NİHAYETİNDE İNSANIM
Kapının önünde Kenan’ı görmek en son beklediği şeydi. Yüzündeki şaşkınlık, iç dünyasından sızan biraz öfke, biraz sıkıntıyla karışıvermişti.
- Vay Selim ağabeycim, nerelerdesin yahu ? diye boynuna sarılması hele, Selim’i iyice huzursuz etmeye yetmişti.
-Sen nereden çıktın Kenan, dedi hoşnutsuzluğunu gizlemeyen bir sesle. Kapının önünde mıhlanmış gibi bekliyordu. Evini yeni taşımış, mümkün olduğunca görmemeye çabaladığı tek kişi, yeni evinin ilk misafiri olmuştu.
-Kimin torunuyum ben Selim abi, derken coşkuyla doladığı kollarını yine coşkuyla söktü Selim’in boynundan.
- Eee… almayacak mısın beni içeri.
- Başka çarem var mı ? dedi Selim biraz geri çekilerek.
Kenan, davet bile beklemeden içeriye girip, gözleriyle etrafı kolaçan etti. Gözüne kestirdiği kırmızı kadife berjere doğru yürürken;
- Burası ne kadar da küçük böyle ? demekten kendini alamadı. Anlamı okunamayan bakışlarını Selime çevirip ekledi;
- Yetiyor mu bari ?
Kenan’ın sesindeki ince alay Selim’in huzursuzluğunu arttırdıysa da anlamamışlığa verdi.
- Ne yapalım, biz baba parası yemiyoruz. Müzeden aldığımız da ancak buna yetiyor.
Gergindi. Kendini tutmaya çalışsa da aklından geçenlerin dudaklarından dökülmesini engelleyemedi.
- Birileri borçlarını ödese belki daha iyi bir ev tutabilirdim.
Kenan kaçamak bir bakışla Selim’i süzüp oturduğu yerden kalktı. Tavırlarında konuyu değiştirme çabası vardı;
- Eee… Misafirine ikram edecek bir şeyin yok mu, adres bulacağız derken dilim damağım kurudu. En azından iki biran vardır,
Selim’in bakışları iyice düşünceli bir hal aldı, buzdolabına doğru yürüyüp iki kutu çıkardı. Bir anlık tereddütten sonra kutunun birini Kenan’ a doğru fırlattı. Gözleri Kenan’ı incelemekteydi.
- Şimdi ne kadar borçlandın Kenan ? Ama şimdiden söyleyeyim hiç param yok.
Kenan kumar batağına iyice saplanmış, kaybettiği her kuruşu babasından habersiz, kah nazının geçtiği arkadaşları, kah babasının kredisinin işe yaradığı kişilerden aldığı borçlarla öder olmuştu. Selim çok zarar görmüştü Kenan’dan. Hayır diyemediğini fark edince, borçları için çaldığı ilk kapı Selim’di artık.
- Korkma arkadaşım. Senden para istemeye gelmedim. Birasından bir yudum aldı. Neşeli tavrı birdenbire sönmüş, bakışlarına düşüncelerinin buğusu çökmüştü.
- Senden para istemeyeceğim. Çünkü bu seferki borcum senin ödeyebileceğinden çok daha fazla. Selim şaşırmıştı. Kenan’ın bu kadar büyük borca girebileceği aklına gelmemiş, “eğlencesine oynuyorum” derken, bukadar hesapsız olabileceğine ihtimal vermemişti.
Kenan, yavaşça Selim’e doğru yürüyüp, birasını masanın üzerine bıraktı.
- Şu an sana bir iş teklifinde bulunacağım. Hatırlıyor musun ? Babam sana geçen sene bir Lamba göstermişti.
- Evet ?
- Hani sen, neredeyse 600 yıllık olduğunu ve paha biçilemeyeceğini söylemiştin.
- Hatırlamaz mıyım ! Şah Tahmasb’ın Kanuni’ye hediye ettiği şaheser. Asırlara meydan okumuş nadide bir eser. İnanır mısın Kenan, o lambaya parmaklarım değdiğinde sanki boşlukta kaybolmuş, zamanda bir yolculuk yapmış gibi olmuştum. Müthiş bir duyguydu.
Selim, sanki o anı yeniden yaşıyormuş gibi heyecanlanmış, kalp atışları hızlanmıştı.
- Öylesi bir değer tüm dünyada bile çok azdır.
