- 650 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ruhikizi
1.
A : şiirlerinizin yer yer alıntı olduğunu, yer yer esin olduğunun farkında mısınız. Şimdi örneklemeye gitmeyeceğim…
B : Söylediklerimin büyüklerin söyledikleriyle örtüşmesinden utanç değil olsa olsa bir övgü payı çıkarabilirim.
Şiirlerimin altına yazılan yorumlar içinde en hoşuma gidenleri sizinkiler oldu, desem hakkımda yanlış çıkarımlarda bulunmanıza mı yol açarım? Lütfen içtenliğime inanın.
İki büyük ustam: Nietzche ve Goethe’yi anadillerinde okuyabilme şansına sahip olmanıza gıpta ediyorum. Bunu yapabilmek için neler vermezdim!
Gerçi bu ustaların iyi bir okuru olmanız şiirlerimi eleştirmek için size yeterli malzeme vermez. İlettiğiniz ’tan’ noktalarına ileriki aşamalarda değinmek daha yararlı ve üzerlerine daha çok düşünülmüş, özümsenmiş, sindirilmiş hakikatlerle olur..
Uygun görürseniz sizinle yazışmak isterim. Hoşuma da gider.
A : Ben o eleştirileri sizi utandırmak veya gücendirmek için değil, sadece okurun ne okuduğunu bilerek okuması için yazdım…
Sanırım bunun öyle olduğunu siz de anlamışsınızdır, bir de çok açık seçik etkilenmenin olduğunu görünce yazamadan edemedim -bunu biz de gizli gizli yapıyorlar- .
Herşeye rağmen mükemmel. Bunu da belirttim bir yerde…
B : Rica ederim... Asla yanlış anlamış değilim... Emek verilerek, kafa patlatarak, alıntılar yapılarak getirilmiş eleştirinin başımız üzerinde yeri var. Keşke okuyucular, Nietzche’nin ne anlama geldiğini bilseler. Sanıyor musunuz ki pohpohlanmalar hoşuma gidiyor? Öylesine geçiştirilmek hangi gayretli insana sevimli gelebilir? Yazdığım hiçbir şeyi kitleler okusun diye yazmadım; bir kaç iyi dostu mutlu etmekti amaç. Ne gizleyeyim sizden, belki bir kaç sevgili de eklenebilir bu küçük topluluğun içine... Bir şekilde böyle bir geniş yayınla karşı karşıya gelmeye zorunlu bırakıldım. Oldu bitti her şey. Şimdi başka sıkıntılarla başbaşayım. Çok ilginç ve alt seviyeden hakaretlere maruz kaldım. Övmek olsun, yermek olsun içindedir bu hakaretlerin.
Bana en sevimli gelen övgü asker Ömer’in övgüsü idi: ’Ağabey, ben şiirden anlamam’ demişti nöbet kulesinde, bir şiirimi ona okuduktan sonra. Eklemişti: ’Ama bu şiiri öyle hissettim ki, eğer yazsaydım aynısını yazardım...’ Ben kendimi şiirde aşamadığım gibi, bu övgüyü de aşan olmadı...
Anlamamaktan yakınıyor pekçoğu.. Belki bir gün anlaşılır.. Anlaşılmasa da önemli değil, biz sözümüzü söyleyecek sonra çekip gideceğiz... Öyle değil mi?
Ç…’yi denemenizi isterdim. Nietzche’yi orada daha etkili ve yoğun bir şekilde görebilirdiniz.. Bu adam üzerinde duruyorum, çünkü hiçbir şeyi tamamlayamadan gitti dünyadan... Ve bıraktığı dersiz topsuz şeyler hiç kimsenin bir işine yaramıyor. Belki ben kıyısından köşesinden tamlayabilirim onu. Bütün arzum budur...
A : Size kolay gelsin, ben bu yükü taşıyamam.
B : Demek gidiyorsunuz, düşüncelerinizi alarak.
2.
A : Benim ki gitme değil, sanki anlaşılmadığımızı düşünerek küskünlüktü. Ama şunu anladım bu arada, evet bir sözümüz var onu da söyleyip gideceğiz.
Bilmiyorum ne zamandır varoluşun farkındasınız! gördüğüm şu; benden fazla yol almışsınız. Neyse (hiç sevmediğim bu sözü çok kullanırım kusuruma bakmayın) ben ekmeğe ekmek derim, suya da su, nefes alıyorsam buna da soluk derim, hava derim. Kaçmak bize göre değil biliyorum ama yaşadığım olaylar öyle ele avuca sığan şeyler olmadığı için bıktım bu tartışmadaki insan tiplerinden. Herşeye rağmen irademin yettiği kadar burada olacağım buna inanın, niye bilmiyorum belki gönül yoldaşlığı diyelim.
