaşır. Aniden aklına eser, en yakın arkadaşına, “artık seninle arkadaşlığımı sürdürmek istemiyorum” diyerek, keser atar. Davranışına mazeret de aramaz; yalnızca "sıkılmıştır"; o kadar. Oysa insan gerçek dostunu bırakmaz. Hatası varsa uyarır, yanında olur, yol gösterir; bencilce bırakıp gitmez.
Bir başlangıcımız var kuşkusuz ancak sonumuz yok. Ölüm bizim değil, yalnızca dünya hayatımızdaki imtihanın sonu. İnsan dünyaya gelir, çocukluk safhasını yaşar, gelişir. Orta yaş, ihtiyarlık derken, zaman da hızla ölüme doğru akmaya devam eder.
Allah’ın varlığı apaçık ortada olduğu halde çoğunluk gaflette yaşam sürer. Kur’an ayetlerinde, çoğunluğa uymanın Kendi yolundan saptırdığına dikkat çeker Rabb’imiz. O halde çoğunluğa göre hareket etmek yanılgıdır. Allah, “yapayalnız, tek başına Bana geleceksiniz” (Meryem Suresi, 95) buyurur. Allah’ın huzuruna annemiz, babamız, eşimiz ya da sosyal paylaşım sitelerindeki arkadaşlarımızla çıkmayacağımız açık.
Ani ölüm, insanın hiç beklemediği bir sürprizdir. Arkadaşlarıyla eğlenirken, yemek yerken, hiç ummadığı bir anda insan, ölüm meleklerini karşısında bulabilir. Genellikle hastalık ya da yaşlılık sonucu ölümün geleceğini zannederiz. Ancak Allah, genç ve sağlıklıyken, ayaktayken, konuşurken ya da en eğlendiği anda da aniden insanın canını alabilir. Uzun bir sürece, yaşlanmaya ya da hastalanmaya ihtiyaç yoktur.
Allah’ın sınırlarını çiğnerken canının alınması ise insan için müthiş bir şoktur. Barınma yurdunun sonsuz azap olduğunu gördüğünde ise insanın yaşadığı şok katlanır. Allah’ın huzurunda başı öne eğilmiş olarak: "... Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız..." (Secde Suresi, 12) diye yalvarır. O şoku yaşayan her insan kuşkusuz, boğulacağını anladığında Firavun’un mantığında olduğu gibi iman ettiğini söyler. Ama kabul edilmez. Aldığı cevap Firavun’a verilendir; “Şimdi öyle mi?”... Allah, "... geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir..." (En’am Suresi, 28) buyurur. Çünkü kişiye unutturulur. Unutturulduğu için dönse de azgınlığına kaldığı yerden devam edecektir.
Allah’ı aşkla sevmek, sonsuz yaşamda O’nunla beraber olmak müthiş güzel olmalı. Ölüm, inananlar için Rabb’ine kavuşma yönünde büyük bir nimettir. İnanmayanlar için ise büyük bir şok, büyük bir beladır.
Öldüğünde kişi kendisi için hazırlanan mezarına, iki buçuk metre toprağın altına konur. Üzerine kürek kürek toprak atılır. Bundan sonra artık toplumla bağlantısı biter. Simsiyah karanlığın içinde arkadaşları bakterilerdir. Akşam, yemeğini sindirmeye yardımcı olan enzimler, öldükten üç gün sonra onu yok etmeye başlarlar. Bedeni, iç ve dış etkilerle hızlı bir parçalanma sürecine girer. Her geçen dakika bedeni daha da tanınmaz hale gelir.
Dünyanın en yakışıklı erkeği veya en güzel kadını da olsa, aynı sona uğrar. Oradan artık ne arkadaşları ve yakınlarıyla haberleşebilir ne internette chatleşebilir. Marka giysileri, ayakkabıları, otomobili, holdingi hepsi arkasında kalır. Eşyaları dağıtılır, iş yerinde işçiler çalışmaya devam eder, ölmeden önce aldığı binlerce TL tutarındaki siparişleri hazırlarlar. O ise ayakları ve çenesi bağlı, beyaz beze sarılmış, toprağın altındadır. Arkasında bıraktığı yakınları onun için helva yapıp birlikte yerken, onun ’ben’ dediği bedeni, korkunç ve iğrenç bir şekilde yavaş yavaş yok olmaya başlar.
İnsan vücudunun öldükten sonra- Allah’ın dilemesiyle- bu ürkütücü hale gelmesinde çok büyük bir hikmet vardır. İnsan et ve kemikten ibaret değildir, bedeninin dışında ayrı bir varlıktır. Bedeni yalnızca kendisine giydirilmiş geçici bir kılıftır. Bedenimizin ölüm sonrası alacağı ibret verici durumuna bakmalı, dünyada sonsuza dek yaşayacakmış gibi sahiplendiğimiz bedenimizin sonu hakkında tefekkür etmeliyiz.
Yaşımız kaç olursa olsun, hepimiz ölüme aynı yakınlıktayız. İnsanların bir taraftan ölürken, diğer taraftan yenilerinin dünyaya geliyor olması bizi gaflete düşürmemeli. Hiç doğan olmasa, sürekli ölümlere tanık olsak ve çevremizdeki insanların sayısı gittikçe azalsaydı, nasıl panik olurduk. İşte bu ruh haliyle yaşayalım, ölümü sıkça düşünelim. "Yaş 35, yolun yarısı eder" der şair. Oysa 35 yaş yolun sonu bile olabilir hatta insan 35 yaşını hiç göremeyebilir. Geriye dönüp baktığımızda, yaşadığımız yılların ne kadar da çabuk geçtiğini düşünürüz. Yaşayacağımız yıllar da aynı hızla geçecek unutmayalım. Ki yavaş da geçse ölüm sonunda bizi bulacak...
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." ( Cum’a Suresi, 8 )
Fuat Türker, Edebistan