Acıklı bir gülümseme ile Kenan’ın dudağı kıvrıldı. Gözlerindeki bakış daha da bulutlandı. Sözün nereye varacağını bekleyen Selim, Kenan’ın bakışlarını fark edince birden telaşlandı;
- Ne oldu ? Yoksa… Yoksa bir şey mi oldu lambaya ?
- Yo yo, lamba gayet sağlıklı Selim, yalnız…
- Evet, yalnız ?
Kenan olduğu yerde sinirle ardına döndü. Sanki yüzünü Selim’den saklamak ister gibi odanın ortasına kadar yürüdü.
- Lamba emin ellerde merak etme, ancak… Selim dayanamadı;
- Ne oldu ? Söylesene ! Kenan, bütün cesaretini ancak toplayarak Selim’in karşısına geçti.
- Dinle Selim. Lamba emniyette, ama ben değilim.
- Eee…
- Ben karar verdim. Borcum çok büyük. Babamın bütün serveti bile beni koruyamaz. Yavaşça batan bir güneş gibi gözleri de yere indi.
- Kararım kesin, borcuma karşılık Lambayı satacağım. Selim öfkeden kıpkırmızı olmuş, Kenan’ı bir hain gibi gören bakışları tiksintiyle dolmuştu.
- Senin ne dediğini kulağın duyuyor mu ?
- Yapabileceğim başka şey yok Selim. Başka oluru yok bu işin. O lambayı canıma karşılık vereceğim, ya da bana bir alıcı ayarlayacaksın. Derin bir nefes alıp sesini kontrol etmeye çalışarak Selim’e baktı.
Hayallerini biliyorum Selim. Çalıştığın o müzede yeteneklerin köreliyor. Senin gibi sanata âşık bir insan, öyle bir müzeye layık değil. Merak etme, yardım edersen karşılığını fazlasıyla alacaksın. Düşünsene Selim, hayallerine kavuşacaksın. Yeteneklerini, bilgini gösterebileceğin bir atölyeye sahip olmak istediğini biliyorum. Bir atölye kurabileceksin. Ömür boyu seni ve atölyeni ayakta tutabileceğin kadar bir miktar öneriyorum sana. Lambayı ya borcuma karşılık vereceğim ya da babamla konuşup bir alıcı ayarlayacaksın bunu ancak sen yapabilirsin Selim.
- Yeter ! diye bağırdı Selim. Sen gördüğüm en bencil, en nankör insansın. Şu düşüncen bile, babanın en değer verdiği o kıymeti bırak çalmayı düşünmen bile nasıl biri olduğunu gösteriyor. Bu düşüncen bile bir hıyanet. Defol evimden !
Selim’in halinden korku duyan Kenan kapıya doğru yürüse de hemen çıkamadı.
- Fikrini değiştirirsen dedi fısıltı ile. Ara beni.
Kenan çıktıktan sonra bile Selim öfkeyle nefes alıp veriyordu. Kendisinin ellemeye bile kıyamadığı o nadide eserin, sırf bir kumar borcuna karşılık gözden çıkarılabilmesi Selim’i çılgına çevirmişti.
Öğrenim hayatı boyunca sanat eserlerine, hele de böylesi nadide eserlere olan hayranlığı bir aşk boyutuna varmıştı. Ancak bu güzelliklerin arasında yaşayabiliyordu sanki.
Sadece bu değerlere yakın olabilmek için ancak geçimini sağlayabilecek bu işe girmiş, sadece seyretmek bile onu mutlu ederken, Kenan’ın teklifi onu çileden çıkarmıştı.
Babasının, aileden gelen ve kendi topladığı tarihin şahidi bu eserlerin, Kenan gibi sadece kendini düşünen bir insanın eline geçmesi Selim’in ruhunu kanatıyordu.
Kenan’la kıyasladı kendisini. Büyük hayalleri vardı. Bir atölye kurmak, dunyanın her bir köşesine saklanmış böylesine kıymetleri gün yüzüne çıkarmak, bu eşsiz güzellikleri düşünürken bile aldığı hazzı, yüreği kendisi gibi çarpan kişilere de hissettirebilmek, belki ömrünü bile vereceği bir hayaldi.
- Gerçekleşmesi imkansız bir hayal, diye mırıldandı. Bu hayali ancak yüklü bir meblağ ile hayat bulabilirdi. Ne yazık ki para Selim yerine, bu değerlere kayıtsız Kenan’ın avuçlarındaydı. “Hayallerini gerçekleştireceğin kadar büyük bir miktar öneriyorum sana” derken doğru mu söylüyordu acaba ?
