- 976 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bahanesiz Bir Moladır Yalnızlığımız
Asi/l bir gölge gibi izler bizi aşk
karanlık gecelerin caddelerinde
Yoksul urbalar seçeriz kendimize
... yamalıklı bir sevda arifesinde
Sözler süreriz utangaç dilimize
titrer ruhumuz aldanış şiirleriyle
Bakir/e sevinçler ekeriz ovalara
girdikçe sayıklamalı düşler gerdeğine
Sözün bütün dağılmış tabakalarında kanımızı tutuşturan sevdalar yaşarız, kapılar aralanır uçurum uykularından ve bizler kuşların gagalarından şiirler biriktiririz, yaşama dair deryalara sığmayan yalnızlığımızı anlatmak için. Biliriz ve biliyoruz ki, evrenin yasası içimizdeki ören yerlerinde yaşar. Dudaklarımızın kana yatırılmış imgelerinde duygularımız durgun, yüreğimiz aşka vurgundur. Gönlümüzdeki çiçek kokularına mutlu bir esintidir yaşam, kırılan yerlerimizi onaran da her devirde zaman.
Yollar, savruk bir toz bulutu serperken gönlümüzün merceğine, biz yaşamın dar patikalarında sığınacak yürekler ararız kendimize. Bahanesiz bir moladır aslında yalnızlığımız, öfkeli düşünüşlerin tarumar hırsıyla hayat destelerini karar, fallar açarız günden güne kısalan ömür denilen hengâmeye. Bir rüzgar ardından yeli, onun ardından karayeli getirir ve bu yüzden yağmur en arınmış yenilenişlerin sahnesidir. Kırık gönüller mutlaka derinlerinde güzel anları saklar ve biz o anılara sarılarak geceleri uyuruz, düşünüşlerimizin ve rastlantılarımızın en güzel karanlığında gülümseyerek.
Yıllar ötesinde bıraktığımız, belki de yitirdiğimiz renkli cam düşlerimizle üşümüş yalnızlıklara gömülürüz biz. Kenarlarını süslediğimiz defterlerde biriktirdiğimiz yaşam sözcüklerini taşımışız işte bugünlere. Harlı ve dağlı yüreğimizde emsalsiz bir fırça ile kimi aşk, kimi de sevda düşer repliğimize.
Gülüşün buzlar sarkan dağlarından günü içerdi sevda, acının zemherisinden sular içerken. Dirhem merhabaların ve mutluluğun huzmelerinden yele kaçışları ile uzaklaşırken biz, yeniden büyümekti azmimiz. Yaşam lime lime sessizlik senfonisiydi, kanımızın kaynayan kazanlarından şiir şiir içtikçe. Yüreğimizin ırmak boylarında soluğumuza nem sürüp sessiz türkülerle çürürken, zaman bahardı aslında.
Belki de, o gönlümüzün kelepçeli odalarından uzaklara gidince bitecek sanırız çok şeyi. Dudaklarımızdaki gün yanıklarına sevginin tozlarını sürerek, avuçlarımızdaki aşk nasırlarına düşlerimizin rotasını işleyerek, göğsümüzün yorgun vuslatına da umutlarımızı gömerek bir masal atını besleriz hayat ovalarımızda. Dilediğimiz zaman kaçıp gitmek, dilediğimiz zaman da yine kendimize dönmek için. Kader koşularıyla, umut koşullarıyla ve doyumsuz sevgilerin yüreğimizde yığınaklar yaptığı aşk sorgularıyla yaşar gideriz. Ne zaman tükendiğimizin farkına varsak yine kendimize döner, yine düşlerin kollarında sallanarak ömür tüketmeyi seçeriz.
Sonsuzluk demiyle paralanmış uhdelerimizin içsel tınılarıyla raks eder gölgeler kendi ekseninde. Sızılı bir yaşamın sorgu odalarında büyür kucağımızdaki ayrılıklar. Kırk bir yerinden örselenmiş bir öykünün sayfalarını karıştırdıkça şakaklarımızdan hep aşk damlar ve sıkılı avuçlarımıza yuva yapar kimsesiz kırlangıçlar. Kaygılarla biçimlenmiş hayat sularına rüzgârın nefesi düşer, tutuşur o an içimizdeki derin seviler. Ansızın dalgaya sarılır coşku, gönlümüzdeki özlemin önünde eğilirken keder. Sıcacık bir ömrün içinden gelip geçer hayat suları, göğsümüzdeki yeşil dallara yuvalandıkça düşler.
Hüzünle yüz yüze kalmalarımızda parlak bir gökyüzünün suskun ışıklarıyla ovarız yüreğimizin güneşli rengini. Kendi içine sarkmış bir özlemin nadide duruşmalarında gönlümüz şiir nehirlerinden denizleri bulur ve çekingen bir ses içimizi doldurur. Sırata uzak durur yıldızlar, hatırlandıkça kendi kabımıza dolar, göğsümüzdeki elim ağrılarla yanaklarımızdaki izlere güllerin kokusu çarpar. Akar şiir, akar söz, yine bir düşün koynunda inadına sabahlar.
