- 1051 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİR 10 KASIM DAHA
BİR 10 KASIM DAHA
BEN BUGÜN ATATÜRK’Ü GÖRDÜM
Dr. Sadık Özen
Her yıl, 10 Kasım günleri saat 09.00 da Cumhuriyet Meydanı’ na giderek, Atatürk Anıtı’na çelenk koyma ve saygı duruşunda bulunma törenine katılmak benim için onurlu bir gelenek olmuştur.
Bu yıl farklı bir şey yapmak istedim ve daha gün doğarken kendimi Cumhuriyet Meydanı’nda Atatürk Anıtı’nın önünde buldum. Henüz hiç kimsecik görünmüyordu ortalarda. Güneş ışınları da vurmamıştı alana. Sessiz, sakin, bulutlu ve kasvetli bir hava vardı. Sadece denizden esen hafif rüzgarın kıpırtdattığı yaprakların, bir ninniyi hatırlatan hışırtısı duyulmaktaydı.
Ağır adımlarla anıta doğru yürüdüm. Önüne geldiğimde önce saygı duruşunda bulundum. Sonra da Büyük Atatürk’ün, Kahraman Silah Arkadaşlarının ve Aziz Şehitlerimizin ruhlarına fatihalar okudum.
Son derecede duygulanmıştım. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşımızda yaşananları düşündüm. Büyüklerimden dinlediğim kahramanlık öyküleri canlandı belleğimde. Bugünlere nasıl kavuştuğumuzu ve bunun nelere malolduğunu yorumladım. Bir taraftan gururlandım, bir taraftan da hüzünlendim. Geçmişte yaşananların değerini yeterince bilemediğimizi ve geçmişten yeterince ders alamadığımızı düşünerek üzüldüm.
Sonra 1938 yılında Kangal’da geçirdiğimiz 10 Kasım günü canlandı gözlerimin önünde. Annem, babam, ablam ve komşularımızla birlikte hıçkıra hıçkıra ağladığımızı anımsadım. Türk Milleti yetim kalmıştı o gün. Aşık Veysel’in o günlerde yanık sesiyle ve büyük bir içtenlikle okuduğu "Ağlayalım Atatürk’e" türküsünü onunla birlikte mırıldandım.
Alan yavaş yavaş aydınlanmak üzereydi. Bulutlar yükselmiş günün ilk ışıkları gökyüzünü pembe, mor ve mavi renklerle bezemeye başlamıştı. Bir taraftan da güneş ışınları yavaş yavaş Cumhuriyet Meydanı’na yayılıyordu.
Adeta sihirli denilecek bir ortam oluşmuştu. Son derecede duygusallaşmıştım. Bir anda, az öteden bir ses geldi kulağıma. Başımı o yana çevirdiğimde, bir de ne göreyim: Gazi Mustafa Kemal paşa. Deniz renkli gözleriini, seyre daldığı engiz denizden ve Beydağları’nın olağanüstü güzelliklerinden bana doğru çevirmiş, büyük bir sevgi ve şefkatle bakmaktaydı.
Gördüklerim inanılacak gibi değildi. Tepeden tırnağa bütün hücrelerimde büyük bir yangı hissettim. Bütün vücudumu bir titreme aldı. Oracıkta düşüp bayılabilirdim ve o anda bu çok olağan sayılırdı. Kendimi toparlamaya çalıştım ve adımlarımı nasıl attığımı bilemeden O’nun karşısında buldum kendimi.
"Buraya gel çocuk !" diye seslendi bana. İşte şu anda bu olağanüstü insanın tam önündeydim. Başımı sıvazladı, elini yavaşça sağ omuzumun üstüne koydu ve "seni tanıdım çocuk" dedi ve ekledi: " Dört yıl önce, 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de karşılaşmıştık seninle. Yine bu saatlerdeydi." Dilim tutulmuştu. Konuşamıyordum. Dizlerimin bağı çözülmüştü, ayakta bile duramıyordum.
