- 727 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM ZAMANIMIZDA
Önce bir fıkra ile başlayayım.
Değerli okuyucular. Aşağıda okuyacağınız fıkra benim özgün bir eserim değildir. Bir zamanlar Babamdan dinlemiştim. Eğer bir telif hakkı filan ödenmesi gerekiyorsa, rahmetli Fethiye’de mefdundur ( defnedilmiştir ) Telif hakkı parasını ondan talep edebilirsiniz. Vallahi de billahi de duyduğum şekliyle anlatıyorum. Hiç bir fıkra sitesinden kopya filan değildir. Neme lazım yine fırça yemeyelim birilerinden.
Adamın biri evine bir papağan almak için Mısır Çarşısına iner. Orada bir kafes içinde çok güzel bir papağan görür. Kafesin altında da bir yazı: ’’ Bu kafeste gördüğünüz papağan altı dil konuşur, şarkı söyler, şiir okur ’’ Adam heyecanla ’’ İşte aradığım papağan’’ der ve çok pahalı olmasına aldırmadan papağanı alıp evine getirir.
Papağana evde bir yer yapar. Yedirir, içirir sonra geçer karşısına.
- Hadi oğlum baba de bakıyım
-..........
-Evladım Baba de haydi
-..............
- Yavrum baba desene
-.............
- Hadi benim güzel tüylüm. Babaya bir kere baba de bakayım.
-.......
-Oğlum baba de
-.......
- Baba de lan.
-.............
- Lan bana bak senin tüylerini yolarım...Baba de çabuk.
-......
- Bak keserim seni. Suyuna da pilav pişiririm.
-..........
Adamın sigortalar iyice atmıştır artık.
- Ulan tek tek tüylerini yolacağım senin. Taa ki baba diyene kadar
-.........
Adam artık dediğini uygulamaya başlar ve ’’baba de’’ diye diye papağanın bütün tüylerini yolar ama papağandan çıt bile çıkmaz. bari bir ahh ya da gaakk dese...O bile yok.
Adam hırsla papağanı balkona fırlatır. O cascavlak kalmış papağanı yani... Salonda öfke ile bir sigara yakar. Daha iki nefes almıştır ki balkonda kızılca kıyamet kopar. Adam telaşla koşar balkona bir de görsün:
Papağan bir serçeyi almış ayaklarının altına ve tüylerini yoluyor:
- Baba de ulan....Baba deeeee
Bu fıkrayı niçin mi anlattım? Şimdi sıra orada.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1970 li yıllardı.
Bakırköy Lisesi dersem sanırım hiç kimse hangi ilde bu lise diye sormaz.İşte o Lisenin Müdürü bana ’’ Yarın babanla birlikte gel okula ’’ deyince kendi kendime ’’Raci yine bir halt karıştırdı’’ dedim. Çünkü hayatımın hiç bir döneminde ne alnından öpülmek ne de kıçından tepilmek için velisi okula çağırılan bir öğrenci olmamıştım. Sönük, silik, kaplumbağa misali kendi kabuğunda yaşayan, arada sırada komik şiirler yazıp hocaları ve arkadaşları güldürme dışında hiç bir hayati fonksiyonu olmayan biriydim. Pardon bir de korolar için bas sese ihtiyaç olursa müzik öğretmenimiz Birsen Hanımın aklına gelen ilk isimlerden biriydim. Offff ya deştikçe bakıyorum bayağı bayağı iyi taraflarım varmış. İngilzce Hocamız Asuman Hanım’ın da gözbebeklerinden biriydim. Zaten o matematik ve fizik olmasa takdirlik öğrenciydim ya ah o ikisi. Onların sebebi de babamdı aslında...Sosyal Bölümüne yazdığım dilekçeyi yırtmıştı ’’ Şair olup da açlıktan nefesin mi koksun istiyorsun ’’ diye. Ona sosyal bölüm ile şairliğin direkt ilişki içinde olmadığını anlatamazdınız.
Her neyse....Üç yıllık bir okul olmasına rağmen matemetik ve fizik dersi yüzünden ancak beş senede bitirebildiğim Bakırköy Lisesinin merdivenlerinden babamın öfkeden kıpkırmızı olmuş yüzü ile birlikte çıkarken....