Hangi yaprağın künyesinden koparılmış, hangi ağacın gövdesinden süzülmüş ve hangi aşkın yüreğinden öpülmüştür aşk, biz ağzımızdaki gül sözcüklere isim ararken. Kuşların kanatlarındaki yorgun anılarla, suların derinliklerindeki mor ışıltılarla ve göğsümüzdeki beklemekten ağaran şafaklarla hangi kol kavuşma mevsimlerinde beklediğini sarmıştır. Öfkeli çağrılarımızın duraklarına lacivert bir ışık inince ve bildik sancıların bileklerini yine o aşk sızınca hangimiz şiirlerin şifresine gömülmeyiz ki!.
O içimizdeki asi ben/lere ve gönlümüzden söküp atamadığımız kardelenlere bir yaşam suyu ararız asırlarca, gökçül bir yaşam ovasının kıraçlarında. Dilimizde hüzzam ayrılıklar ıslığımıza karışır, dudağımızdaki kuru iklimler bir gün yârin sularıyla tanışır ve biz bu düşler tarlasında hercai mevsimler yaşarız, yaşadıkça yüreğimiz çoğul bir yön tabelasıdır, yollar çıkmaza çıkana kadar ayaklarımız nasırlara da alışır.
En varsıl içlenişlerin kıyı kentlerine benzer kim bilir aşk, aşağılanmadan, yargılanmadan, peşin ödenmiş hükümlerin kentlerinde kendimizi dev aynalarında görmeden konuşmadan önce s/usmayı, susma/dan önce de konuşmayı usumuzdan geçirmeliyiz. Gönlümüzün kıyılarına içsel öfkelerini bırakan anların hüzünlü ağlayışlarıyla silkeleriz ıslanan saçlarımızı, toprak sevinçli bir nidayla yüzümüze gülümser. Korkak adımlarla arşınlarız hayatı, ömür dediğin şey hızla gelip geçer. Çığlıklar ekili ovaları kucaklarız o an, aşkın başakları güneşi koynunda saklarken.
Sonsuzluk ovalarından yangınlar hasat ederiz, içimizin o varsıl denklemlerini çözemedikçe. Umutlar süpürürüz sabırla, yaşam yellerini yüreğimize hapsederek ve kımıltısız bir geleceğe ödünç söylemler dizeriz. Usumuzdaki bildik rakkase’lerin seyrine dalarız gövdemizin yangın berelerini aynalarda izledikçe . Evet, yaşamdır her sıkıntıda çözümsüz kaldığımız o girdapların derin noktalarında söz oluruz kendimizden süzülerek başkalarına ve özümüzün yasak bahçelerinde aşkı ararız insanca.
Yokluklarla donatılı iç çekişler biriktiririz gönül sandığımızda, zaman aşırı umutlanışların gemilerinde uzakları izlerken. Her iç çekiş bir gün sevda mızrabımız olur ve dokunuruz hayatın çelişkili tellerine, yaşamak türkümüz olur. Dudaklarımızdaki o sonsuz içlenişlerin sonu gelmez yine de, kırık bir dal gibi yüzerken biz mutluluğun sarı nehirlerinde.
Gökyüzünün kıvrımlarına bir ağlayışın resimlerini çizerek buzul eksenimizden yanıtlar bağlarız bulutlara, sabrımızın coşkusuyla ırmakları yöneltiriz sevda denizlerimize. Sarnıçlardan aşk dökülür ve ölümlerle sevişir şiirlerimiz. Sürer gider meçhul yalnızlığı kıraç iklimimizin bir ağıtta, yüreğimizi pul pul eden bir ezgide, göğsümüzü içten içe delen dinletilerde, esmer bir yalnızlığın balasından çıkarak yaşam ekleriz yürek titreşimlerimiz in biriktiği enginlere.
Bu şiirin hikâyesi: Her insan kendi içinde taşıdığı bir gönlün hamalıdır. Bizler erincin ve gönencin ırmağına her sabah ellerimizi uzatıp aşkın ve yaşamın sularını yüzümüze çarptıkça büyür gözbebeklerimizde sevda. Dudağımızdaki yaşam ıslıklarıyla, göğsümüzdeki sevda dövmeleriyle ve ömrümüzdeki aşk desenleriyle sonsuza dek hayatın içinde bir yağmur damlası olup toprağa karışmak, sonra da yine bulutlara yükselip içimizdeki o hazin yaşamak aşkını sözcük olup yeryüzüne dökerek var olmayı dileriz. Bu garip döngü bizi şair yapar kimi. Kimi de bir savaş alanındaki meşale eder. Gören gönlümüzle, duyan ruhumuzla ve yazan usumuzla bu devranda yaşamayı seviyoruz.
O içimizdeki aşkla.
O içimizdeki yalnızlık şarkılarıyla.
Selahattin YETGİN