- 867 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Uff- 12
الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
“Elif, Lâm, Mîm. İşte (o eşsiz, mucize) Kitap: Onun (Allah tarafından indirildiği ve baştan sona hakikatler mecmuası olduğu) hakkında hiçbir şüphe yoktur. O, muttakiler için ayn-ı hidayet bir yol göstericidir.” (Bakara sûresi, 2/1-2)
’Cenab-ı Hak, bizi takva ehlinden eylesin...’
Radyoda aynı frekansta Kuran-ı Kerim okunuyor. Penceresi kapalı evin, ılık bir hava içeride. Ara sıra dışarıya bakınıyorum. Tabiat bana sabırlı olmam gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Hissiyatımda sırr-ı vahdetle kıymet alasım var. Cevapsız bırakılmayacak iki dalını yükseltir gibi, ağaçların hadsiz ihtiyaçlarıma çare bulma seanslarına göz kırpıyorum. Mesrurum, ama perde altında zeval yumurtacıklar görüyorum. Korkuyorum. Lâkayt, şirk ve küfürle gayet muhabbetli ruhuma sukut ettirme gayretim var. Beşer olma mahiyetimde batıl maksatlarım külliyen dehşetli yaralarıyla, maziden hüznüme şahitler bırakıyor. Tedavi edilmeyecek kadar korku içindeyim; susmam yakın!
Nisyan evvelde de, ahirde de mizacıma müstahak! Rızkımın temelli nimeti şükür iken, fikriyatımın kapanan ve de tekrarlanan günah çemberinde, ubudiyetimin hasılı kemaline erdirtecek ve de baharın neşveli halini intac ettirecek yağmurlar çok uzakta! Armağanımın hiçbir cihette Zat-ı Latifine verilecek ve de Hâlık’ına layık olacak hükmü yok. Ehemmiyetli gönül makamı kirlenmiş ve de lime lime hidayetin parmakları. Reddedilen birkaç asırlık dua buluyorum; fakat Bişr-i Hâfî’lik bir mevcudiyet mermerimden ırakta, daire-i kesretin varoluş gayesinden müşkülatlı badireleriyle çok bedbaht haliyle, kat’iyle ispat edilmiş ölüm muannit yanımla kavgalar içinde.
—Sanki hareketin tamamını yapıyorlarmış gibi!
Pencere ardında bir gölge, bana bakıyor. Seslenmesini istemek için gözlerim ağlamak vazifesine dikkat kesilmiş. Kısacık fani hayattan ne istiyorum, ben de bilmiyorum. Bir güvercinin kanadında kentler taşıtan melekler Rabbin perdesinde nemli gözleriyle, ceylanların misk kokulu yüreklerine dokunuyorlar. Güvercin arzuların külfetli bir yanında, kainat susmaya yakın zihayat resimlerin son uykusunu almaları için terennüm eyliyor.
—Bana aşktan bahset, bana aşkı anlat! Ben biçare kulum, ben ellerinden tutamam güllerin, ellerimi kanatır dikenleri. Beyhude geçen ömrüme, sevgilerin yolunu bulmayan, biçare kaldığım şu dünya içinde, bana aşktan, sevmekten, yaşamaktan bahset!
Ben, zihnimin düşsel avuntularında aynı kitabın ezberini yapan muvaffakiyete ulaşamamış bir talebeyim. Ben ne edeyim? Elim kolum bağlı, susmak töremde dua bir nevi. Sabırla yoğrulan toprak gibi tarihim, mektuplarımda köşeleri yakılacak aşklardan ırak; bana mı sorarsın ey güvercin?
Bana öyle baktıkça, içim donuyor ey güvercin! İkimizin de üzerinde turası bulunan Zat’ın pek şahane mucizesiyken, müstakbel ölümlere ait hayatımın hangi fevkine dokunabilirim ki! Evet, Mecnun çöllere düşmüştü. Ağzında zikir gibiydi; ‘Leyla, Leyla…’ Ferhat muhabbetin azabında dağları delebilecek kadar sabırla aşka tutuşup, yanmıştı. Züleyha her görüşünde aşığının yüzünü, ölmek istiyordu; aşkının muradına erercesine acılar çektiğini düşünüp ve ölmek! Ama tutunduğum şu hayal manzumesinde hangi şimşeğin beyzasına kanabilirim ki!
— Herkes bu vaziyete düşmek zorunda mı? Allah (c.c.) ‘…batıp gidenleri’ ne kadar seviyordu ki, biz de bu yollardan geçmek zorundaymışçasına hayatı yaşıyorduk?