Aynı şefkatle, "Rahat ol ve beni dinle" dedi. Sonra da yakamdaki rozeti gördü: "İşte biz bu bayrak için canımızı ortaya koymuştuk" dedi. "Beni yeterince onurlandırdınız, bedenimi toprağa verdiniz ama ruhumu göklere yükselttiniz. Ben mutluyum. Ama benimle birlikte savaşan kahraman arkadaşlarımı da sakın unutmayın. Çünkü Kurtuluş Savaşı’nı onlarla kazandık"
Bir şeyler söylemek istiyordum, ama konuşamıyordum. Adeta çenem kiltlenmişti. Bunu anlamış olacak ki hep kendisi konuştu: "Beni takip ediyorsunuz, izimden geliyorsunuz. İlkelerime bağlı kalmaya, yaptığım devrimlere sahip çıkmaya çalışıyorsunuz. Bu konuda sıkıntılarınız olduğunu biliyorum. Ama umutlarınızı sakın yitirmeyin. Beklemesini ve sabırlı olmasını bilin. Dik duruşlarınızı sürdürün. Damarlarınızdaki Türk kanı her zorluğu yenmenize yetecektir."
Sonra kısa bir soru yöneltti bana: "Ne iş yapıyorsun sen?" Zorla ve kekeleyerek "Doktorum" dedim. Söyleyebildiğim tek sözcük bu oldu. "Doktorları iyi tanırım çocuk. Aralarında Refik Saydam ve İbrahim Tali Öngören gibi yakın arkadaşlarım var. Ölümü bile göze alarak; benimle Bandırma Vapuru ile Samsun’a geldiler. Erzurum ve Sivas Kongreleri’ne katıldılar."
Hafızasını yokluyormuş gibi kısa bir süre bekledikten sonra konuşmasını sürdürdü: "Tıbbiyeliler adına Sivas Kongresi’ne katılan bir Tıbbiyeli Hikmet vardı. Amerikan mandacılığını kabul etmiyoruz diye var gücüyle bağıran 18 yaşında yürekli bir genç. Tıbbiyeli Ruhu’nu iyi billirim ben. Beni Türk hekimlerine emanet ediniz sözünü boşuna söylemedim !.. Kurtuluş Savaşımız dahil, tarihmiz boyunca tıbbiyeliler milli mücadelemizin en ön saflarında yer almışlardır."
Sonra elini omuzumdan çekerek öne doğru birkaç adım attı ve son söz olarak şunları söyledi: "Bütün sıkıntılarınızı biliyorum. Çözüm, Gençliğe Hitabe’min ve Bursa Nutku’mun içinde saklıdır. Zamanı geldiğince şifreyi çözersiniz." dedi ve yeniden engin denizlere bakarak "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir" komutuyla hedef gösterdiği Akdeniz’e doğru yürüyüp gitti.
Ne yapacağımı bilemez halde yoluma devam ettim ve kendimi Cumhuriyet Meydanı önündeki kafeteryede buldum. Arka arkaya içtiğim iki bardak demli çay hem içimi ısıttı, hem de beni kendime getirdi. Saat 09.05 ’teki siren sesiyle anıt önüne geldim ve saygı duruşunda bulundukran sonra meydandan ayrıldım.
NUR İÇİNDE YAT ATAM, SANA MİNNETTARIZ. YAŞADIĞIMIZ SÜRECE İLKELERİNE SAHİP ÇIKACAĞIZ. SENİN İFADE ETTİĞİN GİBİ TÜRK MİLLETİ SONSUZA KADAR PAYİDAR OLACAKTIR.
10 Kasım 2011
www.edebiyatdefteri.com
www.antalyabugun.com
YORUMLAR
sadikozen
sadikozen
Bu anlamlı ve özel günde Atatürk'ümüzü özlemle anıyoruz ve arıyoruz.
Sayın Doktorum, değerli yazınızı beğeni ile okudum,,,
Saygılar sunuyorum.