2015'in 1915 olması mı isteniyor?/ Bu makale okunur...
Saygıdeğer okur;
Türk kökenli,kürt kökenli veya başka bir etnik kökenli olun,40 yıldır başımıza gelenlerin geçmişte de yaşanmış bir tarihin tekerrüründen ibaret olduğunu,başımıza sarılmış bir gayrimüslim çorabı olduğunu görmek için bu harika makaleye onbeş dakikanızı ayırarak okumanızı öneririrm..kelimesine bile dokunmadan sayfama alıyorum..lütfen hem okuyun hem okutun.selam ve saygılarımla.
Mehmet Ali Bulut
2015’in 1915 olması mı isteniyor?
1880’den başlayıp 1915’e kadar devam eden olaylar nerede ise bire bir ve PKK terörüyle aynı elden çıkmış gibi… 2015’in 1915 olmasını isteyenler mi var?
sıralarda Guenter Lewy’nin “1915-Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu?” adlı eserini okuyorum.
Guenter Lewy, Amerikalı bir tarihçi. Ermeni diasporasının, daha çok söylenceye dayanan soykırım iddialarını, ortaya koyduğu belge ve delillerle sarstığı ve 1915’te Anadolu’da yaşananların bir jenosit değil, şartların getirdiği ‘feci bir durum’ olduğunu öne sürdüğü için Ermeni fanatizminin hışmına uğramış bir akademisyen. Diaspora Ermenilerini en çok zıvanadan çıkaran da Lewy’nin, soykırım iddiasına kanıt diye sunulan belgeleri çürütmesidir.
Lewy’nin fikirleriyle baş edemeyen ermeni diasporasının önde gelenleri onu “Türklerden para almakla” suçlayarak iftira ve tehditte bulundular.
Bunun üzerine mahkemeye başvuran Guenter Lewy, kendisine iftira atanları özür dilemeye mecbur etse de neticede çarpıcı birkaç hakikati de ortaya koymuş oldu.
Bunların birincisi, Ermenilerin gerçeğin peşinde olmadığıdır. Ondan da öte, gerçeğin ortaya çıkmaması için her yola başvurabileceklerini gösterdiler.
Diğer bir husus da diasporanın, kendi tezini savunmayan herkesi “Türkiye’den para almakla suçlamasıdır”. Bu da aklıma, özellikle Türkiye’de, Ermeni tezlerine yakın duranların üzerine projeksiyon çevirmemiz gerektiği hususunu getiriyor. Yani, Ermeni tezini savunmayan herkesi ‘Türklerden para almış olmakla suçlayan’ diaspora, ister istemez, Ermeni tezlerine yakın duranların da kendileri tarafından beslenip desteklendiğini akla getirmiş oluyor.
Ne ise konumuz doğrudan Ermeni tehciri değil. Kim haklı kim haksız, onu da tartışmayacağım. Ama bu meselede “Aslında ne oldu?” sorusunun cevabına ulaşmak isteyenleri, bir de Guenter Lewy’nin “1915 Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu?”, (Timaş Yayınları) eserini okumaya davet ediyorum.
* * *
Kitabı okurken tuhaf bir dejavu yaşadım.
Defalarca dönüp elimdeki kitabın kapağına bakma ihtiyacı duydum. Çünkü gerçekten, PKK terörünün 1800’lere uyarlanmış bir senaryosunu mu okuyorum ermeni terörünü mü okuyorum anlamadım. 1880’den başlayıp 1915’e kadar devam eden olaylar nerede ise bire bir, büyük bir kısmına gazeteci olarak şahit olduğum PKK terörüyle aynı elden çıkmış gibi….