Mahbubu fani olanlardı, sabırsızdılar ve gül yüzlüler karşısında bitap düşmüşlerdi. Ama belki de bir süre; ‘Summun, bukyun, umyun’ hükmünde yaşıyorlardı. Yalan değildi muhabbetleri, gönülden muhataplarına iştiyakları vardı; ama Kuran’ın bu hükme dair Rabbimiz tarafından bahsi farklı bir mevzu ile de olsa, Tabiun veyahut Tebe-i Tabiin’den olan bir mümine gibi, biz de kelimelerimizi esas kaynaktan seçmemiz gerekiyordu. Aşk’a dair, aşk’a dair; ne varsa gönlümüzde, bizde onu verene karşı hürmetle yaklaşmadığımızdan mı bela içinde yakarışlarını duyuyorduk şu böceklerin, kuşların…?. Evet, summun nazarıyla yaşadılar; sağırdılar, bukyun; dilsizdiler, umyun; kördüler. Hakikat içinde, farklı bir rabıtaya aşk ile düştüklerinden, pervane gibi mum etrafında dolaşırcasına sevgililerin ardınca koşmuşlar, sonra da esas muhabbetin varlığını kavramışlardı. Ya ben güvercin? Ya şurada oturanlar, ya şurada; ya şurada beyhude bir yalana tabi olanlar? İstemez miydim ben de kırmızının dehlizlerinde uçsuz bucaksız rüyalara dalayım. Ama sen söyle ey Sani-i Kadir’in, Hakimin yüz bin nakşıyla yaratılmış güvercin, söyle! Batıl içimde cesetlerimin ihyasına misalleri söndürürken gece misali; şemsler bulabilir miyim göğümün mavisinde emsalsiz bir halde?
—Eşyanın üzerinde fenalık damgası gözüktü!
İnsan aciz, insan eksik… Hayatta en zengin, en donanımlı ve en lüks yaşama sahip olan insan bile olsa; ihtiyacını gidermek adına, tüm insanlar gibi aynı yollardan ihtiyaçlarını giderme peşinde. Belki birisinin boğazından bin liralık bir şey geçer, diğerinin ise beş kuruşluk! Mesele eksikliğimizi unutmadan yaşayabilme hadisesi! Peki, yaşayabiliyor muyuz? Hayır; ölüyoruz. Toprağın üzerine düşen yapraklar misali ben de ölüyorum. Güvercinin gözlerinde hüzün; beraberce ölüyoruz. Ama bin kez de ölsek; yine hayat sahibi olacağımızı biliyoruz. Kıyametin oluşu gözlerimin açıp kapama aralığında muntazam bir eyvah! Duyuyorum ezelden o sesi. Zamansız hicretlerimin misafirhane sahibine intizam olunmayan, derdest edilmiş edası var. Şaşmaz doğru, kundağının içinde ‘bebek’ kokan bir insanın nuru. Muhabbet kıstası hikmet-i ilahiyenin abdine verdiği yüksek bir meziyet! Yaşadığı ömür de, gönlünde ki muhabbetle birine bağlanmak istemesi elzem. Bu varoluşun temel içgüdüsü. Bunun asıl gerekliliği, yaratıcının kullarını kendini sevmelerini istemesi. Böyle değil miydi? Yoksa hani bir kadın yemek yapar da, kocasına beğendirmek istemez mi, muhabbetle o yemeği yedirmek istemez mi? Teşbihte hatanın cevazlık bir sorgulaması olabilir, velâkin mevzu; muhabbetin varlıklarda ki derinliğine inerken timsallik kıvrayışların irdelemesi olması lazım. Bunu bana hatırlatan güvercin nereye uçtu?
-Şimdi bir ecrâma kanat çırpıp gideceğim
Ruhum duraksayacak vahdetinde ilkin
Sonra iman gözüyle hilkatime görüneceğim
Yaralı bir kuş olmanın sancağında ümitlerim
İmanıma katılıp, dersini verecek ism-i Hakim
Tek teselli, gönlüm eder de beni ara sıra talim
Yine de korkutur temelli, müstahak mıdır efendim?
Bilmem ki; Allah’ı unutmaktan mıdır bu sefilliğim?
Hayatım hakikatlerin penceresinde geçmesi gereken bir han. Lezzet ve saadetimi çok uzakta aramaktan, niceleri gibi daha yolun başında yorgun düşmüşüm. Gönlünün ateşiyle bakır testileri ısıtan Hüdai olmakta esas huzur. En saf ve de en halis saadet iman içinde. O’nun terbiyesi altında yaşamak, O’nun nazarıyla tezahürlere mana vermek ve de O’na muhtaç olmak maksat! Şefkatli, merhametli ve de gayet yarattıklarını sevindirmekte sınırı olmayan ve onlara en yardımcı, tek yardımcı olan Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a muhabbet asıl işlin bahsi! İşin esrarı asırlardır sahnede, aşkın en berrak hali derininde. Tekrar tekrar çoğuna dedirttiği gibi; Sûrelerin nuruyla kalk, imanına sahip çık; Allah’a hamd et!
Pencerede yanak izim soğuğa mukavemet etmekten yorulmuş. Dalıp gitmişim çok uzaklara. Kendimden bihaber yaşadığım günlere mi intizarım, yoksa gelecekte başıma gelecekler için mi; cilvesinde Cemil-i Zülcelal’ın susuyorum; susmam gerekiyor!
Uff- 12 Yazısına Yorum Yap
"Uff- 12" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.