VASLUM 2. Bölüm
Evine döndü, çok gergin ve yorgundu, yatağına uzandı, uyuya kalmıştı, uyandığında saat öğleden sonra 15:00 sularıydı, şoku üzerinden atmak için şehirde biraz dolaştı, harika bir Pazar günüydü, akşam oluyordu buğdayı aldığı çiftliğe uğradı, bir çuval buğday aldı ama iki çuval parası verdi…
TV izliyordu ve bu gün başına gelenleri düşünüyordu, çok korkmuştu ama bir kez daha deneyecekti, o altını bulmalıydı, hemen odasına koştu dört sayfalık kitapçığı aldı, bir kez daha okudu ve Vaslum diye haykırdı, bir anda odanın içi aşırı derecede ısınmıştı, terliyordu klimayı sonuna kadar açtı, bir süre çalıştıktan sonra arızaya geçti, cama koştu açılmıyordu, diğerini denedi oda açılmıyordu, kapıya koştu panikle, daha elini uzatmıştı ki aniden açıldı ve suratına o kadar sert çarptı ki onu duvara fırlattı , acıdan ölecek gibiydi, içeri çok kuvvetli bir rüzgar esti ve duvar kağıtları sanki yırtıcı bir şey tırmalıyormuş gibi parçalanıp dağılmaya başladılar ardından TV patladı, hemen akabinde tüm elektrik tesisatı kıvılcımlar ardında yandı, Aysu düştüğü yerde duvara yaslanmış kalakalmıştı, gözbebekleri dehşetten aşırı derece büyümüştü, bir şeyler üstüne geliyordu onu görmeliydi… Yüzüne vuran ay ışığı bir anda bir karanlık tarafından örtüldü, tam önündeydi! Yaklaşık iki metre boyunda iri kıyım bir adam karşısında dikilmiş ona bakıyordu, çok karanlıktı ve yüzünü ay ışığını arakasına aldığından göremiyordu fakat gözbebeklerinin karanlığın içinden fırlayan ışıltısını seçebiliyordu, çok ürkütücüydü.
“Ne istiyorsun, yine?” Ses tanıdıktı; yine o gırtlağı kesilen canavar böğürtüsü; Vaslum!
Aysu, titrek sesiyle, “Altın nerde, söyle bana, bir daha rahatsız etmicem seni!”
“Çok cesursun…” Dedi Vaslum, iğrenç sesiyle… ve devam etti “Elini uzat!” Aysu dona kalmıştı bir süre bekledikten sonra elini uzattı. Vaslum sıkıca elini tuttu ve yırtıcı bir hayvandan bile keskin, uzun, iğrenç bir tırnak darbesiyle elinin içini yardı, kan akıyordu, Aysu inanılmaz acılar içindeydi, kanı içinden çekiliyordu sanki ve elini bıraktı, kanı Vaslumun avucunda adeta can çekişiyordu, Vaslum elini kaldırdı üfürerek kanı duvara püskürttü, Aysu’ya dönerek kendi avucundaki birkaç damla kanı gösterdi, “Yakında hepsini alacağım..!” Dedi ve kayboldu… Aysu etrafına baktı, yoktu, her şey normale dönmüştü, içerde ay ışığının gürültüsü haricinde hiçbir ses duyulmuyordu, tabi oda gürültü sayılırsa!