Hatta üç aşağı beş yukarı, ortaya çıkış dönemleri, gelişip kontrolden çıkacak boyuta ulaşmaları ve sonunda işi küstahlığa kadar vardırıp aleni bir şekilde Türkiye’den toprak talep etmeleri yüz yıllık bir fark ile adeta aynı senaryonun kötü bir kopyası. Katılımcı devletler bile aynı. Bir tek Suriye ziyadesi var…
Tüm tarihçiler teslim ediyor ki, Ermeniler 19. yüzyılın ortalarına kadar hiçbir baskı görmediler. Elbette Osmanlıların gayrı Müslimlere uyguladığı, bir tür zımmî hukuku idi. O hukuk çerçevesinde Ermeniler Müslüman Türkler gibi her mesleğe giremiyor, devletin her kademesinde görev alamıyordu. Üstelik de kendilerine ait bir dış giysileri vardı ki kamu alanında onu giymek zorunda idiler. Ama buna rağmen, millet sisteminin sağladığı sınırlı özerklikten, dikkate değer ölçüde yararlanıyorlar ve Müslüman komşularıyla barış içinde yaşıyorlardı.
Doğu vilayetlerindeki Ermeniler, Kürtlerle paylaştıkları yaylalarda yaşıyorlardı. Esasında Ermeniler, hasatlarını Kürt derebeyleri ile paylaşarak adeta hayatlarının idamesini satın alıyorlardı. 19. yüzyılın ikinci yarısında Kürt nüfusla araları bozuldu. Çünkü, Kürt beylerinin baskıları ve haksızlıkları dayanılabilir olmaktan çıkmıştı. Eskisi kadar fetihler yapamadığı için gelirleri azalmış Osmanlı, bütçesini, koyduğu yeni vergilerle dengeleme yönüne gidince bunu fırsat bilen yerel derebeyiler işi zulüm noktasına vardırdılar. Sonunda Ermeni köylerinin, ne o ağır vergileri ne de Kürt eşkıya ve derebeylerinin istediği haraçları ödeyecek durumları kaldı.
Bu zor durum altında Kürtlere haraç vermeyi reddetmeleri, Ermeniler için sonun başlangıcı oldu. Kürt aşiretler, Ermeni köylerine karşı; öldürmek, kadınlarını dağa çıkarmak ve hayvanlarına el koymakla sonuçlanan acımasız saldırılar başlattılar. Osmanlı’nın yerel yöneticileri ve onların emrindeki güvenlik güçleri, ya Müslüman Kürtlere karşı göz yummak veya baş edememekten dolayı, bu saldırıları engellemede başarılı olamadılar. (Devlet içinde devletçilik oynayan KCK’lıların bölgede adeta derebeyi gibi davranmalarına ve devlet gibi insanları alıp yargılayıp infaz etmelerine TC güçlerinin yıllarca bir şey yapamadığı gibi…)
1856’dan 1870 yılına kadarki 14 yıllık dönemde, bölgedeki Ermeni cemaatine liderlik yapan piskoposların; Osmanlı yönetimine, zulmen haraç almalar, din değiştirmeye zorlamalar ve kadın kaçırıp ırzına geçmelerle ilgili beş yüzü aşkın dilekçe ve muhtıra verdikleri bilinmektedir. Arşivlerde bu başvurular mevcuttur, fakat dönemin merkezî hükümeti, ne Kürtleri bu eylemlerinden alıkoyabildi, ne de Ermenileri koruyabilecek bir ortam var edebildi.
İçerde giderek yükselen bu ıstıraplar, sonunda Batılı güçlerin dikkatini çekmekle kalmadı, Rusya gibi Balkanlardaki huzursuzluktan yararlanmayı bilmiş bazı ülkeler, bu hoşnutsuzluğu Osmanlı aleyhine kullanmanın (Suriye’nin PKK’yı Türkiye’ye karşı kullandığı gibi) yolunu aramaya başladılar ve başardılar. Sonunda Batının ağır baskılarına karşı koyamayan Osmanlı 1876’da Kanun-ı Esasi ile tüm halklara eşit muamele edileceğini ilan etti. Ama bu, asla umulan neticeyi vermedi. Çünkü Osmanlı artık halklara eskisi gibi sözünü dinletemez olmuştu. Üstelik Kanun-ı Esasi, onlara, daha pervasız hareket etme cesareti vermişti… (Açılımın PKK’yı azdırdığı gibi)
Nitekim aynı yıl Bulgarlar isyan etti. İşin giderek kontrolden çıktığını gören II. Abdülhamid, 1877’de, Rusların Bulgarlara yardım etmek için Osmanlı’ya savaş açmasını bahane ederek anayasayı kaldırdı. Rusya 1878’de Doğu Anadolu’yu işgal etti. İşgal kuvvetlerinin başında Rus Ermenisi, Mihail Loris Melikov vardı. Bu durum doğu Ermenilerini hem umutlandırdı, hem insafsızlaştırdı; eski komşularına yani müslüman Kürtlere karşı acımasız saldırılar düzenlediler.