Öfkeden kıpkırmızıydı babamın yüzü. Çünkü oğullarının bir kabahati yüzünden okula çağırılmaktansa dar ağacına çağırılmayı tercih ederdi hep ve maalesef bir yaş küçük kardeşim Raci yüzünden de sık sık çağırılırdı okula. Bu çağırılar genel olarak benim vasıtamla yapılırdı . Ben de çağırıların onda birini ancak iletirdim babama ve yine çok şükür ki babam gezgin bir daktilo tamircisi olduğu için onu evde bulmak zaten mucizeydi. Üvey anne ise ...Vurduğu yerde gül bitmese de çok da aldırmazdık.
Bizi okulun merdivenlerinin üstünde Nöbetçi öğretmen karşıladı. Bir resim öğretmeniydi ve ben müzik bölümü olduğum için bizim derslere girmiyordu. İri yarı bir adam olan öğretmen kendisi gibi iri yarı olan babama yöneldi önce:
-Ooooo Pehlivan hoş geldin bre...Abe Şumnu’dan mı Pirlepe’den mi?
Babam sertçe
- Kars’tan, Kağızmandan..dedi.
Resimci bozuldu. Bu sefer de bana döndü.
- Sen ne öyle yamuk yumuk duruyorsun. İnsan öğretmeninin karşısında şöyle hazırola geçer...Ahhh ah bizim zamanımızda böyle miydi. Öğretmene saygı vardı efendim saygııı
- Hocam ayağım sakat. Özür dilerim hazırola...
Sözümü tamamlamadan aslan babamın ( Ne olusa olsun o benim bir tanemdi hep ) pençesi suratımın ortasında şakladı.
- Sen hocana cevap mı veriyorsun? Bu ne cür’et. bu ne terbiyesizlik...Hocam kusura bakma bunlar hep analarına çekti böyle...
Babama kızmayın ne olur...Onun için içinizden dahi olsa bir öfke duyarsanız çok üzülürüm. babam o benim...Babammmmmm
Sonara müdürün odasına gittik. Müdür Raci’nin tüm vukuatlarını babama bir bir döktü.
Sonrasını ve eve nasıl geldiğimizi fazla hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey ertesi gün Raci’nin kolunda bir askı, kafasında gazlı bezlerden bir külah, gözlerinde morluklar ve vücudunun diğer yerlerinde pek çok çürükle okula geldiğiydi.
İşte o gün nefret etmeye başlamıştım bu ’’ Bizim zamanımızda ’’ sözünden...Nefretttt....nefrettt ve nefreetttttt. Yemin etmiştim bu sözü bir daha kullanmayacağım ve de elimden gelirse kimselere kullandırtmayacağım diye. Tabii ki büyüdüğümde. Henüz 17-18 yaşlarındaydım.
Büyüdüm... Bir öğretmen oldum. Daha göreve başladığım ilk sene başladım çocuklara bir şeyler anlatabilmek için ’’bizim zamanımızda’’ demeye....Yeminimi çoktan bozmuştum.
Bu arada, o sıralarda hayatta olan babam yine ’’bizim zamanımızda’lı cümleler kuruyor ve ben içimden ’’ Yahu sen dinazorlar çağında yaşamışsan, elinde hep taş baltanla dolaşmışsan ben de öyle olmak zorundamıyım. Ne yapalım yani? Sen babanın yanında çocuklarını kucağına alamazmışsın bu çok büyük bir ayıp sayılırmış diye şimdi ben de fare gibi o minicik gözlerini bana dikmiş ’’ Öp beni, mıncıkla beni’’ der gibi bakan Cihangir’imi, Tuğrul’umu öpemeyecekmiyim?’’ diyordum.
Aradan çok yıllar geçti. Babam toprak oldu ( Allah rahmet eylesin ) Daha geçen Ramazan bayramıydı. Oğlum Cihangir’e ’’ Oğlum bak amcana hiç gitmiyorsun. sana gönül koyuyorlar. Haydi bu bayram git elini öp hal hatırını sor ’’ dedim...’’ Ya baba kız arkadaşımla buluşacağım. Akşama vaktim kalırsa bakarız artık. Yarın ve sonrasında da vardiya var malum. Artık idare etsin amcam’’ diye cevap verdi.