Yerinden hızla kalktı bir el feneri buldu, eline baktı, çok kötüydü; kan donmuştu, akmıyordu ama kocaman bir yarık vardı ve çok acı veriyordu… Duvara koştu feneri tuttu, gözlerine inanamıyordu; kanından bir harita çizmişti ve arazisinde gömünün yerini gösteriyordu, hemen cep telefonunu kaptı, fotoğrafını çekti, elini alelacele temizledi ve sardı, kazma ve kürek aldı haritanın gösterdiği yere vardı, kazmaya başladı, saatlerce sürdü sabah olmuştu, güneş doğuyordu. Aysu yaklaşık bir buçuk metre derinliğinde bir havuz açmıştı ve karşısında taşlarla örülmüş bir kuyu duruyordu, kuyunun üzeri kamyon tekeri büyüklüğünde, ağır taş bir kapakla kapalıydı, telefonundan haritaya bir kez daha baktı haritada kuyu şekillendi, hiç şaşırmamıştı; alışmıştı artık, kuyunun soldan ikinci taşını çekmesini gösteriyordu harita, uzandı ve çekti, kuyunun kapağı çatladı ve kırılarak açıldı, tuzla buz olmuştu, korkunç bir asit çıktı dışarı ve çok kötü kokuyordu, kuyunun içine baktı derin değildi, yarım metrelik bir derinlik ve içinde kapağı olmayan eski bir testi vardı, heyecanlandı, dikkatlice elini uzattı kulplarından yakaladı ve onu dışarı çekti, ağzına kadar su doluydu yaklaşık elli kiloluk bir küp… yere çömeldi yavaşça döktü, su akmaya başladı ve ardından çürümüş yosunlaşmış kum döküldü, kül renginde bir kumdu, Aysu sinirlenmişti, “Adi Cin yine yalan söyledi…” Diye söylendi kendi kendine. Arazisini çevreleyen çeşitli ağaçların tepesine baktı, Vaslum yoktu bu defa, tekrar küpten dökülen kuma baktı, aklına çocukluk arkadaşının anlattıkları gelmişti; “Eski toplumlarda altını gizlemek için bazı kimyasallardan geçirirlerdi; bunun için potasyum ya da sodyum siyanatla altını tepkimeye sokarlar, altın, aza tür oluşur ve rengi kül gibi olurdu…” Aysu heyecanla küpten dökülen kuma atıldı ovaladı ve ışıl ışıl parlamaya başladı, bu altın olmalıydı! Hemen eve koştu, arkadaşının anlattıklarına göre bir deney vardı; bir cam bardağa biraz kezzap koydu ve biraz da kül rengi kumdan ve asidik çözülme başladı, kırmızı bir gaz çıktı, dipte kalan madde sapsarı, güneş gibi ona gülümsüyordu; artık emindi bu elli kiloluk kum 22 ayarlık saf altındı. Kezzap diğer madenleri ayrıştırıyordu bir tek altını ayrıştıramıyor ve o bardağın dibinde kalıyordu… Aysu hemen toparlandı saat 06:30 olmuştu küpü 98’ model sarı Mazda’sının bagajına koydu, İstanbul’a yola çıktı işe gidecekti ve istifasını vermeyi düşünüyordu, artık çok zengindi elli kilo altını vardı, inanılmazdı artık çok zengindi..!
“Alo Ece, günaydın…”
“Günaydın, Aysu! Bu ne harika bir ses, izinde falan mısın yoksa?”
“Sana manyak bir haberim var sıkı dur...”
”Evet, meraklandım, dinliyorum…”
“Hani Bursa’daki evim vardı ya, işte orada bahçemde bir küp saf altın buldum, toz altın…”
“Ciddi olamazsın, emin misin peki?”
“Adım kadar, senin anlattığın deneyleri uyguladım ve her şey ortada işte…”
“Nasıl buldun, gören oludu mu, şu an neredesin?”
“Bi şekilde buldum işte, kazdım, kimse görmedi; zaten biliyosun bi kaç ev var ve geneli boş, şu an işe gidiyorum, istifa mı vericem…”
“Tamam dur dinle; öncelikle onu evde bir yere gizle ve kimseye bir şey söyleme, şimdilik istifa etme, emin olalım, Ankara’dayım sergi açtım, işim bir iki gün sürer, gelince bakarız elden çıkartırız …”
“Tamam o zaman ama çabuk gel delirebilirim..!”