Çok huzursuzdu. Vakit gece yarısını çoktan geçmiş, şehir bütünüyle sessizliğe gömülmüştü. Bu sessizliğin içinde Selim’in iç dünyası çığlık çığlığa, düşünceler girdabında boğuluyor, inandığı bütün değerler hayallerinin yaşaması için tiksindiği duygularla bir olup beynini kemiriyordu.
Ne yapması gerektiğini bilemiyor, Kenan’ın kendisinden isteyeceği günahın boyutlarını çaresizlikle kestirmeye çalışıyordu.
-Hayallerimi gerçekleştirebileceğim kadar büyük bir para, diye fısıldadı dudakları utançla perdelenmiş bir haz ile.
- Hayallerim… dedi yeniden. Kavuşabilecek miydi gerçekten hayallerine. Lambayı gözünün önüne getirdi. Bütün vücudu titredi, parmak uçları karıncalandı. Artık yerinde duramıyordu. Saatine baktı. Birazdan güneş doğacaktı. Ama hâlâ kalbiyle aklı arasındaki savaş bitmemiş, hayallerine kavuşmak için ihaneti göze almayı yüreğine kabul ettirememişti. Vücuduyla birlikte düşünceleri de bitap düşmüş, en sonunda güneşin ilk ışıklarıyla beraber uykuya yenik düşmüştü.
Derinlerden gelen bir melodi sesi adım adım kendisine yaklaşıyordu. Sesin nereden geldiğini anlamak için gözlerini araladığında evinde olduğunu hatırladı. Gözlerini ovuştururken melodi hala devam ediyordu. Birden ayıldı. Telefonuna yöneldi. Arayan Kenan’dı. Bir müddet bekledi. Önce kalbini sonra zihnini yokladı. Telefonu açtı;
- Alo, Kenan sen misin ? Bir ara uğrasana… Konuşalım…
YORUMLAR
Sevgili Reyya, bir romandan heyecanlı bir kesit gibi okudum öykünü. Heyecanlı ve güzeldi. Anlatım, konu seçimi, hepsi çok güzel.
Tebrik ederim, sevgilerimle.
reyya
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgilerimle.
İyi Geceler Reyya Hanım,
İnsaoğlunun engelenemeyen o zayıflığını açığa çıkararak öykünün sonunu çok güzel bitirmişsiniz.
Sizinle uzun zamandır gıyaben tanışığız. Değer verdiğimsiniz. O nedenle yazıdaki bazı uyumsuzlukları belirteyim ki, bundan sonrakilere örnek olsun istedim.
*** Birden bire değil, bitişik olarak birdenbire.
***Elma yerine alma deme gibi olacak ama, genel görüş şöyledir. " Senin lafını kulağın duyuyor mu ?" yerine "Senin ne dediğini kulağın duyuyor mu?" Sadece hatırlatma olarak belirtim.
***Ya da ayrı yazılır. Daha doğrusu, da, de bağlaçları ayrı yazılır. Bunları adınız gibi bilin.
***Aşık: Aşık kemiği. Âşık : Tutkulu. Aşırı sevgi. Hala: Babanın kız kardeşi. Hâlâ: Devam eden anlamında. Şapka konmadığı zaman anlamında farklılık olan sözcüklerde mutlaka şapka konmalı.
TDK da bunu belirtti.
*** "Fikrini değiştirirsen, dedi fısıltı ile, ara beni." Bu cümlede yanlış noktalama işaret kullanıldığı için bir karışıklık olmuş. "...dedi fısıltı ile. Ara beni" Konuşma çizgisi yerine tırnak işareti kullanırsanız bu gibi hataların önüne geçersiniz.
***Hayallerimi gerçekleştirebileceğim kadar büyük bir para diye fısıldadı dudakları...
Bu cümlede bir virgülün konmayışı, konuşma ve anlatımı karıştırmış.
"Hayallerimi gerçekleştirebileceğim kadar büyük bir para, diye fısıldadı dudakları...
Öykülerinizi kendi ağzınızdan, başınızdan geçmişçesine yazınız.
Başarılarınızın devamını diliyorum. Saygılarımla.
reyya
Dikkate alacağım kıymetli bir kalemsiniz teşekkürlerimle:))