Ermenilerin işgal sırasında Ruslara gönüllü yardım etmeleri ve Kürt köylerinde katliam icra etmeleri, Ermeniler ile Osmanlı halkı arasında bir daha onarılamayacak yaralar açtı. Ermeniler, artık ciddi ciddi Rusların kendilerini kurtaracağına inanır oldukları için piyon haline gelmişlerdi. 600 yıllık millet-i sadıka, artık, Osmanlı’yı içerden vurmak isteyen yabancı güçlerin oyuncağı haline gelmişti. O yüzden de Rus ordusunun çekilmesi üzerine bu kere de Kürtler, bir karşı atak olarak Ermenilerden intikam almaya başladılar.
Bu süreç 1895’e kadar sürdü. Bu arada 1883’te (tıpkı PKK’nın 1983-84’te yaptığı gibi) Ermeniler silahlı örgütlerini kurdular. Ama bu onlara hiç de iyilik getirmedi. Yabancılar (İngiltere, Amerika ve bilumum Batılı devletler kelimenin tam anlamıyla işe müdahil olmuşlar ve Ermenileri bilinçlendirmeye çalışıyorlardı) işin içine müdahil oldukça, Müslüman halktan Ermenilere karşı öfke de arttı. Nihayet 1895’te büyük bir kırım yaşandı, bir çok ermeni öldürüldü bir milyonun üzerinde ermeni de Kafkaslara kaçtı.
…..
Basitçe bir kronoloji vermeye çalıştım buraya kadar. Tabibi ki derdim, bu kronolojiyi aktarmak değildir. Aksine, her ikisi de dış güçlerin elinde manivela olan iki örgütün yüz yıllık bir ara ile kendini adeta tekrar etmesine dikkat çekmekti.
PKK’nın da ortaya çıkış sebebi bölgedeki kötü muameledir. Huzursuzluklar 60’larda başlıyor, 80’lerin başında örgütleniyor, 90-95 yıllarında zirve yapıyor ve sonunda devlet, kendini korumak için insafı elden bırakarak meselenin üstüne gidiyor.
Süreç takip edildiğinde hemen hemen hiç sapmadan, Ermeni terörü de tıpkı PKK gibi bazen öne geçerek bazen geri çekilerek ama meselenin yatışıyor gibi göründüğü her seferinde de beklenmedik bir vahşetle cinayetler işleyerek devleti insafsız hareket etmeye sevk etti. Çünkü Osmanlı ‘insafsızlık()’ yapınca dış güçler müdahale ediyordu. Ermeniler de tıpkı PKK gibi, “Eğer devleti, orantısız güç kullanmaya mecbur edersek, dış güçler müdahale eder ve biz bağımsızlığımızı kazanırız…” diye düşünüyorlardı. Guenter Lewy’nin de ifade ettiği gibi ‘militanlar, devletin paniğe kapılıp akılsız ve yersiz müdahalelerde bulunmasına’ bel bağlamışlardı. Bunun için kendi halklarına karşı bile (yine PKK’nın ilk 10 yıl içinde yaptığı gibi) hunharca eylem yapmaktan geri durmuyorlardı. Tek amaçları, devleti insafsızca hareket etmeye sevk etmekti. Nitekim bugün PKK aynı o Ermeniler gibi halkını, çocukları ve kadınları polisin önüne sürüp, devleti orantısız güç kullanmaya zorluyor ki sonra dış güçlere çağrıda bulunabilsin.