Aysu, tam zamanında işinin başındaydı, heyecandan yerinde duramıyordu, günlerin çabuk geçmesini diliyordu ama akşam olmasını bile bekleyecek durumda değildi…
Neyse ki akşam olmuştu, hemen evine girdi bir spor çanta aldı arabanın bagajındaki küpü içine koydu oldukça ağırdı, altını spor çantanın içine döktü ve çöp kovasına tıktı, üzerine de çöpleri attı ve artık altın gizlenmişti, küpü fark etti ondanda kurtulmalıydı, çekiçle parçaladı ve bir çöp poşetine doldurdu, hızla dışarı çıktı, hava kararmıştı, elindeki poşeti binanın çöp kutusuna sallayıverdi ellerini çırptı, işte bu kadardı, artık geriye beklemek kalıyordu…
Dışarı çıkmıştı, Kalamış’ta sahil kenarında güzel bir kafede yemek yedi, çayını yudumlarken çok mutluydu, o kadar parayla neler yapacağını planlıyordu, garson masaya her gelişinde eline paralar sıkıştırıyordu, garson da masaya özel şeyler getirmeye başlamıştı; çiçek, şamdan ve daha bir sürü şey, her seferinde Aysu hatırı sayılır bahşişler veriyordu. Garson: “Efendim, arzu ederseniz size güzel bir şarap açabilirim… ne dersiniz?” Aysu kol saatine baktı 00:15’i gösteriyordu. Garsona döndü, eline biraz daha bahşiş sıkıştırdı, gülümseyerek “Her şey için çok teşekkür ederim ama sabah işe gitmem gerekli, lütfen hesabı alabilir miyim?” “Hay hay efendim hemen, ayrıca ben teşekkür ederim…” Garson hesabı getirdi ama Aysu’nun ne cebinde ne de çantasında bir kaç metal para haricinde hiç parası kalmamıştı… Garsona dönüp, gülümsedi “Şu işe bak..!” Garson anlamıştı: “Lütfen bizden olsun efendim.” Dedi. Aysu; Kredi kartını çıkarttı; “Buradan alın lütfen, ben de çok var, yine de teşekkür ederim.” Dedi.
Binaya geldi, anahtarlarını çıkarttı, binanın demir kapısı açtı, ışık otomatik olara yandı, kapısına yöneldi anahtarı iki kez çevirdi, kapısı açılmıştı bir an duraksadı; arkasını döndü Enver amcanın evinin kapısına baktı, 1 numara, içini çekti… evine girdi saat 01:15 olmuştu. Cep telefonu çaldı; Ece Arıyordu:
“Efendim canım.”
“Müsait misin seni merak ettim..”
“Evdeyim ben de seni merak ediyodum, uykumda yok, sen de müsaitsen biraz konuşalım mı?”
“Hıım… Evet, evdeyim, anlatsana şu küpü nasıl buldun…”
Aysu bir kahkaha attı: “İnanmicaksın ama iyi dinle…” Diye başladı söze ve baştan sona her şeyi anlattı… Bir sessizlik oluştu…
“Ece orda mısın canım?”
“Evet…”
“Dilin tutuldu dimi?”
“Evet…” Dedi ve devam etti “İnanmıyorum sana, korkmadın mı, delisin sen?!”
“Korkacak bişey yok canım, artık çok zenginim tabi sen de…”
Aysu, yatağında saatler geçmesine rağmen dönüp durmuş bir türlü uyuyamamıştı biraz heyecandan birazda Vaslumun geri dönmesinden… Bu düşüncelerle uyuya kalmıştı, saatinin alarmı çalıyordu, onlarca kez çalmıştı panikle yataktan fırladı “Geç kaldım…” Dedi kendi kendine, sonra bir an yavaşladı; altınlarını düşündü “Aman boş ver, işten mi kovacaklar sanki!” Dedi ve gülümsedi…
Sonunda haftanın ikinci iş gününü de bitirmişti, arkadaşı Ece Çarşamba akşamı geliyordu, “Bir gün daha…” Diye düşündü, sonrasında her şeyi geride bırakacaktı. Binaya girdi evinin kapısını araladığı sırada içinden bir şey ona arkaya bakmasını söyledi, arkasını döndü; Enver amcanın kapısına bakıyordu. Kapıda ki isimlik hala duruyordu “Enver Muslu” O ölmüştü ve yerine bir başkası gelmişti, bu düşünceler aralandığında kendini Enver amcanın kapısında buldu… Merak etmişti, kapıyı çaldı, kapı açıldığında dona kalmıştı Enver amca dimdik önünde duruyordu, eski püskü her zamanki elbiseleri ve göğsüne kadar uzamış kirli beyaz hat da gri sakalları, bu oydu Enver amca, ona bakıyordu..!
“Enver amca sen… sen… ama…”
“İçeri gel…” Dedi Enver amca ve içeriye giderken, Aysu da usul usul peşinden geliyordu… Etrafa baktı her şey ilk günkü gibiydi, kitap dolu raflar, yerlerde tesisat boruları ve tabi ki toz kaplı camlar..!
