Liyakat ehliyete tâbidir iltifata değil
Mısır’ın Ezher Üniversitesi reislerinden Şeyh Baid, Ayasofya’da kıldığı namazdan sonra bir çayhaneye uğrayan Molla Said’e o günkü ünü itibariyle; “Avrupa’nın bugünkü manzarasıyla Osmanlılar’ın hâli arasında ne gibi bir kıyas yapılabilir ve bunlardan her biri hakkında ne düşünürsünüz?” diye sorar.
1905 yılında ve 32 yaşındaki Said Nursî kendisine gelen bu soruyu şöyle cevablar; “Bugünün Avrupa’sı içine düştüğü ve yaşadığı buhran noktasından eninde sonunda varmaya mecbur olduğu netice olarak İslâm’a gebedir. Osmanlılarsa Avrupa’ya gebe..”
Cevab oldukça güzel ve yerinde değil mi? Tanzimat fermanıyla birlikte Osmanlı’ya sızan taklitçilik ve Avrupa’ya yardaklanış neticede millî ve dinî kültür erozyonundan tutun da, idarî ve adlî yapıya kadar hem kurum ve kuruluşlara, hem de personel potansiyele, Batı mukallidi safına götürme cesareti ve fırsatı verdi.
Her ne kadar tamamen bu hâle düşülmese de kısmen meylimiz olmasına rağmen tamamen Batı’nı hükmü altına girilmişcesine bir çok meziyeti (!) Avrupa’dan alır olduk. Avrupa içine düştüğü ve yaşadığı buhran noktasından henüz İslâm’a gebeliğini ortaya koyamadı, ama Osmanlı’nın miras eylediği Türkiye’de dinî, millî, ahlâkî ve hattâ siyasî dejenerasyon gün gün ikâme edildi.
Ehl-i Kur’an ile Konstantinepol fethedildi, lâkin o şehir şimdi ne büyük bir buhran içinde. Ahlâksızlıklar yetmezmişcesine her sokağında mantar gibi türeyen hırsızları ve kapkaççıları, morfin pazarlayıcılarının ördüğü melânet ağından nasiblenip nihayetinde bali ve tinerciliğe düştüklerinden şerefsizliğin her türlüsünü yapabilmektedirler.
O Avrupaî buhrandır ki, 6 yaşındaki bir kız çocuğuna önce tecavüz ettiriyor, sonra da başını taşla ezdirerek öldürtüyor. O Avrupa ki dinî ve millî neyi varsa, İslâm ahlâkı ve faziletiyle büyüyen 15 asırlık bir inanç ve anane bütünlüğüne sahib insanlığa külfet geliyor. Şiddet geliyor, rezalet geliyor. Böyle geldiği içindir ki ilim ve irfan kapılarından, kamusal (!) alanlardan inandığı için edebleri ve imanları gereği edeble giyinip kuşananlar geri döndürülüp içeriye alınmıyorlar. Bu hassas noktalardaki menfi emsaller zaman zaman TV kanallarında küfre cazgırlık yapan hatun kişilere de nüksedebiliyor ve başını açmadıkça proğrama almadıklarını evlâdlarına kurşunlatabiliyorlar.
Bugüne kadar dünyada kendi kültürlerini ve öz değerlerini yitirmiş hiç bir milletin varlığını sürdürdüğü görülmemiştir. Bu hususta en manidar örnek tavsiye Prens Matternich’ten geliyor ve diyor ki; “Devlet-i Âli Osmaniye günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı; O’nu bu hâle düşüren sebeblerin başında Avrupalı’laşma gelir. Temellerini III. Selim’in attığı bu zihniyeti devrin cehaleti ve hayalperestliği yüzünden II. Mahmud son haddine vardırır. Bab-ı Âli’ye tavsiyemiz şu; Hükümetinizi dinî kanunlarınıza saygı esası üzerine kurun. Zamana uyun. Çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. İdarenizi düzene sokun. Islah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskilerini yıkmayın. Batı’nın kanunlarının temeli Hıristiyanlık’tır. Türk kalınız. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın temel kanunları, doğunun örf ve âdetlerine taban tabana zıddır. İthal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketlerini ancak felâkete sürükler.
Haydi, diyelim ki; Alman asıllı Avusturya’lı diplomat Prens Klemens von Metternich’i okumadık. Batı yalakalığı Avrupaî buhran doğurdu. Ya Türkiye’nin kurucusu büyük Atatürk’ten dinlediğimiz; “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” tavsiyesini de mi bu millet vasiyet bilmedi ki Avrupa ile bütünleşme adına her türlü rezalete gıkımız çıkmaz oldu. Kıymetini bilmek gerek ki herkes herkese lâf olsun diye ‘Bediüzzaman’ ünvanını veremez. Bu bir liyakat meselesidir. Çünkü Ezher Üniversitesi’nin Reisi Şeyh Baid, ününü duyduğu Molla Said’i yakalamışken herkesin beklediği ve kendisini de şaşkına çeviren bir Batı hâl tercümesini duyar duymaz, O’na bundan böyle liyakatlardan liyakat olan ‘Bediüzzaman’ namını elbette boşuna vermedi.
O hâlde insan bu hâlini lâf olsun diye alamadığı gibi ona bu hâli vermeye de kimsenin hakkı ve tevessülü olmamalı değil mi?
Ama bu devir, küçüldüğü noktadan bir sürü yalaka ve yağdanlıklar vasıtasıyla reziletten fazilet doğurmaya ısrarla ve utanmaksızın devam ediyor.
Geçmişteki makalelerimden; Yeni Güç Gazetesi-27 Mayıs 2005
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.