Nitekim sonunda başardılar. 1908’de sultan alaşağı edildi ve serbestiyet ve müsavat adına, bir Ermeninin hal’ tebligatını takdimiyle padişah tahttan indirildi ve İttihat ve Terakki iktidar oldu. İttihat ve Terakki, güya Batılıların ve Ermenilerin de desteklediği bir partiydi ve alkışlar içinde iktidar olmuştu. İktidar olur olmaz, eski dönemde Ermenilere karşı güya haksızlık yapmış yığınlarca yerel yönetici ve asker sorgulandı ve bir kısmı da asıldı. İttihat ve Terakki, bunu yapınca, yani bir tür Ermenilerden özür dileyince, devletin bekasını selamette görecekti. Öyle sanmıştı. Meşrutiyetin, bütünlüğü koruyacağına inanıyordu. Ama hayal kırıklığına uğramaları uzun sürmedi. Çünkü artık Ermeni örgütleri, tıpkı PKK gibi halkları adına hareket etmiyorlar, yabancı güçlerin taşeron hizmetçileri gibi davranıyorlardı.
Devletin yaptığı her açılım, toplumun halini düzeltmek için gösterdiği her gayret, sadece devletin zayıflamasına, örgütlerin ve şer odaklarının güçlenmesine yardımcı oluyordu. 1912-13’lü yıllara gelindiğinde, İttihat ve Terakki, toplumu iyileştirme adına atılan her adımın Türk milletinin ve Osmanlı’nın aleyhine tecelli ettiğini; koca imparatorluk çatırdamaya, güya “Sultan tahttan indirilir ve özgürlükler getirilirse Osmanlı kurtulur…” diyenlerin maksatlarının hiç Osmanlı toplumun birlik ve beraberliği olmadığını görmeye başladılar. (Hatırlayın Sayın Gül, çok iyi şeyler olacak demişti ardından Başbakan Kürt Açılımı için düğmeye basmıştı. Ne oldu, sonunda iş PKK’nın şovuna dönüştü)
1913 ve 14’e gelindiğinde, artık Ermeni halkı da, Taşnak vs. gibi örgütlerinin kendilerini mutlu edecek amaçlar taşımadığını görmeye başladılar. Uhuvvet (kardeşlik), Adalet, Müsavat (eşitlik) diyerek iktidara gelen İttihat ve Terakki, koca bir imparatorluktan kalan bakiyeyi bari koruyabilmek için tedbirler almaya başladı… İş sonunda öyle bir noktaya geldi ki, ya Osmanlı içinden vurulmayı, ihanete uğramayı sineye çekecekti yahut da örgütleri tam anlamıyla bertaraf edecekti.
İşte Ermenilerin tehcir edilmesine o dönemde karar verildi. Osmanlı, ölüm kalım savaşı olan Birinci Cihan Savaşına girdiğinde, bu savaştan galip veya mağlup çıkmaktan ziyade, Anadolu’yu; Türk milletinin elinde kalmış yegâne toprak parçasını elinde tutmanın derdine düşmüştü…
Âlicenap Devlet-i Aliye, sonunda ya adil olmayı tercih edip yıkılacaktı ya da o ölüm kalım savaşı içinde her canlının yaptığı gibi kendi varlığını önceleyecekti…
Tuhaf bir şekilde tarihin tekrar etmekte olduğunu seyretmek insana hem acı veriyor hem de ürküntü... Ba nasıl bir kaderdir ki bir millet aynı delikten iki kere ısırılabiliyor.
Ve o yüzden ben cidden 2013-14 ve 15’in; 1913, 14 ve 15 gibi olmasından endişe ediyorum. Yazılarımı okuyanlar “Ne yapıp edin, 2016 yılına kadar ülkeyi parçalatmayın!” dediğimi bilirler.
Tekrar ediyorum. Ve diyorum ki, eğer devlet içinde devlet olma küstahlığına kalkışan KCK, tam anlamıyla temizlenmezse ve bu siyasi ayrılık talepleri, ‘özerklik’ jelatiniyle şirinleştirilmeye devam edilirse yani Kürt halkı Türk milletinden koparılmaya çalışılırsa korkarım ki ikinci bir 1915 olayı yaşanır ve hepimiz büyük acılar çekeriz.
Rabbim rahmetiyle şu fitne ateşini söndürsün de İslam’ın bahadır iki kavminin kardeşliği ebediyen devam etsin. Amin!
M. Ali Bulut - Haber 7
[email protected]