Enver amca bir kanepeye oturdu, Aysu da hemen karşısında ki koltuğa yerleşti odayı aydınlatan silik bir ampul yanıyordu, her zaman ki gibi, her şey aynıydı..!
“Ama Enver amca sen gitmiştin ve burada başkaları vardı..!”
Enver amca’nın göz kapakları kapalıydı uyuyor gibiydi, gırtlağından zor nefes alıyormuşçasına hafif bir hırıltı geliyordu… Aysu iyice ona baktı, yüzünde ki çizgileri seyretti, çökmüş göz altlarına ve kafasından hiç çıkarmadığı kahverengi kasketine…
“Neyse, Enver amca sen iyisin ya, seni gördüğüme çok sevindim…”
“Ben de kızım, ben de..”
Aysu suskunluktan sıkılmıştı, hiç bir şey anlamıyordu, kendini iyi de hissetmiyordu. Bu işte bir gariplik vardı cesedini görmemişti ama cenazesine gitmişti…
Aysu: “Enver amca nasıl oldu bu sen…”
Enver amca birden gözlerini açtı, soluk gözleri birden parladı ve “Ölmüştüm!” Dedi.
Aysu iç güdü sel olarak birden ayağa kalktı, kapıya baktı…
“Otur…” Dedi bir ses, ama bu Enver amcanın sesi değildi! Aysu korkuyla geri döndü, olamazdı, bu ses Enver amcadan geliyordu, oturduğu yerden iğrenç bir gülümsemeyle ona bakıyordu, gözleri çok ürkütücüydü; göz lopu büyümüş kirli beyaz bir renk almış ve göz bebeği yerine ufacık bir kara nokta duruyordu.
“Buraya gel, nereye gidebileceğini sanıyorsun, cehenneme mi…” Dedi ve iğrenç bir kahkaha attı… Aysu korkudan deliye dönmüştü, “Vaslum” Dedi kapıya koştu, çıkmalıydı buradan, kapıyı açar açmaz başka bir yerle karşılaştı, binanın tabanı adeta kaybolmuş, dibi bilinmeyen bir dehlize açılmıştı, çok karanlıktı az daha aşağı düşecekti, yukarıya doğru karanlık duvarları yalayan alevler yükseliyordu ve alevlerin duvarlara yansıyan gölgelerinde dehşet verici suratlar beliriyordu, bir merdiven vardı alevlerin ortasında dehlize inen, merdivenin yukarı uzantısı yoktu, karşı tarafa da geçilemezdi, sadece buradan o alevlerin içine inilebilirdi, gerçi atlayıp yanmak daha mantıklı olurdu!
Aysu, geri çekildi kapı hızla kapandı, Enver amcaya baktı yerinde yoktu, dehşet bir gürültü duydu sanki deprem oluyordu şiddetli bir sarsılma, ona doğru gelen bir şey vardı yerin altından parkeleri yırtıyordu, çok kızgın olduğu belliydi, koşmaya başladı, ama o şey peşini bırakmıyordu, odalardan birine girdi kapıyı kapadı, faydasızdı o yaratık yeri adeta yırtarak üzerine geliyordu, duvara dayanmıştı kaçacak yeri kalmamıştı, canavar o kadar çok yaklaşmıştı ki; yerden fırladığında bacaklarının arasından çıkacaktı, yer delindi canavar gürültüyle yer yüzüne çıktı, Aysu iyi bir hamleyle üzerinden atladı ve ilk bulduğu odaya girdi; tuvalete gizlenmişti. Nefes nefeseydi, içerisi karanlıktı, boynuna büyük, ıslak bir şey dolanıverdi, yağlı bir halattı sanki göremiyordu, onu boğacaktı… elleriyle kavradı sıkıca çekip atmaya çalışıyordu ama imkansızdı, halat canlıydı onu boğazlamaya çalışıyordu. Can havliyle kendini tuvaletten dışarı attı, antrenin soluk ışığında boynundaki şeyin kocaman bir yılan olduğunu gürdü, inanılmazdı… yılan ağzını açtı Aysu’yu yüzünden ısıracaktı; korkunç keskin dişlerini Aysu’nun yüzüne geçirdi geçirecek derken, yılanı bir hamleyle boynundan yakaladı, çekti çıkardı, atabildiği kadar uzağa fırlattı ama fazla gitmedi kitaplığa çarptı ve kitapların arasında kayboldu..!
