“KÜLLİYEN BRİFİNG MAFİŞ İCRAAT İLLAKİ KOKTEYL
“Battı balık yan gider.” dedi bir futbolcu çimlere yayılarak ve gevrek gevrek gülerek. Aklıma takıldı her nedense! Ne kadar doğruydu, ne kadar bize aitti diye. Bu sözün uydurma olanı “Battı fishing yan going!”tir. Milli maçta futbolcularımızın hali pür melalini gördükten sonra bundan sonrası için battı balık yan gider türküsünü dilimize pelesenk edeceğiz galiba!
Memlekette ne kadar da mevzuata uygun bir yaşam var onu sorgulamamız lazım gelir. Ve ne kadar yan gelip yatan var onu da sorgulamamız gerekir. Ve ne kadar da işine ruhunu katan var yahut ruhunu kaçıran var onu da bilmek icap eder. Aynı zamanda bir futbolcuya toplu olarak küfretmekte pek makul ve edebe dair bir hareket değildir. Biz bu değiliz!
Ruhlarını yitirenlerin, heyecanlarını kaybedenlerin hiçbir işte başarılı olamayacağı gün gibi aşikârdır. Oysaki insan ruhu ateşlenmemiş fitil gibidir. Birazcık o fitil ateşlenebilse bugün milletin burnundan fitil fitil gelmezdi maçlarımız.
“Bir Türk dünyaya bedeldir.” diyoruz da 11 Türk Avrupa Şampiyonası’na dahi gidemiyor bugün! Türk Milli Takımı’nın dünkü hali buydu.
Battı balık yan gider ya da battı hırvating yan üç sıfıring!
Ağzı olan konuşuyor ülkemde… Sporda, şikede, depremde, terörde, şiirde gazelde… Velhasıl herkes her şeyde uzman ama tek kendi mesleğinde uzman değil! Her üç kişiden dördü şair, her dört kişiden beşi yorumcu, her beş kişiden altısı doktor, her altı kişiden yedisi siyasetçi… Ayrıca yetmiş milyon şair var ülkemde… Gazete ve dergi satılmayan - satılanların çoğunun spor ve magazin gazetesi olduğu- kitap satın alınmayan ve okunmayan, yazmayan ve yazamayan bir ülkede yaşıyoruz.
Neler yapmadık bu vatan için
Kimimiz öldük
Kimimiz nutuk söyledik! -Orhan Veli-
Arap krallıklarından bir kralın oğlu bizim harp okulundan mezun olmuş, babası huzuruna çağırmış ne öğrendin diye sormuş, oğlu anlatmış:
“KÜLLİYEN BRİFİNG
MAFİŞ İCRAAT
İLLAKİ KOKTEYL” ah güzel ülkem, şu sözü de ne yazık ki duymuştum. “Türk gibi başla Alman gibi bitir!”
Bunun başka bir versiyonunu da paylaşalım:
Türkiye’deki bürokrasiyi tam olarak yansıtan; bürokrasideki uzun zaman kaybını, boş yazışmaları, gerçekleşmeyen icraatları hicveden şu tekerleme gibi Arapça ifadelere bakın:
Yevmel brifing (her gün toplantı),
Mebrulen tahrirat (boş yazışmalar),
Harfiyen itaat (tam itaat),
Mafiş icraat (sıfır icraat)
Van depreminde ölenlerin hepsi mevzuata uygun ölmüştür. Çöken binalar ki asıl çöken o binaların; o sakat ve arızalı binaların o halleri ile ikamete açık olmasına sebep olanlardır, yıkılan kolonlar ki yıkılan yine o sakat anlayıştır ki orada insanların yaşamasına müsaade edenlerdir, enkaz altında kalan canlar ki asıl enkaz altında kalan o canları bile bile göre göre ölüme yollayanlardır.
Tam da mevzuata uygun bir fıkra denk geldi metnimize:
Bir bürokrat şehirden kasabaya gidiyormuş. Bir köyün yakınından geçerken ayağı kayıp bataklığa düşmüş “İmdat!”diye bağırmış “Boğuluyorum, kurtarın beni!” O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.
Adam “Bataklığa düştüm. Kurtar beni!” demiş.
Köylü “Geçmiş olsun!” demiş ama kurtarmak için hiç gayret göstermemiş. Hani neredeyse dönüp gidecek.
Adam paniklemiş ister istemez “Lütfen!” diye yalvarmış. “Bir dal uzat. Kurtar beni!”
Köylü “Olmaz!” demiş. “Sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin. Hazineden bir şey almak suçtur!”
“Ölümle yüz yüze gelmiş bir insana söylenecek şeyler mi bunlar? Sen, dalga mı geçiyorsun?” diye bağırmış, ağzına dolan çamurlara aldırmadan. “Ölüyorum. Kurtar beni!”
Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş. “Ben Hazineden mal alıp suçlu duruma düşemem. Fakat seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakamı, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Mal müdürüne sorulur. Şayet, hazine arazisi değilse, vali itfaiyeye talimat verir, itfaiye de seni kurtarır.”
“Yahu!”demiş adam. “Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm.”
Köylü gülmüş. “Ben ölmezsin demiyorum ki!”demiş. “Ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!”
Mevzuata uygun ölmek ne kadar da kolay bugün ülkemde!
Bir gün sizi de bulur mutlaka mevzuat! Bu mevzuyu sen böyle at!
Son olarak mevzuata hâkim olamayanlara, halkın diline aşina olamayanlara ve onları dikkate almayanlara ve içine düştükleri zor durumu idrak edemeyenlere ithafen şu hikâyeciği paylaşıyorum.
Köy enstitüleri zamanında doğu illerimizden birinde öğretmenlik yapan bir memur, bakanlıktan mektup yoluyla yakacak için ödenek ister. Bakanlık ödenek yerine bir mektup gönderir. Mektupta okulda şimdiye kadar ne yakıldığını ve öğrencilerin ne ile ısındığını sorarlar. Öğretmen hiçbir yakacaklarının olmadığını, idareten öğrencilerin velilerinden temin edilen tezek kullandıklarını, acilen ödenek gönderilmesini söyleyerek bir mektup daha yazar.
Bakanlık yine bir mektup gönderir. Tezeğin ne tezeği olduğunu ve kalorisinin ne kadar olduğunu sorarlar. Ödeneğin gelmesini beklerken bir mektup daha alan öğretmen sinirlenerek kısa bir not yazar ve postaya verir;
Tezek boktur, miktarı çoktur, kalorisi yoktur.”
İşte memleketin gayriresmi resmi…