’’Bizim zamanımızda’’ lı bir nasihata başladım.
-Oğlum bizim zamanımızda yakın akrabalar, özellikle de amcalar, kız arkadaşlardan önce gelirdi.
- Oooooo baba yaaa... O dediğin sizin zamanınızdaydı. Şimdi varsa yoksa manita. Hadi bayramın kutlu olsun. ( Çok şükür ki benim elimi öpüyor. O kadar da değil yani ) Ben kaçtım...
- Oğlum bir kahvaltı yapsaydın. Bir bayram şekeri ağzına atsaydın..Bizim zamanımızda
- Öptüm babişkom hadi bayyyy
- Tuğruullll kalk hadi oğlum öğle olacak neredeyse. Namaza da gelmedin. Hadi kalk da bayramlaşalım.
- Ya doğruuuu bu gün bayramdı. Gece vardiyasından çıkınca günleri de şaşırıyor insan ( Unuttum. Her iki oğlum da özel Güvenlik Görevlisi olarak çalışıyorlar )
- Bayramın Kutlu olsun babaların babası ( Bana hitabı budur hep )
- Gel kahvaltı yapalım.
- Baba biliyorsun ben kahvaltı yapmıyorum. Oradan bir bardak çay doldur yeter.
-Oğlum bak bizim zamanımızda insanlar güne mutlaka kahvaltı yaparak başlarlardı.
- Ya baba bırak şu bizim zamanımızdayı artık. Çağ değişiyor. Çağa uy biraz. Bayramda bile bizim zamanımızda...
Babam gözlerimin önüne geliyor. Ona içimden söylediğim sözler aklıma geliyor. Özellikle de ’’bir daha bizim zamanımızda demeyeceğim ve dedirtmeyeceğim ’’ diye ettiğim yemin aklıma geliyor...Hem gülüyorum...Hem ağlıyorum....Babamı çok özledim.
Bir kaç gün geçti...Evin anahtarını unutmuştum. Cihangir’de vardır diye onun görev yaptığı siteye gittim. Kapıda dikiliyordu. Tam o sırada sitede oturan sevimli mi sevimli bir orta okul öğrencisi oğluma selam verdi
- Selam moruk hav ar yu ( İngilizcesini kasten yazmadım. Bizim zamanımızda yazılmazdı )
Cihangir çocuğun yanına yaklaştı:
- Alpeeerrr bak ama ayıp oluyor abicim. Bizim zamanımızda büyüklerimize moruk demezdik biz.
O kadar güldüm ki cadde ortasında...Neredeyse hızla gelen bir araba çarpıyordu bana. Allahtan Cihangir atak davrandı. Yoksa yeni bir konu çıkacaktı Cihangir’e ’’ Bizim zamanımızda insanlar böyle gülerken araba kazası geçirip ölmezledi ’’ diye
Konuya papağan fıkrasıyla başlamıştım değil mi? Ne alaka ise artık.
YORUMLAR
Bir papağan kuşum bile olmadı...Hocam her kuş öter mi? Kuşlar ve kuş/aklar arası çatışma-diyalog bence çok alakalıydı..ikisinde de kuş var...Neyse selamlar hocam...selamlar Kendüne ey bak...Bizim zamanımızda oooo
sami biberoğulları
Nerelerdeydin bunca zaman. Özlettin kendini. Bizim zamanımızda dostlar böyle habersizce kaybolmazlardı ortadan. Gerçi abiler de bu kadar sitemkar değildi bizim zamanımızda ama idare et artık.
Selam ve muhabbetlerimle.
İbrahim ERZURUMLU
hocam demekki insanlarda papağan gibi kendisine yapılanı söyleneni daha sonra o yapıyor valla ben bizim zamanımızda demiyorum çünki ben annem gibi anne olmak istemediğim için bizim zamanımızı sevmiyorum güzel hikayedi hocam kaleminize sağlık
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.