Aysu antrenin diğer başındaki çıkış kapısına baktı birde pencerelere, ev sessizdi bir hamleyle çıkabileceğini düşünüyordu, kapı daha yakındı ama en son denediğinde alevlerle karşılaştığını hatırladı, salona girdi yavaşça sağına soluna baktı kimse yoktu, arkasını unutmuştu tam ileri hamle yapacağı sırada, bir el onu boynundan yakaladı ama hızlı bir hamleyle kendini ileri attı, elden kurtuldu ve yere düştü, salonun ortasındaydı, Vaslum antreden ona bakıyordu, iki metrelik bir canavar, bacakları çarpık, ayakları tersti, vücudu çıplaktı ve kıllıydı üzerinde bir pardösü vardı, kafası çıplaktı; damarlarla kaplıydı, kulak yerine iki delik vardı, kocaman gri renkte bir göz lopunun ortasında mercimek kadar siyah bir güz bebeği duruyordu, sanki her an kurşun yerinden fırlayıp insanın kalbine girecek gibi bakıyordu, ağzıyla burnu bir gibiydi; konuşurken sivri dişleri ve yeşil dili görünüyordu oldukça ürkütücüydü; insanlar rüyalarında gürseler bir daha hiç uyuyamazlar.
Aysu hızla yerinden kalktı, cama atıldığı sırada önüne beyaz bir Fino köpeği çıktı, Aysu bir adım geri çekildi, köpek başını kaldırdı, Aysu ya bakıyordu, köpek tok bir erkek sesiyle sertçe “Geri çekil!” Dedi. Aysu bir an ona tekme atıp, camdan atlamayı düşündü, kafasını arkaya çevirdi, Vaslum olduğu yerde duruyor ona bakıyordu, tekrar önüne döndü, köpek silkelendi ve derisi yavaşça yüzülüp yere düştü, içinden dört ayaklı, vücudu kan içinde dişleri timsah kadar iri bir yaratık çıktı, Aysu’nun üzerine atlamak için gerildi, ama sert bir tekme yedi yaratık bileğine dişlerini geçirmişti bile, cama atıldı fakat cam yüzüne doğru patladı kulakları sağır eden bir gürültü çıkmıştı, cam parçaları Aysu’nun her yanındaydı; vücuduna saplanmıştı. Kırılan camdan içeri yüzlerce yılan içeri girmeyi başlamıştı, korkudan ve acıdan deliye dönmüştü, “Burada ölmek istemiyorum…” Diye yalvarıyordu… Yaratık bileğini bıraktı, ama kötü yaralanmıştı kanıyordu, kaçacak bir yeri de kalmamıştı; salonun her yanı yılanlarla dolmuştu ve bir yaratık vardı, tabi Vaslumda oradaydı, Vasluma döndü korkuyla, çaresizlik içinde… pençeye benzer eliyle koltuğu işaret etti “Otur!” Dedi. Aysu gösterilen yere oturdu…
Vaslum da karşısındaki kanepeye oturdu.
“Altınları mı istiyorsun..?”
Vaslum, boğazlanırcasına çıkan sesiyle cevapladı;
“Hayır, seni istiyorum!”
“Ne olur bırak beni.”
“Bizler asla avımızı bırakmayız, seni uyarmıştım; buda bizim kuralımızdır!”
“Siz mi, kimsiniz siz?”
“Şeytanlar, Cinler yavrum… Hiç duymadın mı?”
“Ya sen… sen hangisisin..?”
Korkunç sesiyle konuşmaya başladı; “Ben Vaslum’um, Cinlerdenim, Şeytanın hizmetkarıyım!
Bizler ateşten yaratıldık ve Şeytan bizim soyumuzdandır, sizler toprak ve sudan yaratıldınız…
Şeytan bu haksızlığı kabullenmedi, bütün melekler secde etti ama Şeytan etmedi, Yaratıcı onu yok edecekti… Şeytan bir anlaşma istedi;
“Bana müsaade et, senin çok sevdiğin kullarını senden saptıracağım!”
Allah; “Ben onlara akıl ve kalp verdim ve içlerini sevgiyle doldurdum, asla sana inanamazlar”
Şeytan; “Bana insanoğlunun içinden bir damar ver o zaman göreceksin insanı nasılda senden alacağım!” Dedi ve Allah insanları sınava tabi tutmak adına Şeytana; “Bir damar senindir Şeytan ve sana kıyamete kadar ölüm yok, ancak o gün cezan çok dehşet verici olacak…” Dedi. İşte o damar nefsiniz, yani bizim kapımız!”
