aşk...
“Aşk, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktır.” Montaigne
Filozofun kastettiği “tat”, “boşalma hazzından” başka hiçbir şey değildir. O tada susamak da şu bildiğimiz “cinsel arzu”dan ibarettir.
“Aşk”ın en doğru tanımı işte bu açıklamadan çıkar: AŞK, BOŞALMA HAZZINA DUYULAN ARZUDUR…
İnsan insana, hayvan kendi cinsdaşı hayvana arzu duyar; o halde aşk tüm yaratıkların yaşadığı bir duygudur.
Kibir ve işgüzarlık insan olmanın bir sonucudur. Kibirimiz malik olduğumuzu sandırır tanrısal özelliklere ve işgüzarlığımız da şeytani özelliklere…
Aynı yazgının buyruğundaki tüm yaratıklardan kibir ve işgüzarlığımızla ayrışırız ve tepeden bakarız onlara. Kibir ve işgüzarlık zincirleriyle bağlanmış eller, insanların dışındaki varlıkların da aşk duygusuyla değil belki, ama aşk işgüdüsüyle karşıt iki cins olarak yaratıldıklarını yazamamış. Evet, aşk tüm yaratıkların hayatında var olan bir duygudur. Tüm varlıkların kesişme noktasıdır aşk…
Socrates, kibar bir adam olarak, “aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma isteğidir,” diyerek yapmış tanımını. O da, çoğalmanın cinsel ilişkiyle olduğunu, cinsel ilişkinin de güzelliğin aracılığını yaptığını gizlemek istememiş.
*
Tanrı, insani üstünlük addettiğimiz aşkın haz noktalarıyla, üre ve dışkıların atıldığı noktaları, “siyam ikizleri” gibi birbirine bağlı, yan yana monte ederken, ne düşünmüştür acaba?
Bunun cevabını Platon bile verememiş ki, ben nasıl verebilirim.
Platon, “Tanrılar insanları kendileri için oyuncak diye yaratmışlar, onların oyunlarına aklımız ermez,” der.
Bence,Tanrı, güzelliği ve çirkinliği bedendeki yerlerinde yanyana/içiçe koymakla tüm varlıkları iyilik ve kötülükte birbirleriyle dengeli mi göstermek istemiş acaba?
Apartmanlar dikip barınan, besin değerleri tasnif edilmiş gıdalarla beslenen insanoğlu, iş “aşk”a ve “dışkı”ya gelince bir farklılık yaratamamıştır. Ya da, yaratabildiği farklılıklar, üremeyi tüplerle, hücre bölünmeleriyle, sezeryanlarla orijinalinden daha negatif mecralara taşıyabilmiştir.
İnsanlar, aşk konusunda hayvanlardan bile geridirler. En azından onlar aşkı utanılacak, gizlenecek bir duygu olarak değil, alenen yaşamaktadırlar.
Oysa, hepimizin yaratıcısı aşk değil midir?
Cinsel arzu, Tanrı’nın bir armağanıdır, ayıplamak, kötü saymak doğaya aykırı olmak değil midir? İnsanı yaratmak için kapalı kapılar ardında, karanlık odalarda sinmek kadar aptalca bir şey daha olabilir mi? İnsan, Tanrı’ya en yakın olduğu yer olan “yaratıcılığını” utanılacak, ayıplanacak bir eylem olarak gizliyor... Komik, ya da aptalca!
Eksik akıllı insanların uydurduğu yasalara harfiyen uyarız da, Tanrı’nın yasalarına uyarken neden utanırız ki!
“İnsan dediğimiz varlık ne korkunç bir varlık ki, kendinden bile iğrenebiliyor.”Montaigne
.../...
YORUMLAR
Bu yazının ana fikrini anlayamadım. Milyonlarca insanın çok daha farklı düşünceler ve duygular içinde olduğu bir günde yayınlanmış olmasını da anlayamadım. Hele hele de 12 yaşındaki bir kıza tam 26 kişinin Tanrısal bir arzu ! duyarak tecavüz etmeleri ve mahkemelerin de bunu kızın Tanrısal bir arzu olan ! kendi cinsel arzusu çerçevesinde, kendi rızasıyla kabul etmesi sebebiyle faillerin suçlu sayılamayacağına dair verdiği o kararın tartşıldığı bu günlerde kaleme alınmasını anlayamadım.
Anlayamadığım bir başka şey de acaba ''Allah aşkı'' diyenler gözlerini direkt Tanrıya mı dikmişler? Yani kendilerine bu Tanrısal arzuyu verene?
Her neyse. Sanırım ben konuyu anlayamadım.
Selamlar.