B : Bana ve takip edebildiğim kadar Ç…’ya yazdıklarınızdan farklı bir kişiliğiniz olduğu sonucuna ulaşmak zor değil. Başka şekilde alçakgönüllüsünüz. Başka şekilde değer veriyorsunuz..
Ama lütfen değer almanızın kapılarını da kapatmayın.. Değerlisiniz, aşikar. Her insan sizin ayarınızda olmayabilir. Siz ve ben farklı olabiliriz ama sıradan olana da katlanmak gerek. Kaldı ki farklı olmamız daha değerli olduğumuz anlamına da gelmiyor...
’Benim insan sevgim, başkasının duygusunu paylaşmakta değil, paylaştığım duyguya katlanabilmektedir...’ diyor Nietzsche...
Bir insan kendisini küçümseyerek yüce olana varabilir mi? ... Siz ve ben, ikimiz, kendimizi küçümsemekten başka ne yapıyoruz?
Dolusu insan okuyor Ç…’yi... Ama kim (kaç kişi) ne anlıyor ondan?
Dediğimiz gibi: biz sözümüzü söyleyip çekip gideceğiz...
A : Katlanmak… tamam bir yere kadar diyorum (kendi adıma) ama birşey var! Anlaşılmamak gücüme gidiyor, elbette bunun da üstesinden gelebiliriz normal yaşamımızda, ama gel gör ki bu sanal iletişime hiç alışamadım -oysa yıllardır içindeyim- . Açıklıyayım biraz… öğrenme-anlama istenci vardır ya insanlarda. şimdi bakıyorum burada veya çevremde ki insanlara da öğrenimini bitirmiş, ölüme hazır bekliyorlar.
Ama ne gariptir ki ölmeyi istemeyen insanlar dolu heryanımız. Hadi diyorum bunlar utanmayı bilmiyor bari ben utanayım onlar adına, bunu da kendi hanelerine yazıyorlar.
Sevgi sözcüğünü örneğin öylesine ucuz kullanabiliyorlar ki (sanki bunları niye yazıyorsam) sadece şehvet uyandırıyorlar.
B : Çektiğiniz acılar ve kalabalıklarda hissettiğiniz yalnızlık bana yabancı duygular değil. Sıkıntı insanın içinden kaynaklı olunca ikinci üçüncü kişilere susmak düşüyor. Ne yazık değil mi? Sizi en çok sevenin de sizin en çok sevdiğinizin de bir yardımı dokunamıyor size. İsa peygamber, ’Tanrım! Neden beni yalnız bıraktın? ’ dediğinde belki aynı sızıları duymuştu içinde. Ben o yalnızlığı hissettiğimde o güne kadar ömrümü sürmüş olan dünya görüşünü de terk ettim.
Varoluşa bir anlam verdim ve dedim ki: ’İnsanın dünyada varoluş amacı, sahip olduğu yetenekler doğrultusunda kendini en mükemmel şekilde ortaya koyabilmesidir.’ Ancak o zaman (inanç durumunuz konusunda bir şey bilmiyorum. Ben bir varene olduğuna inanıyorum. Neden inandığım bir başka konudur. Belki birlikte bu sınırlara da girebiliriz) yaratıcı karşısında benlik gerilimini yaşıyabiliyor, ancak ondan sonra huzura kavuşabiliyoruz. Ya da öyle olduğuna inanıyorum ben. Çünkü henüz o huzuru yakalayabilmiş değilim.
Varoluşa eklediğim bir terim vardır: ’yerinde sayma’
Mutasavvıflar (Muhyiddin, Hallac gibileri) ve batılı mistikler (Spinoza gibileri) varoluş yolunda ilerlerken bir yerde saplanıp kalmışlar ve yerinde saymaya başlamışlardır. Ve ömürleri boyunca oradan çıkamamışlar, bir adım daha ileriye gidememişlerdir.
Neye diyorum ’yerinde sayma’?
Yetenekli bir insanın sıkıntısından kurtulamaması. Biz ona yaşayan kelimeyle ’acı’ da diyoruz. Ç…de sözünü ettiğim ’acı çekme’ aslında sıkıntıdır. Ve B. sıkıntı çekmektedir, yani yerinde saymaktadır.
’Yiğit yarasından yiğit anlar’ demiştik. Belki A. bey, siz bu sancıyı hissediyor, özümsüyorsunuz. Size pek tanıdık ve dost geliyor. Ama okuyucuların kaçı bu sancıdan bir şey anlayabiliyordur sizce? Kimse. Ancak yetenek sahipleri...