Aysu; “Asla ruhumu alamayacaksın…”
“Sen onu çoktan verdin; hem de bir küp altın karşılığında, nefsine yenik düştün, beni çağırdın, ölümü göze aldın, peşinden gittin…”
Aysu, kurtulmanın yollarını düşünüyordu, Vasluma haykırdı “Yanıldın pislik, ben Allaha inanıyorum..!”
Vaslum iğrenç sesiyle kükredi; “ Öylemi peki insan, bir dua oku, seni hemen bırakıcam!” Aysu, kala kalmıştı, hiç dua bilmiyordu, okul yıllarında din derslerinde biraz daha dikkat etseydim keşke diye düşündü, aklını zorladı ama hiçbir şey yoktu, aniden ter içinde kalmıştı tek çıkış yolunun anahtarını da bulamıyordu… Onu oyalamalıydı, bu sırada aklını biraz zorlarsa bir şeyler çıkacaktı…
“Enver amcaya ne yaptın, şeytan!” Dedi.
“Bişey yapamadım, ben insanları kandırır, tuzağa düşür ve canını alırım! Önce onlarla oynarım tıpkı sana yaptığım gibi ama o kitapları severdi ve bir akşam kitapçıya geldiğinde alacağını tahmin ettiğim kitabın birine cinleri çağırması için dört sayfayı yerleştirdim, aldı ama kitabı tamamen okumasına karşın yerleştirdiğim sayfalarla ilgilenmedi, göz attı sadece ihtiraslarına ya da hırsına yenik düşmedi, yıllar geçti ve sen oltaya geliverdin!
“Onun kılığına nasıl girdin sen?
”Ben, her istediğimin şekline girebilirim, senin bile fıstık..!”
“Kaç kişinin kanına girdin, adi yaratık?”
“420 yıldır yaşıyorum, sayısını ben bile hatırlamıyorum!”
Aysu’ya yaklaştı, onu kollarından sıkıca tuttu, aklına hiçbir dua gelmemişti, pençesini göğsüne geçirdi kaburga kemikleri parçalandı, Aysu acıdan kendinden geçmek üzereydi ama acı izin vermiyordu… Vaslum kalbini avuçlamıştı onun ellerinde atıyordu artık, inanılmaz acılar hissediyordu vücudundaki tüm kanı çekiliyordu, avazının çıktığı kadar bağırdı, aniden her şey karanlığa büründü, bayılmıştı…
Gözlerini yavaşça araladı, etrafı süzdü; hala aynı yerdeydi etrafta kimse yoktu, kalkmaya çalıştı ama kıpırdayamıyordu, her yanı ağrıyordu, kafasını yavaşça kaldırdı, vücudunu gördü göğüsleri dışarı fırlamıştı; sanki tecavüze uğramış gibi bir hali vardı, kalbinin olduğu yerde kocaman bir yarık duruyordu ve her yanı kanlar içindeydi. Acıyla toparlandı, zorla da olsa komedinin üzerinden çantasını ve cep telefonunu aldı, dik yürüyemiyordu iki büklüm bir haldeydi, evin kapısını dikkatlice açtı bu sefer her şey bir gün öncesi gibiydi, anahtarlarını çıkartı ve kendi evine girdi, hastaneye gitmeliydi, önce arkadaşı Eceyi aradı birkaç kez çaldı sonunda açıldı
“Efendim..”
“Ece yardım et..!”
Aysu, arkadaşına elinden geldiğince olanları anlatmaya çalıştı, Ece paniklemişti polisi aramasını ve hastaneye gitmesini, hemen yola çıkacağını söyledi…
YORUMLAR
sayın yazar..
hani bu öykü..
gerçek bir yaşam öyküsüydü..
amerikan korku filmlerine döndürdünüz..
ama anlatım..
süper..
vallahi elinize sağlık..
sevgilerimle..
işgal
bakış açımı, tasvirlerimi ifadelerimi kullanarak:)
abd korku filmi mi? :)))) ilginç... yaklaşım için teşekkürler...
ben den de sevgiler ve saygılarımmm