Sizin ve benim yaşadığımız yerinde saymadır. Dikkat ederseniz aslında bu yerinde saymanın bize keyif verdiğini göreceksiniz. Çünkü yerinde sayarken içten içe ayrık ve üst olduğumuzu görüyor, seviniyoruz.
Ben diyorum ki yerinde saymadan kurtulduğumuz anda –kurtulabilirsek- normal insanların içine bir bilge olarak katılabileceğiz. Normalleşeceğiz ama bilgeler olarak.
Ve Nietzsche’nin buraya kadar gelemediğini söylüyorum. O da yerinde saydı. Ve bunun nedenini göremediği için bilgelere sövüp saydı.
3.
A : Galiba sır perdesinin önünde bocalıyoruz. Aynanın ardında sır olmasa ayna gerçeği yansıtmazdı, o sır’rı kaldırınca da kişinin yokluğu başlıyor.
Sanırım buraya kadar hemfikiriz. Sizin ’yerinde sayma’ dediğinizde bu olmalı.
Evet aynanın karşısında durmak insana her ne kadar sıkıntı, acı versede, bir şekilde orada mutlu oluyoruz -ego tatmini-.
İmdi aynanın ardındaki sırrı kaldırmalı mı, kaldırmamalı mı?
Muhyiddin, Hallaç veya Nietzsche neden o sırrı kaldıramadı? ya da kaldırmaya güçleri mi kalmamıştı!
Sanırım sizin de gözünüzden kaçmayan bir şeyi söyleyeceğim; Varoluşun ardında ki sırra eren her kişi bir şekilde yokolmuştur -delirerek veya delirtilerek veya da öldürülerek-
Burda aklımıza ister-istemez şu fikir geliyor: Korku.
İnsan olduğundan daha mı korkaktır, ya da daha mı cesur. Nietzsche insanın cesur olduğundan bahseder, sanırım yanılgısıda orada başlar, şöyle ki; cesaretin temelinde korku vardır, korkunun temelinde de cesaret. Aynanın ardında ki sırrı açmak için korku gerekir, cesaret değil. Korku genelde bilinmeyenden oluşur ve korkuyu gidermek için bilmeyi ister insan, tersi cesaret için de geçerli.
Sanırım bu bocalamayı bir müddet daha yaşayacağız.
Varene inaniyorum demişsiniz tam anlayamadım -eğer dediğiniz vareden anlamında değilse- biraz açıklarsanız o sınırlarda da konuşabiliriz. Ama çok hoş bir sözcük, Yaren’i cağrıştırıyor.
B : Varen kelimesine ilginiz çok hoşuma gitti, keşke dediğiniz gibi bir anlam taşıyabilseydi ben de onur duysaydım. Ama ne yazık ki sadece bir yazım hatası. Düşündüğünüz gibi ’vareden’ olacaktı.
Anlamsız işlerle boğuşuyorum, tutuk bir insanım.
A : Size şunu söyleyeceğim: kelimeler sadece anlama yol gösteren işaretlerdir -bunu benden iyi bildiğinizi bilerek yazdım-
Yeni bir sözcük, yeni bir dize yazmayacaksak sanırım yazmanın da bir anlamı olmasa gerek. Yoksa siz anlamsız şeyler mi yazmaya çalışıyorsunuz?
Her neyse, sadece şunu bilmek isterdim -açık yüreklilikle- inancınız neye, nereye kadar?
B : Yazdıklarım bir tür denemedir. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri söylediğimin farkındayım. Saint-Beauve der ki, ’ yer ve gök arasında söylenmedik tek bir şey kalmamıştır...’ Doğrudur...
Rilke de der ki, ’eğer hayata tersten, yaşlı olarak gelseydim yazacağım ilk şiir son şiirim olurdu’ Doğrudur...
İnsan hayata yalnız olmak için de gelmiyor kanımca, sevgili A…, kalabalık olmak için de... İnsan hayatta ruh ikizini bulmak için var. Klişe bir deyimdir ’ruh ikizi’ deyimi, ama epey iş görüyor... Bütün yazdıklarım bir tek kişinin, ruh ikizimin dikkatini çekmek içindir. Her şeyi onun için yazmaktayım ve daha kim olduğunu bile bilmiyorum... Belki bir sevgili olacak bu kişi belki bir dost... Böylece onu hak etmiş olacağım ve onu bulduktan sonra susacağım...
İnancım da budur ve onu bulana kadar devam edecek bu arayış...
A : İyi insan-kötü insan mutlaka hepsi var, ama doğru insan -bu sizin tanımlamanızdı- denk geliyor mu süzgecimize…
Sorun bu değil mi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.